İLGİSİZ/YETERSİZ GEREKÇE İLE İLGİLİ AYM KARARLARI

İLGİSİZ/YETERSİZ GEREKÇE İLE İLGİLİ AYM KARARLARI

Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve argümanları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte, bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması şart değildir.

Bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı” yönünden zorunludur. Aksi bir tutumla, mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir.

İlgili Kararlar:

(Tuba Doğruyol, B. No: 2014/1292, 10/6/2015)

(Gökhan Ayhan, B. No: 2015/3041, 19/4/2018)

(Feyzullah Gültekin, B. No: 2014/13069, 21/2/2019)

(Necla Yaşar, B. No: 2020/35444, 14/9/2021) 

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TUBA DOĞRUYOL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/1292)

 

Karar Tarihi: 10/6/2015

R.G. Tarih- Sayı: 18/09//2015-29479

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucu

:

Tuba DOĞRUYOL

Vekili

:

Av. Lütfullah Hasan DOĞRUYOL

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, İlk Derece Mahkemesinin başvuru konusu eylemi somut olayla ilgisi olmayan bir madde kapsamında değerlendirmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru, 30/12/2013 tarihinde İstanbul Anadolu 32. Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
  5. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 27/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
  6. Bölüm Başkanı tarafından 5/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
  7. Adalet Bakanlığının 6/4/2015 tarihli görüş yazısı 29/4/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

  1. Olaylar
  2. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
  3. Başvurucu, İstanbul ilinde 8/4/2013 tarihinde, belirtilen hız limitini aştığının video kameralı radarla tespit edildiği gerekçesiyle Anadolu Yakası Bölge Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü tarafından hakkında tesis edilen idari para cezasının iptali istemiyle İstanbul Anadolu 32. Sulh Ceza Mahkemesine başvuruda bulunmuştur.
  4. Anılan Mahkemenin 9/12/2013 tarihli kararıyla başvuru kesin olarak reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

"...İtiraz eden itiraz dilekçesinde, 08/04/2013 tarihinde, İstanbul İli Kartal İlçesi Kartal Bağlantı Yolu olarak belirtilen E-80 Kartal Bağlantı Yolu üzerinde seyir halinde iken; 34 HD 8742 plakalı Audi marka aracıyla hız sınırını aştığından bahisle ceza tutanağı düzenlendiğini, hız sınırının o bölgede kaç km/sa olduğunu ve hızın tespitinin nasıl yapıldığını tutanaktan anlaşılmadığını, Karayolları Trafik Kanunu’nun 36. maddesinin 3. fıkrasının 4. cümlesinde yazılı 'sürücüsü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da ceza tutanağı düzenlenir.' hükmünün iptal edildiğinin bu nedenlerle düzenlenen tutanağın hukuka aykırı olduğunu beyan etmiştir.

İtiraz dilekçesi, idarenin vermiş olduğu cevap dilekçesi ve tüm dosya kapsamına göre; 08/04/2013 tarih ve 244379 seri nolu ceza tutanağının Kartal Bağlantı Yolu mevkiinde yapılan radar uygulaması esnasında 34 HD 8742 plaka sayılı araç sürücüsünün araçlar için 70 km hız sınırı olan bölgede 104 km hız ile araç kullandığı gerekçesiyle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 51/2-b (hız ölçen teknik cihaz veya çeşitli usullerle yapılan tespit sonucu hız sınırlarını %30 dan fazla aşmak) maddesi gereğince itiraz eden adına kayıtlı aracın tescil plakasına idari para cezası tanzim edildiği Karayolları Trafik Kanunu’nun 36. maddesinin 4. cümlesinde yazılı 'sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da ceza tutanağı düzenlenir.' hükmü iptal edilmiş ise de; 24/05/2013 tarih 6487 sayılı Yasanın 18. maddesiyle değişik 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 36. maddesinin 3. fıkrasının son cümlesinde yazılı 'ayrıca aracın sürücü belgesiz kişilerce sürmesine izin veren araç sahibine de tescil plakası üzerinden aynı miktarda idari para cezası verilir.' hükmünün getirildiği; böylece düzenlenen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmış(tır)..."

  1. Anılan karar başvurucu vekiline 19/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
  2. Bireysel başvuru 30/12/2013 tarihinde yapılmıştır.
  3. İlgili Hukuk
  4. 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 4. maddesi şöyledir:

“(1) Hangi fiillerin kabahat oluşturduğu, kanunda açıkça tanımlanabileceği gibi; kanunun kapsam ve koşulları bakımından belirlediği çerçeve hükmün içeriği, idarenin genel ve düzenleyici işlemleriyle de doldurulabilir.

(2) Kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarı, ancak kanunla belirlenebilir.”

  1. 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 36. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Motorlu araçların, sürücü belgesi sahibi olmayan kişiler tarafından karayollarında sürülmesi ve sürülmesine izin verilmesi yasaktır.

...

Buna göre;

  1. a) Sürücü belgesi olmayanların,

araç kullanarak trafiğe çıktıklarının tespiti hâlinde, bu kişilere 1.407 Türk Lirası idari para cezası verilir. Ayrıca, aracın sürücü belgesiz kişilerce sürülmesine izin veren araç sahibine de tescil plakası üzerinden aynı miktarda idari para cezası verilir.”

  1. Aynı Kanun’un 36. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 29/11/2012 tarihli ve E.2012/106, K.2012/190 sayılı kararı ile iptal edilen üçüncü fıkrasının dördüncü cümlesi şöyledir:

“… Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir.”

  1. Aynı Kanun’un51. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Hız ölçen teknik cihaz veya çeşitli teknik usullerle yapılan tespit sonucu hız sınırlarını yüzde ondan yüzde otuza (otuz dahil) kadar aşan sürücülere 64 700 000 lira, yüzde otuzdan fazla aşan sürücülere 131 900 000 lira para cezası uygulanır.”

  1. İNCELEME VE GEREKÇE
  2. Mahkemenin 10/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 30/12/2013 tarih ve 2014/1292 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
  3. Başvurucunun İddiaları
  4. Başvurucu, trafik kuralı ihlali nedeniyle uygulanan idari para cezasına ilişkin başvurusunun, ihlalin kim tarafından yapıldığı hususu araştırılmaksızın, olayla ilgisi olmayan bir kural kapsamında değerlendirildiğini, gerekçeli kararda tartışılan hükmün somut olayla ilgisinin olmadığını belirterek, Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  5. Değerlendirme
  6. Başvurucu her ne kadar Anayasa’nın 38. maddesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun iddialarının özünün, İlk Derece Mahkemesinin, başvuru konusu eylemi somut olayla ilgisi olmayan bir madde kapsamında değerlendirmesi hususu ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun iddiaları, adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden biri olan gerekçeli karar hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
  7. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  8. Başvurucunun gerekçeli karar hakkınailişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemez olduğuna karar verilmesini gerektirecek bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  9. Üyeler Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
  10. Esas Yönünden
  11. Başvurucu, 2918 sayılı Kanun’un 36. maddesinin somut olayla ilgisi olmamasına rağmen Mahkemenin bu hükme ilişkin değerlendirmelerde bulunduğunu belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  12. Bakanlık görüş yazısında; her ne kadar başvurucu 2918 sayılı Kanun'un 36. maddesinin üçüncü fıkrasının hakkında uygulandığını iddia etmiş ve Mahkeme de bu doğrultuda bir inceleme yapmış ise de, itiraza konu ceza tutanağının aynı Kanun’un 116. maddesi dayanak alınarak düzenlendiği, sözü geçen maddenin somut olayla ilgisi kalmamasına rağmen eylemin bu madde kapsamında değerlendirildiği, belirtilen hususların değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu bildirilmiştir.
  13. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
  14. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

  1. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”

  1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

  1. Gerekçeli karar hakkı da makul sürede yargılanma hakkı gibi, adil yargılanma hakkının somut görünümlerindendir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
  2. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
  3. Buna karşın mahkemeler, kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra, tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve Diğerleri,B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 34).
  4. Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve argümanları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte, bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması şart değildir. Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene sahip olması gerekmektedir (Sencer Başat ve Diğerleri, § 37).
  5. Bu nedenle, bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır (Sencer Başat ve Diğerleri,§ 35). Makul gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24).
  6. Zira bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı” yönünden zorunludur. Aksi bir tutumla, mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve Diğerleri, §§ 38-39).
  7. Anayasa Mahkemesinin 6/3/2013 tarihli ve 28579 sayılı Resmî Gazete’de (R.G.) yayımlanan 29/11/2012 tarihli ve E.2012/106, K.2012/190 sayılı kararı ile 2918 sayılı Kanun’un 36. maddesinin üçüncü fıkrasının "Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir."biçimindeki dördüncü cümlesi iptal edilmiştir. Kanun koyucu, 1/6/2013 tarihli ve 28674 sayılı R.G.’de yayımlanan, 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun’un 18. maddesi ile 2918 sayılı Kanun’un 36. maddesini yeniden düzenleyerek, aracının sürücü belgesiz kişilerce sürülmesine izin veren araç sahibine de tescil plakası üzerinden idari para cezası verilmesini öngörmüştür.
  8. Somut olayda, başvurucu hakkında hız limitinin aşılması nedeniyle, 2918 sayılı Kanun'un 51. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi ve aynı Kanun’un 116. maddesi gereğince tescil plakasına göre ceza tutanağı düzenlenmiştir. Başvurucu hakkındaki GV-244379 seri numaralı trafik idari para cezası tutanağında kabahatliye uygulanan yasa maddesi olarak “51/2-b”düzenlemesi gösterilmiştir.
  9. Başvurucu idari para cezasının iptali istemli dilekçesinde, aracı kendisinin kullanmadığını, cezanın kesildiği tarih ve saatte kendisinin şirkette çalışmakta olduğunu ifade etmiş ve düzenlenen ceza tutanağından hız sınırının o bölgede kaç km olduğunun ve tespitin nasıl yapıldığının anlaşılamadığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca Anayasa Mahkemesinin 2918 sayılı Kanun'un 36. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesini iptal ettiğini ifade ederek kendisi hakkında bu maddenin uygulanamayacağını ileri sürmüştür.
  10. İstanbul Anadolu 32. Sulh Ceza Mahkemesi 9/12/2013 tarihinde, başvurucu hakkında verdiği kararda; "(...) 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 51/2-b (hız ölçen teknik cihaz veya çeşitli usullerle yapılan tespit sonucu hız sınırlarını %30'dan fazla aşmak) maddesi gereğince itiraz eden adına kayıtlı aracın tescil plakasına idari para cezası tanzim edildiği, Karayolları Trafik Kanunu'nun 36. maddesinin üçüncü fıkrasının 4. cümlesinde yazılı (...) hükmü iptal edilmiş ise de 24/5/2013 tarih 6487 sayılı Yasa'nın 18. maddesiyle değişik 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 36. maddesinin 3. fıkrasının son cümlesinde yazılı (...) hükmünün getirildiği; böylece düzenlenen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu"gerekçeleriyle idari para cezasının iptal başvurusunu reddetmiştir.
  11. İtiraza konu ceza tutanağının, 2918 sayılı Kanun'un 51. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi ile aynı Kanun’un 116. maddesinin dayanak alınarak düzenlendiği hususunun Mahkemece nazara alınmadığı, hükmün içerik ve kapsamı ile Mahkemenin bu hükme varırken davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği Kanun maddesinin somut olayla ilgisininolmadığı, idari para cezası karar tutanağı hız limiti aşılarak araç kullanılmasına ilişkin olduğu halde, olayla ilgisiz olan sürücü belgesiz kişilerce aracın sürülmesine izin verilmesi hususunun kararda tartışıldığı görülmektedir (bkz. § 34). Bu nedenlerle, karar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
  12. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  13. Üyeler Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
  14. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
  15. Başvurucu, anayasal haklarının ihlal edildiğini belirterek, ihlalin ortadan kaldırılması yönünde karar verilmesini talep etmektedir.
  16. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar”kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

  1. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, adil yargılanma hakkının unsurlarından olan gerekçeli karar hakkının ihlal edilmesinden kaynaklandığından ve ihlalin yeniden yargılama yapılarak ortadan kaldırılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
  2. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu, 1.000,00 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Bakanlık bu konuda görüş sunmamıştır.
  3. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
  4. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  5. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Başvurucunun,
  2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, Üyeler Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI’nın karşı oyları veOY ÇOKLUĞUYLA,
  3. Gerekçeli karar hakkınınİHLAL EDİLDİĞİNE, Üyeler Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI’nın karşı oyları veOY ÇOKLUĞUYLA,
  4. İhlal ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere karar örneğinin İstanbul Anadolu 32. Sulh Ceza MahkemesineGÖNDERİLMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
  5. Başvurucunun tazminata ilişkin talebinin REDDİNE,OYBİRLİĞİYLE,
  6. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
  7. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OYBİRLİĞİYLE,

10/6/2015 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

  1. Başvurucu, trafik kuralı ihlali nedeniyle uygulanan idari para cezasına ilişkin olarak Sulh Ceza mahkemesine yaptığı başvurunun, ihlalin kim tarafından yapıldığı hususu araştırılmaksızın, olayla ilgisi bulunmayan bir kural kapsamında değerlendirilerek reddedildiğini, bu nedenle Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde yer alan adil yargılanma hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek, anılan cezaya ilişkin kararın iptali ile tazminata hükmedilmesini istemiştir.
  2. Başvurucunun adına kayıtlı aracın kim tarafından kullanıldığı belirlenmeksizin, hız limitini aşması nedeniyle kesilen para cezasının 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 51. maddesinin ikinci fıkrası ve aynı Kanun’un 116. maddesine dayandığı anlaşılmaktadır.
  3. Bahse konu 116. maddenin “sürücüsü tespit edilemeyen”araçlara “tescil plakalarına göre”ceza veya suç tutanağı düzenleneceğine ilişkin kuralları daha önce Anayasa Mahkemesince esastan incelenmiş ve Anayasa’ya aykırı bulunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin 1.7.2008 tarihli ve 26923 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Esas:2004/116, Karar:2008/74 sayılı kararında:

“Suçsuzluk karinesi kapsamında yer alan ve iddia edenin iddiasını ispatla yükümlü olması kuralı da Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasının bireylere sağladığı anayasal bir güvencedir. … Ancak genel anlamda suçun kanıtlanması yükümlülüğü iddia edende kaldığı sürece, savunmasını oluşturmak için ispat yükünü sanığa devreden kurallar ile hukuki veya fiili varsayımların olduğu durumlarda ispat yükünün yön değiştirmesi, masumiyet karinesine aykırılık taşımaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de birçok kararında ispat külfetini tersine çeviren hukuki veya fiili karinelerin kabulünü Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı bulmamıştır.

  1. maddedeki sorumluluk, iradi ve kusurlu olan sürücünün eylemine dayanmaktadır. Ancak sürücünün kimliğinin belirlenmesinde, 116. maddede sayılan ihlallerin niteliğinden kaynaklanan güçlükler bulunduğundan, trafik ihlaline ilişkin tutanak, aracın tescil plakasına göre düzenlenmektedir.

Ayrıca kural ihlali yapan ve sürücüsü tespit edilemeyen araçların, trafik zabıtası tarafından saptanabilecek plakasından başka ayırt edici bir özelliğinin bulunmadığı, ancak plaka ile de araç sahibine ulaşılabileceği açıktır.

Dolayısıyla Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülen düzenlemenin, gelişen, büyüyen, çeşitlenen ve çoğalan trafik sorunlarını zamanında ve etkin bir biçimde denetleyebilmek ve toplum halinde yaşamanın güvenli bir biçimde sürdürülebilmesi amacıyla, demokratik toplumda zorunlu olarak getirilen uygulamalar olduğu kabul edilmelidir”

denilerek, iptal istemi reddedilmiştir.

  1. 2918 sayılı Kanun’un 116. maddesinin yukarıda belirtilen karara konu olan ibarelerinin dışında kalan kısmının iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusu da Anayasa Mahkemesinin 10.12.2013 tarihli ve 28847 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Esas:2013/44, Karar: 2013/59 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, yukarıda 3. maddede belirtilen hususlar teyit edilerek, şu tespitte bulunulmuştur:

 “İtiraz konusu kuralın, kişilerin can ve mal güvenliğini korumak, toplumun refah, huzur ve mutluluğunu etkileyen trafik kazalarının önlenmesini sağlamak ve böylece kamu düzenini korumak amacıyla öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu düzenlemenin anayasal sınırlar içinde kanun koyucunun takdirinde olduğu açıktır. Kanun koyucunun, anayasal sınırları aşmadan takdir yetkisini kullanarak düzenlediği kural, hukuk devleti ilkesine aykırılık taşımamaktadır.”

  1. Bu karar ve gerekçeler karşısında, başvurucunun “faili tespit edilmeden”ceza kesilmesi ve “cezaların şahsiliğine aykırılık”iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olduğu tartışmasızdır.
  2. Başvurucunun durumunun 2918 sayılı Kanun’un 116. maddesi kapsamında olduğu açıktır. Ancak başvurucu, Sulh Hukuk Mahkemesine yaptığı itirazda, aracın hız ölçen teknik cihazlarla saptanan kural ihlalinin gerçekleşmediğine dair herhangi bir delil (aracın o sırada başka bir yerde bulunduğuna dair MOBESE kaydı, tutanakta yer alan aracın kendisine ait olmadığı, plakada kayıtlı aracın başka bir marka veya model araç olduğu gibi) göstermemiş, konu ile ilgisiz olan 2918 sayılı Kanun’un 36. maddesine ilişkin bir Anayasa Mahkemesi kararını öne sürerek hukuka aykırılık iddiasında bulunmuştur.
  3. Mahkemenin, başvurucunun ilgisiz ve yanıltıcı itirazlarını bir ölçüde karşılamak düşüncesiyle yazdığı gerekçede, olaya uygulanacak hukuk kurallarının açıklıktan ve netlikten uzak biçimde yer aldığı görülmektedir. Ancak 2918 sayılı Kanun’un 116. maddesi karşısında, cezanın iptali isteminin reddine ilişkin kesin kararın yerinde olduğu da anlaşılmaktadır.
  4. Bölüm çoğunluğunca, başvurucunun, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınmış olan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
  5. Gerekçeli karar hakkının adil yargılanmanın temel ilklerinden biri olduğunda, gerekçesiz kararlar kadar, ilgili ve yeterli gerekçeyi içermeyen kararların da adil yargılanma hakkının ihlalini oluşturduğunda şüphe yoktur.
  6. Öte yandan, bireysel başvurunun, sadece bir temel hakkın ihlali dışında da koşulları bulunmaktadır. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında;

“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir”

denilmektedir. Buna göre, ihlal iddiasıyla başvuru yapılması için ortada somut bir hukuki yarar bulunmalıdır. Salt akademik düzeyde, somut sonuçlar yaratmayacak olan, hukuki münakaşa niteliğindeki başvurular kabul edilemez. Mağdur kavramının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin özerk kavramlar teorisinden hareketle, davada menfaat kuralının bağımsız ve aşırı biçimsellikten uzak bir şekilde yorumlanması gerekir. Anayasa Mahkemesi, bir başvurunun kabul edilebilmesi için başvurucunun sadece mağdur olduğunu ileri sürmesini yeterli görmemekte, başvurucunun ihlalden doğrudan etkilendiğini göstermesi ve bu hususta Mahkemeyi ikna etmesi gerektiğini kabul etmektedir (B. No:2013/1977, paragraf no 42-45, karar tarihi 9.1.2014).

  1. Olayda başvurucunun, itiraz mercii olan Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararının daha özenli ve açık biçimde yazılması halinde aynı trafik cezasını ödemek zorunda kalacağı açıktır. Bu durumda, yeniden yargılama sonucu eksiklikleri giderilerek yeniden yazılabilecek olan gerekçenin yetersiz ve ilgisiz olması nedeniyle başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi, başvurucuya pratikte nasıl bir yarar sağlayacağı somut biçimde ortaya konamamaktadır. Bu nedenle ihlal kararı verilirken öncelikle başvurunun hangi güncel hakkı etkilediğinin Bölüm’ce bir değerlendirmesinin yapılması gerekirken bu yapılmamıştır.
  2. Öte yandan, 6216 sayılı Kanun’un bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında şöyle denilmiştir:

 “Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

  1. Olayda başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlalinin önemli bir zarar doğurmadığı, bu ihlale bir bakıma başvurucunun ilgisizce sıraladığı itirazların yol açtığı, başvurucunun, ceza tutanağında belirtilen trafik ihlalinin vuku bulmadığına, aracın veya plakanın kendisine ait olmadığına veya aracın iradesi dışında başkalarınca kullanıldığına dair herhangi bir itirazda bulunmadığı, bu konuda bir delil getirmediği, böyle bir itiraz veya delilin Mahkemece dinlenmediği yolunda bir iddiası da olmadığına göre, somut olayda gerekçeli karar hakkının anayasal bir öneminin bulunduğundan ve kabul edilebilirlik kararı verilmesini gerektirdiğinden söz edilemez.

Açıklanan nedenlerle, başvurunun kabul edilebilir olduğu ve yeniden yargılama yapılması için ilgili mahkemeye gönderilmesi yönündeki karara katılmıyoruz.


Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

Üye

Celal Mümtaz AKINCI

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÖKHAN AYHAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/3041)

 

Karar Tarihi: 19/4/2018

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucu

:

Gökhan AYHAN

Vekili

:

Av. Ekrem BEDİR

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, kanun yolu incelemesi yapan mercinin ilgisiz gerekçeyle itirazın reddine karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru 13/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
  5. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
  6. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
  7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
  8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
  9. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
  2. Başvurucu, Sakarya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 25/2/2014 tarihli kararıyla çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan neticeten 17 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmıştır.
  3. Başvurucu 4/12/2014 tarihinde yargılama sırasında dinlenen tanığın sonradan Savcılığa verdiği dilekçeyle yalan beyanda bulunduğunu bildirmesi nedeniyle yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.

11.Mahkeme 8/12/2014 tarihli ek kararıyla mahkûmiyetin yalnızca yalancı tanıklık yaptığını itiraf eden tanığın beyanına dayalı olarak verilmediği, katılan ve diğer tanık beyanlarının ve adli raporların da dikkate alındığı gerekçeleriyle yargılamanın yenilenmesi talebini reddetmiştir.

  1. Başvurucunun 29/12/2014 tarihli itirazı üzerine Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi 1/12/2014 tarihli ve 2014/1361 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir:

"Sakarya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2014 tarihli, 2013/87 Esas, 2014/56 Karar sayılı '6545 sayılı Yasanın hükümlü G. A. açısından lehe bir durum olmadığı gerekçesiyle C. savcısı E. S. nin uyarlama talebinin reddine' dair kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla ... itirazın reddine..." (Vurgulamalar Anayasa Mahkemesince yapılmıştır.)

13.Ret kararı 23/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

14.Başvurucu 13/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

  1. İNCELEME VE GEREKÇE
  2. Mahkemenin 19/4/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
  3. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
  4. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
  5. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi talebinin reddi kararına karşı yapılan itirazın ilgisiz gerekçeyle ve itiraz dilekçesinin tarihinden önceki tarihli bir kararla reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ve tazminat taleplerinde bulunmuştur.
  6. Bakanlık görüş yazısında; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına atıfla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin sona ermiş bir davanın yeniden açılması hakkınıgüvence altına almadığı belirtilmiştir.
  7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında talebinin ilgisiz gerekçeyle reddedildiğini ileri sürmüştür.
  8. Değerlendirme
  9. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

  1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

20.Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

  1. Esas Yönünden
  2. Genel İlkeler
  3. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğunu AİHM birçok kararında vurgulamıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu,B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
  4. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği, anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu,§ 76).
  5. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri[GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
  6. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
  7. Kanun yolu incelemesi yapan mercinin yargılamayı yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşması ve bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya atıfla kararına yansıtması, kararın gerekçelendirilmiş olması bakımından yeterlidir (Yasemin Ekşi, § 57).
  8. Bir davada tarafların -hukuk düzenince- hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı” yönünden zorunludur (Sencer Başat ve diğerleri,§ 38).
  9. Genel İlkelerin Somut Olaya Uygulanması
  10. Somut olayda başvurucu, yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesinin haksız olduğunu belirterek karara 29/12/2014 tarihinde itiraz etmiştir. Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi itirazı somut olayla ilgisi olmayan başka bir hükümlüye ait uyarlama talebine yönelik olduğunu değerlendirerek reddetmiştir (bkz. § 12). Diğer bir ifadeyle kanun yolu incelemesi sırasında yargılamanın yenilenmesine ait derece mahkemesinin kararı yerine başka bir karara ilişkin olarak değerlendirme yapılmıştır.
  11. Bu durumda kanun yolu incelemesi yapan mercinin yeniden yargılama yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşıp ulaşmadığı belli değildir. İtiraz mercii, ret gerekçesinde neleri dikkate aldığını ya da almadığını gösteren ifadeleri özenle seçmemiş; dosyanın incelenmediği kuşkusuna sebep olacak şekilde bir değerlendirme yapmıştır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (Benzer yönde bir karar için bkz. Ekol Grup Güvenlik Koruma ve Eğitim Hizm.Ltd.Şti,B. No: 2015/439, 8/2/2018).
  12. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  13. Diğer İhlal İddiaları

30.Başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden adil yargılanma hakkı kapsamındaki delillerin eksik toplandığına dair diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

  1. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
  2. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  1. Başvurucu, ihlalin tespiti ve tazminat taleplerinde bulunmuştur.
  2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
  3. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
  4. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması gerektiği sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
  5. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  6. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  3. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesine (2014/1361 Değişik İş) GÖNDERİLMESİNE,
  4. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
  5. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
  6. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  7. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/4/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FEYZULLAH GÜLTEKİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/13069)

 

Karar Tarihi: 21/2/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör Yrd.

:

Zehra GAYRETLİ

Başvurucu

:

Feyzullah GÜLTEKİN

Vekili

:

Av. Özkan AKPINAR

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, ceza davasında ilgisiz gerekçeyle mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır.
  5. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde tespit edilen eksikliklerin verilen sürede tamamlanmadığı gerekçesiyle başvuru hakkında idari ret kararı verilmiştir.
  6. Komisyonca başvurucunun idari ret kararına yönelik itirazının kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir
  7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
  8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
  2. 1979 doğumlu olan başvurucu, olayların gerçekleştiği tarihte Antalya'da ikamet etmektedir.
  3. Başvurucunun aynı konutta ikamet ettiği arkadaşı G.E. ile aralarında tartışma yaşandığı, bu tartışmadan sonra G.E.nin evden ayrılması üzerine G.E.ye ait eşyaların başvurucu tarafından evden çıkarılarak belirli olmayan bir yere götürüldüğü iddia edilmiştir.
  4. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 25/2/2010 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında hırsızlık suçundan kamu davası açılmıştır.
  5. Antalya 16. Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 9/4/2010 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçtan 1 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve cezanın ertelenmesine hükmedilmiştir.Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:

"İddianamede sanığın belediye ekiplerince işyerinin mühürlenmesine rağmen mührü kırarak ticari faaliyetine devam ettiği belirtilip sanığın mühür bozma eyleminden cezalandırılması kamu adına talep ve iddia olunmuştur.

...

İddia makamı esas hakkındaki mütalasında: Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamında sanıklardan Feyzullah Gültekin in [G. E.] ile birlikte gayri resmi olarak yaşadıkları [G.nin] babası [M. E.] tarafından ev eşylaarının alındığı bu eşyaların müşterek olarak kullanıldığı daha sonra Feyzullah ın bu eşyaları araları bozdulduğundan çaldığı alınanmalların [G.] ve Feyzullah a ortak yaşamda kullanmnak üzere alınması sebebiyel sanık Feyzullah ın eylemi paylaş ve malik oluna mal üzerinden hırsızlık kabuliyle TCK 144/1-a ,53 md uyarınca cezalandırılmasına [A.nın] atılı suça karşıltığı sabit olmadığından beraatinekarar verilmesini kamu adına talepmütalaa etmiştir.

Dosyadaki belge ve beyanların incelenmesinden, mühürleme tutanağından ve mühür bozma tutanağının incelenmesinden sanığa ait işyerinin 2009 yılı kasım ayında mühürlendiği ve sanığın işyerinin faaliyeti amacıyla 1 aralık 2009 günü yapılan kontrolde mührü kırdığının anlaşıldığı belirlendiğinden sanığın mühür bozma eyleminden cezalandırılmasına karar verilmiş olup, şartları oluştuğundan hükmün açıklanmasının geri bırakılması takdiren uygun görülmüştür.

...

HÜKÜM, Gerekçesi Yukarıda Açıklandığı Üzere;

...

2-Sanık Feyzullah Gültein in üzerine atılıhırsızlıkeylemi subuta ermekle eylemin işleniş şeklineve sabıkasız kişiliğine göre asgari hadden ceza tayini ile TCK 144/1-an maddesi gereğince 2 ayhapis cezası ile cezalandırılmasına ..."

  1. Başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu 9/4/2010 tarihli celsede hüküm tefhim edilmiştir. 9/4/2010 tarihli duruşma tutanağında gerekçeli kararın daha sonra yazılacağı belirtilmiştir.
  2. Başvurucu 15/4/2010 havale tarihli temyiz dilekçesi ile hırsızlık suçunu işlemediğini, suça konu edilen eşyaların bir kısmını yaşadığı psikolojik bunalım nedeniyle çöpe attığını, diğer bir kısım eşyanın ise kendisine ait olduğunu belirterek kararın bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
  3. Başvuru dosyasında, gerekçeli kararın başvurucuya tebliğ edilip edilmediğine dair herhangi bir bilgi veya belge bulunmamaktadır.
  4. Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 15/1/2014 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Yargıtay onama kararının gerekçesi şöyledir:

"Evleneceklerinden bahisle katılan [G.nin] babası katılan [M.] tarafından alınan ve katılan[G.ye] ait olduğu anlaşılan eşyaları sanığın çalması karşısında sanığın eyleminin TCK'nın 155/1.maddesi kapsamında kaldığı şeklindeki tebliğnamedeki görüşe iştirak edilmemişsanığın eylemi TCK'nın 142/1-b maddesi kapsamında hırsızlık suçunu oluşturduğu halde yazılı şekilde karar verilmesi aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre sanık Feyzullah Gültekin'in temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle,eleştiri dışında usul ve kanuna uygun bulunan hükmün tebliğnameye aykırı olarak ONANMASINA..."

  1. Başvurucu 26/6/2014 tarihinde nihai karardan haberdar olduğunu beyan etmiştir.
  2. Başvurucu 25/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  3. İNCELEME VE GEREKÇE
  4. Mahkemenin 21/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
  5. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
  6. Başvurucunun İddiaları
  7. Başvurucu, hırsızlık suçundan yargılandığı davada ilgisiz gerekçeyle mahkûmiyetine karar verildiğini, gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmeden Yargıtay tarafından hükmün onandığını belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ve tazminat taleplerinde bulunmuştur.
  8. Değerlendirme
  9. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  10. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

  1. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  2. Esas Yönünden
  3. Genel İlkeler
  4. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanmaibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok kararında vurgulamıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu,B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
  5. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır”denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği, anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu,§ 76).
  6. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri[GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
  7. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
  8. Kanun yolu incelemesi yapan merciin yargılamayı yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşması ve bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya atıfla kararına yansıtması, kararın gerekçelendirilmiş olması bakımından yeterlidir (Yasemin Ekşi, § 57).
  9. Bir davada tarafların -hukuk düzenince- hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı” yönünden zorunludur (Sencer Başat ve diğerleri,§ 38).
  10. Genel İlkelerin Somut Olaya Uygulanması
  11. Somut olayda başvurucunun hırsızlık suçundan cezalandırılması talebiyle açılan davadaki tek celse olan 9/4/2010 tarihli celsede gerekçesi daha sonra açıklanmak üzere başvurucunun atılı suçtan hapis cezası ile cezalandırılmasına ve cezanın ertelenmesine karar verilmiş, hüküm başvurucuya tefhim edilmiştir. Mahkemece 7/5/2010 tarihinde yazılan gerekçeli kararda ise somut olayla ilgisi olmayan bir değerlendirme yapılarak mührü kırdığı anlaşıl[an] sanığın mühür bozma eyleminden cezalandırılmasına karar veril[diği] belirtilmiştir (bkz. § 11). Diğer bir ifadeyle gerekçeli kararda başvurucunun mahkûm edildiği suça ilişkin değerlendirme yerine başka bir olaya ilişkin değerlendirme yapılmıştır.
  12. Bu durumda ilk derece mahkemesi tarafından davanın esas sorunlarının incelenip incelenmediği belirli değildir. Derece mahkemesi mahkûmiyet gerekçesinde neleri dikkate aldığını ya da almadığını gösteren ilgili bir gerekçe göstermemiş ve kurulan hükmün dayanaklarını açıklamamıştır. Kanun yolu merciinin de aynı gerekçeye atıf yapmak suretiyle hükmü onadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
  13. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  14. Diğer İhlal İddiaları
  15. Başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden adil yargılanma hakkı kapsamındaki delillerin eksik toplandığına ve suçun tanımında hataya düşüldüğüne dair diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
  16. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
  17. 32. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1)Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  1. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi ile maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.
  2. Anayasa MahkemesininMehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
  3. Mehmet Doğankararında özetle uygun giderim yolunun tespit edilebilmesi için öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).
  4. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususlarında derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan,§ 59).
  5. Başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamındagerekçeli karar hakkınınihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
  6. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 16. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2010/73, K.2010/337) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
  7. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
  8. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan ve 2.475TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  9. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  3. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 16. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2010/73, K.2010/337) GÖNDERİLMESİNE,
  4. Tazminata ilişkin talebin REDDİNE,
  5. 206,10 TL harçtan ve 2.475TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
  6. F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  7. G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NECLA YAŞAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/35444)

 

Karar Tarihi: 14/9/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 17/12/2021 - 31692

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Yüksel GÜNARSLAN

Başvurucu

:

Necla YAŞAR

Vekili

:

Av. Rıdvan ERDEM

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, İl Hıfzıssıhha Kurulu tarafından yeni koronavirüs (COVID-19) salgını kapsamında alınan sosyal mesafe tedbirine aykırı davranma eylemine istinaden verilen idari para cezasına karşı sulh ceza hâkimliğine yapılan başvurunun kanun yolu incelemesi aşamasında kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddialara ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru 28/10/2020 tarihinde yapılmıştır.
  5. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
  6. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
  7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
  8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
  9. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
  2. 29/5/2020 tarihinde Bismil İlçe Emniyet Müdürlüğü binası önünde kavga olduğu anonsu üzerine olay yerine giden kolluk görevlileri, aralarında başvurucunun da bulunduğu dört kişinin sözlü olarak tartıştıklarını tespit etmiş; bu kişileri, gerekli adli ve idari işlemlerin yapılması için polis merkezine davet etmiştir.
  3. Başvurucu hakkında sosyal mesafe kuralını ihlal ettiği gerekçesiyle Bismil Kaymakamlığı İlçe Emniyet Müdürlüğünün 29/5/2020 tarihli ve 493 sayılı İdari Yaptırım Karar Tutanağı ile 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nun 282. maddesi uyarınca 3.150 TL idari para cezası uygulanmıştır.
  4. Başvurucu; idari para cezasına itiraz dilekçesinde olay günü Emniyet Müdürlüğü yanında kalabalık bir grubun sesini duyması üzerine dışarı çıktığını, dışarıda bir kavga olduğunu ve kavgaya karışan kişilerin kardeşlerine saldırdıklarını öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu, anılan dilekçede kardeşlerinin durumunu öğrenmek için Emniyet müdürlüğü önüne gittiğini, sırf dışarıda gördükleri için polisler tarafından kendisine ceza kesildiğini, sosyal mesafe kuralını ihlal etmediğini öne sürmüştür.
  5. Bismil İlçe Emniyet Müdürlüğü -Bismil Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) talebi üzerine- İdari Yaptırım Karar Tutanağı, Olay Tutanağı, kamera kaydı ekran görüntüleri ve Diyarbakır İl Hıfzıssıhha Kurulunun 4/4/2020 tarihli ve 20 sayılı kararının onaylı suretlerini 26/6/2020 tarihli üst yazısı ekinde Hâkimliğe göndermiştir. Üst yazı ekinde gönderilen İl Hıfzıssıhha Kurulu kararının sosyal mesafe tedbiri ile ilgili kısmı şu şekildedir:

 “İl ve ilçelerimizde meydanlarda sokak ve caddelerde; vatandaşların sosyal mesafeyi gözetmeden toplu olarak yürümelerine veya bulunmalarına izin verilmemesine, yan yana yürüyen vatandaşlarımızın ise yine sosyal mesafeyi gözeterek yürümelerine dikkat çekilmesine, [...] alınan kararlara uymayan vatandaşlara Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 282 inci maddesi gereğince idari para cezası verilmesi başta olmak üzere aykırılığın durumuna göre Kanunun ilgili maddeleri gereğince işlem yapılması, konusu suç teşkil eden davranışlara ilişkin Türk Ceza Kanununun 195 inci maddesi kapsamında gerekli adli işlemlerin başlatılmasına; Oy birliğiyle karar verilmiştir.”

  1. Hâkimlik 26/6/2020 tarihli kararı ile idari yaptırım kararına yapılan başvuruyu reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

“Türkiye geneli kapsamında koronavirüs salgının engellenmesi amacıyla tedbirler alındığı, Diyarbakır İl Hıfzıssıhha Kurulu'nun 04/04/2020 tarihli 20karar numaralı kararının 7. [m]addesinde Diyarbakır il ve ilçelerindeki meydan, sokak ve caddelerde; vatandaşların sosyal mesafeyi gözetmeden yürümelerine veya bulunmalarına izin verilmemesine, yan yana yürüyen vatandaşların ise yine sosyal mesafeyi gözeterek yürümelerine dikkat çekilmesine karar verildiği,29/05/2020 TARİHİNDE İLÇE Emniyet müdürlüğü binası önünde Necla Yaşar, [R.K.] ve [U.K.], [M.Ş.T.] isimli şahısların tartıştıklarının görüldüğü, sosyal mesafe kurallarını ihlal ettiklerive itiraz edene 1593 sayılı Kanun'un 282. Maddesi kapsamında idari para cezası uygulandığı ve olay ile ilgili olarak tutanak tutulduğu, olaya ilişkin görüntü kaydının mevcut olduğu, davalı idarenin yazı cevabı ekinde sunulan görüntü kaydından itiraz eden ile birlikte diğer şahısların sosyal mesafe kurallarına aykırı hareket edecek şekilde bulunduklarının sabit olduğu, itiraz edenin diğer şahıslarla birlikte sosyal mesafe kurallarına aykırı hareket ettiğinin tutanak dışında görüntü kaydı ile de delillendirildiği, Bismil İlçeEmniyet Müdürlüğü tarafından tanzim edilen tutanağın gerçeğe uygun tutulduğu, tutulan tutanak ve verilen idari para cezasında usul ve yasaya aykırı bir hususun bulunmadığı anlaşıldığından itiraz edenin itirazının reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur...”

  1. Karar, başvurucuya 9/7/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir.
  2. Başvurucu vekili 13/7/2020 tarihli itiraz dilekçesi ile vatandaşlara uygulanacak idari yaptırımlarda karar merciinin mülki amir olduğu, kolluk kuvvetlerinin tanzim ettikleri idari yaptırım kararlarını mülki amir onayı olmadan ilgilisine tebliğ edemeyecekleri, Adana 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin 2020/2751 Değişik İş sayılı kararının da bu yönde tespitler içerdiği ve bu nedenlerle Bismil Sulh Ceza Hâkimliği kararının usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle, tesis edilen cezanın yetki yönünden iptalini talep etmiştir.
  3. Söz konusu itiraz, Diyarbakır 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin 30/9/2020 tarihli kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

 “Bismil Sulh Ceza Hakimliği'nin 26/06/2020 tarih ve 2020/559 D.iş numarası ile verilen kararda herhangi bir isabetsizlik görülmediği, kararda belirtilen gerekçeler dikkate alındığında kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla, aşağıdaki şekilde karar verilmiştir...”

  1. Karar, başvurucu vekiline 17/10/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir.
  2. Başvurucu 28/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  3. İLGİLİ HUKUK
  4. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun"Kararların gerekçeli olması"kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"(1) Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.

 (2) Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir."

  1. 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun"İdari yaptırım kararı verme yetkisi"kenar başlıklı 22. maddesi şöyledir:

 “(1) Kabahat dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye ilgili kanunda açıkça gösterilen idarî kurul, makam veya kamu görevlileri yetkilidir.

 (2) Kanunda açık hüküm bulunmayan hallerde ilgili kamu kurum ve kuruluşunun en üst amiri bu konuda yetkilidir.

 (3) İdarî kurul, makam veya kamu görevlileri, ancak ilgili kamu kurum ve kuruluşunun görev alanına giren yerlerde işlenen kabahatler dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye yetkilidir.

 (4) 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun yer bakımından yetki kuralları kabahatler açısından da geçerlidir”

  1. 1593 sayılı Kanun’un 27. maddesi şöyledir:

 “Umumi hıfzıssıhha meclisleri mahallin sıhhi ahvalini daima nazarı dikkat önünde bulundurarak şehir ve kasaba ve köyler sıhhi vaziyetinin ıslahına ve mevcut mahzurların izalesine yarayan tedbirleri alırlar. Sari ve salgın hastalıklar hakkında istihbaratı tanzim, sari ve içtimai hastalıklardan korunmak çareleri ve sıhhi hayatın faideleri hakkında halkı tenvir ve bir sari hastalık zuhurunda hastalığın izalesi için alınan tedbirlerin ifasına muavenet eylerler.”

  1. 1593 sayılı Kanun’un 282. maddesi şöyledir:

 “Bu Kanunda yazılı olan yasaklara aykırı hareket edenler veya zorunluluklara uymayanlara, fiilleri ayrıca suç oluşturmadığı takdirde, ikiyüzelli Türk Lirasından bin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.”

  1. 1593 sayılı Kanun’un 294. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

 “Bu Kanunda yazılı olan idarî para cezaları mahallî mülkî amir tarafından verilir.”

  1. İNCELEME VE GEREKÇE
  2. Mahkemenin 14/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
  3. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
  4. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
  5. Başvurucu, sosyal mesafe kuralını ihlal etmek eylemine istinaden 1593 sayılı Kanun'un 282. maddesi uyarınca tanzim edilen İdari Yaptırım Karar Tutanağı'nın mülki idare amiri yerine yetkisiz kolluk görevlileri tarafından düzenlendiği ve tebliğ edildiği hususunun yargılama sırasında gözardı edildiğini ve benzer olaylara ilişkin olarak farklı kararlar verildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  6. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin somut olayda dile getirilen şikâyetlere benzer ihlal iddialarına ilişkin Anayasa kurallarını yorumladığı kararlarının bulunması ve başvurucunun söz konusu idari para cezasının mali durumuna zarar verdiği veya kendisi için ne denli önemli olduğu hususunda açıklamada bulunmaması karşısında başvurunun anayasal ve kişisel önemden yoksun olma nedeniyle kabul edilemez olarak nitelendirilebileceği belirtilmiştir.
  7. Bakanlık görüşünde ayrıca şikâyete konu sosyal mesafeye uyma tedbirinin devletin bireylerin yaşamlarını koruma şeklindeki pozitif yükümlülüğü kapsamında COVID-19 salgını ile mücadele amacıyla aldığı çeşitli tedbirlerden olduğu, bu tedbirin ilgili İl Hıfzıssıhha Kurulu tarafından 1593 sayılı Kanun'a uygun olarak alındığı ve sosyal mesafeye uyma tedbirine uyulmaması hâlinde idari para cezası uygulanmasının kanuni dayanağının da 1593 sayılı Kanun olduğu belirtilmiştir.
  8. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında bulunmamıştır.
  9. Değerlendirme
  10. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

  1. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, isnat edilen sosyal mesafe kuralını ihlal etme eyleminin ilgili kanunda hukuki dayanağının olmadığı ya da bu eyleme karşılık gelen bir yaptırım bulunmadığı yönünde herhangi bir iddia ileri sürmemiştir. Bu nedenle İdari Yaptırım Karar Tutanağı'nın yetkisiz merci tarafından düzenlendiğine ilişkin itirazın yargılamada dikkate alınmadığı yönündeki iddianın Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı bakımından incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
  2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  3. Başvurucunun ileri sürdüğü ihlal iddialarının niteliği nazara alınarak başvurunun kabul edilebilirlik kriterlerinden biri olan anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriteri yönünden incelenmesi gerekir.
  4. Anayasa Mahkemesi, idari para cezasından kaynaklanan başvurularda gerekçeli karar hakkı yönünden anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriteri kapsamında uygulanan ilkeleriMustafa Mümin Bulun(B. No: 2016/6890, 25/12/2016, §§ 11-23); F.N.G. (B. No: 2014/11928, 21/6/2017, §§ 29-61); Emek Yapı Yat. İnş. Tic. Ltd. Şti. (B. No: 2014/19521, 5/12/2017, §§ 15-29); Ali Rıza Ak (B. No: 2015/15965, 27/6/2018, §§ 15-27) kararlarında göstermiştir. Ancak mevcut başvurunun anayasal önem bakımından yukarıda anılan kararlardan farklı özellikleri olduğu değerlendirilmiştir. Başvuru, tüm dünya ile birlikte ülkemizi de etkisi altına alan COVID-19 salgını ile mücadele kapsamında kamu gücü tarafından alınan tedbirlere aykırılık iddiası ile düzenlenen idari yaptırım kararına yapılan itirazın bu yaptırımı uygulamak ile yetkili kamu makamının hangisi olduğu hususunda bir değerlendirme yapılmadan reddi iddiasına ilişkindir. COVID-19 ile mücadele kapsamında uygulanan tedbirlerin yaygınlığı, çeşitliliği ve yoğunluğu ile Anayasa Mahkemesinin daha önce bireysel başvuru yolu ile yorumlamadığı bir meseleye ilişkin olması nedeniyle başvuru konusu idari yaptırım kararının kesinleşmesine ilişkin yargılama sürecinin incelenmesinde anayasal önem bulunduğu söylenebilir.
  5. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  6. Esas Yönünden
  7. Genel İlkeler
  8. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine"...ile adil yargılanma"ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
  9. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu,§ 76).
  10. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri[GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
  11. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
  12. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri,§§ 35, 39).
  13. Bununla birlikte derece mahkemesinin aynı maddi veya hukuki olguyla ilgili olarak başka bir yargısal karardan farklı bir sonuca ulaşması hâlinde bunun dayanaklarını gerekçeli kararında göstermesi kendisinden beklenir. Anayasa'da güvenceye bağlanan tüm temel hak ve özgürlüklerin yorumunda gözetilmesi gereken temel bir ilke olarak düzenlenen hukuk devleti ilkesi, yargı organlarının aynı maddi veya hukuki olgularla ilgili olarak çelişkili kararlar vermekten mümkün olduğunca kaçınmasını gerekli kılar. Aynı maddi veya hukuki vakıalarla ilgili olarak farklı kararlar verilmesi, hukuk devleti ilkesini zedeleyebileceği gibi kişilerin hukuka olan inancını da zayıflatabilir. Bu nedenle bir maddi veya hukuki vakıa ile ilgili olarak yargısal nitelikte bir kimse lehine karar verildiği ancak yargı merciinin aynı olgu hakkında bu karardan farklı bir sonuca ulaştığı durumlarda bunun gerekçesinin belirtilmesi gerekir. Yargı merciinin bu gibi durumlarda gerekçe gösterme yükümlülüğü, kişilerin hukuka olan güvenlerinin sarsılmaması için hayati öneme sahiptir (Mehmet Köz, B. No: 2018/23430, 27/1/2021, § 27; bazı değişikliklerle birlikte bkz. Mehmet Okyar, B. No: 2017/38342, 13/2/2020, § 29).
  14. Kanun yolu incelemesi yapan mercinin yargılamayı yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşması, bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya atıfla kararına yansıtması kararın gerekçelendirilmiş olması bakımından yeterlidir (Yasemin Ekşi, § 57). Öte yandan itiraz veya temyiz incelemesi sırasında ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların itiraz veya temyiz mercilerince cevapsız bırakılmış olması gerekçeli karar hakkının ihlaline neden olabilir (Caner Kandırmaz, B. No: 2013/3672, 30/12/2014, § 31).
  15. Bir davada tarafların hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması gerekçeli karar hakkıyönünden zorunludur (Sencer Başat ve diğerleri,§§ 38).
  16. İlkelerin Olaya Uygulanması
  17. Diyarbakır İl Hıfzıssıhha Kurulunun 4/4/2020 tarihli kararı ile il genelinde uygulanmasına karar verilen sosyal mesafe kuralına uymadığı gerekçesiyle başvurucu hakkında 1593 sayılı Kanun'un 282. maddesine istinaden İdari Yaptırım Karar Tutanağı düzenlenmiştir. Başvurucu, olay tarihinde sosyal mesafe kuralını ihlal etmediğini ve haksız yere ceza kesildiğini ileri sürerek Bismil Sulh Ceza Hâkimliğinden İdari Yaptırım Karar Tutanağı'nın iptalini talep etmiştir.
  18. Bismil Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucunun isnat edilen kabahati işlediği yönündeki Kolluk Tutanağı dışında bu tutanağı destekler mahiyette görüntü kayıtlarının varlığına ve bu kayıtlardan başvurucu ile birlikte diğer şahısların sosyal mesafe kuralına aykırı hareket edecek şekilde davrandıkları tespitine dayanarak itirazın reddine karar vermiştir.
  19. Başvurucu, bu karara yaptığı itirazında uygulanan idari yaptırım ile ilgili olarak karar merciinin mülki amir olduğunu, kolluk görevlilerinin mülki amirin onayını almadan ceza tayin edip ilgilisine tebliğ edemeyeceğini, benzer bir olaya ilişkin olarak Adana 4. Sulh Ceza Hâkimliğince verilen 2020/2751 Değişik İş sayılı kararın da bu yönde olduğunu ileri sürmüştür. İtiraz mercii, ilk defa itiraz kanun yolunda ileri sürülen bu iddialar ile ilgili herhangi bir değerlendirme yapmaksızın yargılamayı yürüten Hâkimliğin ret kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir.
  20. 1593 sayılı Kanun'un 294. maddesinin “Bu Kanunda yazılı olan idarî para cezaları mahallî mülkî amir tarafından verilir.”şeklinde düzenlenen ikinci fıkrası gözönüne alındığında aynı Kanun'un 282. maddesi uyarınca düzenlenen İdari Yaptırım Karar Tutanağı'nın yetkisiz kolluk görevlilerince tanzim edilmesi nedeni ile hukuka uygun olmadığı yönündeki iddianın itiraz incelemesi yönünden sonuca etkili olduğu, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğu değerlendirilmiştir.
  21. Bismil Sulh Ceza Hâkimliği kararında, idari yaptırım kararının yetki unsuru yönünden hukukiliğine ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmadığı gözönüne alındığında kanun yolu incelemesi yapan Diyarbakır 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin ilk defa itiraz kanun yolu başvurusunda ileri sürülen idari yaptırım kararının yetki unsuru yönünden hukuka aykırı olduğuna ve benzer bir olayda Adana 4. Sulh Ceza Hâkimliğince itiraz eden lehine karar verildiğine ilişkin esaslı iddiaları dikkate alarak inceleyip incelemediği gerekçeli karardan anlaşılamamaktadır.
  22. İtiraz mercii; ret gerekçesinde başvurucu tarafından ilk defa itiraz kanun yolunda ileri sürülen iddiaların hangilerini dikkate aldığını ya da almadığını gösteren ifadeleri özenle seçmemiş ve davanın sonucuna etkili olabilecek iddiaları incelemediği kuşkusuna sebep olacak şekilde başvurucunun anılan esaslı iddiaları hakkında ayrı ve açık bir yanıt vermemiştir. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
  23. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  24. Diğer İhlal İddiaları
  25. Başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden idari yaptırım kararının kesinleşmesi sürecine ilişkin diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
  26. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
  27. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  1. Başvurucu, ihlal tespiti ve yargılamanın yenilenmesi ile birlikte 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
  2. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan([GK]B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
  3. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
  4. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
  5. İncelenen başvuruda gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme (hâkimlik) kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
  6. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, Diyarbakır 3. Sulh Ceza Hâkimliğince yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren ve ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu nedenle kararın bir örneğinin Diyarbakır 3. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
  7. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarını giderilmesi bakımından yeterli görüldüğünden başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
  8. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 487,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.087,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  9. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  3. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama üzere Diyarbakır 3. Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş 2020/3201) GÖNDERİLMESİNE,
  4. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
  5. 487,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.087,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
  6. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  7. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

SENCER BAŞAT VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/7800)

 

Karar Tarihi: 18/6/2014

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Haşim KILIÇ

Başkanvekili

:

Serruh KALELİ

Başkanvekili

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Engin YILDIRIM

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Zühtü ARSLAN

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Serhat ALTINKÖK

 

 

Yunus HEPER

 

 

Recep ÜNAL

 

 

Muharrem İlhan KOÇ

 

 

Özcan ÖZBEY

1. Başvurucu

:

Sencer BAŞAT

2. Başvurucu

:

Aşkın ÖZTÜRK

Vekili

:

Av. Kemal Nevzat GÜLEŞEN

3. Başvurucu

 

Turgut KETKEN

4. Başvurucu

:

Yavuz KILIÇ

Vekili

:

Av. Kemal Nevzat GÜLEŞEN

5. Başvurucu

:

Ökkeş Alp KIRIKKANAT

6. Başvurucu

:

Ali Cengiz ŞİRİN

Vekili

:

Av. Ayfer UZUNIRMAK

7. Başvurucu

:

Bulut Ömer MİMİROĞLU

Vekili

:

Av. Kazım GÖZÜŞİRİN

8. Başvurucu

:

Bayram Ali TAVLAYAN

Vekili

:

Av. Mustafa BAŞAR ENGİN

9. Başvurucu

:

Korcan PULATSÜ

Vekili

:

Av. Ali Fahir KAYACAN

10. Başvurucu

:

Ziya GÜLER

Vekili

:

Av. Ali Fahir KAYACAN

11. Başvurucu

:

Rıdvan ULUGÜLER

Vekili

:

Av. Ali Fahir KAYACAN

12. Başvurucu

:

Beyazıt KARATAŞ

Vekili

:

Av. Ali Fahir KAYACAN

13. Başvurucu

:

Mehmet ELDEM

Vekili

:

Av. Ali Fahir KAYACAN

14. Başvurucu

:

Hüseyin ÇINAR

Vekili

:

Av. Ali Fahir KAYACAN

15. Başvurucu

:

Sefer KURNAZ

Vekili

:

Av. Ali Fahir KAYACAN

16. Başvurucu

:

Berna DÖNMEZ

Vekili

:

Av. Ali Fahir KAYACAN

17. Başvurucu

:

Mehmet Cem ÇAĞLAR

Vekili

:

Av. Ali Fahir KAYACAN

18. Başvurucu

:

Ali Deniz KUTLUK

Vekili

:

Av. Ayşe Gül HANYALOĞLU

19. Başvurucu

:

Mustafa Aydın GÜRÜL

Vekili

:

Av. Ayşe Gül HANYALOĞLU

20. Başvurucu

:

Hasan HOŞGİT

21. Başvurucu

:

Ahmet Sinan ERTUĞRUL

Vekili

:

Av. Günizi DİZDAR

22. Başvurucu

:

Fikret GÜNEŞ

23. Başvurucu

:

Taner BALKIŞ

24. Başvurucu

:

Mustafa KARASABUN

25. Başvurucu

:

Bülent KOCABABUÇ

Vekili

:

Av. Kemal Yener SARAÇOĞLU

26. Başvurucu

:

Osman KAYALAR

Vekili

:

Av. Kemal Yener ŞARAÇOĞLU

27. Başvurucu

:

Recep YILDIZ

Vekili

:

Av. Kemal Yener SARAÇOĞLU

28. Başvurucu

:

Alpar KARAAHMET

Vekili

:

Av. Kemal Yener ŞARAÇOĞLU

29. Başvurucu

:

Nihat ALTUNBULAK

Vekili

:

Av. Kemal Yener SARAÇOĞLU

30. Başvurucu

:

Hakan Mehmet KÖKTÜRK

Vekili

:

Av. Kemal Yener SARAÇOĞLU

31. Başvurucu

:

Ayhan ÜSTBAŞ

Vekili

:

Av. Kemal Yener SARAÇOĞLU

32. Başvurucu

:

Ali Semih ÇETİN

Vekili

:

Av. Şule EROL

33. Başvurucu

:

Cem Aziz ÇAKMAK

Vekili

:

Av. Şule EROL

34. Başvurucu

:

Faruk DOĞAN

Vekili

:

Av. Şule EROL

35. Başvurucu

:

Metin Yavuz YALÇIN

Vekili

:

Av. Şule EROL

36. Başvurucu

:

Ramazan Cem GÜRDENİZ

Vekili

:

Av. Şule EROL

37. Başvurucu

:

Soner POLAT

Vekili

:

Av. Şule EROL

38. Başvurucu

:

Fatih Uluç YEĞİN

Vekili

:

Av. Şule EROL

39. Başvurucu

:

Kürşad Güven ERTAŞ

Vekili

:

Av. Şule EROL

40. Başvurucu

:

Murat ÖZENALP

Vekili

:

Av. Şule EROL

41. Başvurucu

:

Utku ARSLAN

Vekili

:

Av. Şule EROL

42. Başvurucu

:

Hakan İsmail ÇELİKCAN

Vekili

:

Av. Şule EROL

43. Başvurucu

:

Nadir Hakan ERAYDIN

44. Başvurucu

:

İsmail TAŞ

45. Başvurucu

:

Emin KÜÇÜKKILIÇ

46. Başvurucu

:

Ali TÜRKŞEN

Vekili

:

Av. İbrahim ŞAHİNKAYA

 

 

Av. Şeref DEDE

47. Başvurucu

:

Tayfun DUMAN

Vekili

:

Av. Şeref DEDE

48. Başvurucu

:

İbrahim Koray ÖZYURT

Vekili

:

Av. İbrahim ŞAHİNKAYA

 

 

Av. Şeref DEDE

49. Başvurucu

:

Muharrem Nuri ALACALI

Vekili

:

Av. Şeref DEDE

50. Başvurucu

:

Dora SUNGUNAY

Vekili

:

Av. İbrahim ŞAHİNKAYA

 

 

Av. Şeref DEDE

51. Başvurucu

:

Şafak YÜREKLİ

Vekili

:

Av. İbrahim ŞAHİNKAYA

52. Başvurucu

:

İsmail TAYLAN

53. Başvurucu

:

Binali AYDOĞDU

Vekili

:

Av. Nihat Taner ÇATALSAKAL

54. Başvurucu

:

Oğuz TÜRKSOYU

Vekili

:

Av. Osman OĞUZHAN

55. Başvurucu

:

Cemal TEMİZÖZ

Vekili

:

Av. Ünsal AKTAŞ

56. Başvurucu

:

Uğur UZAL

Vekili

:

Av. Emiş Özgür ERYILMAZ

57. Başvurucu

:

Nuri Selçuk GÜNERİ

58. Başvurucu

:

Yusuf AFAT

59. Başvurucu

:

Celal Kerem EREN

60. Başvurucu

:

Berker Emre TOK

61. Başvurucu

:

Erhan KUBAT

62. Başvurucu

:

Ergin SAYGUN

Vekili

:

Av. Metin KAYAÇAĞLAYAN

63. Başvurucu

:

Kubilay AKTAŞ

Vekili

:

Av. Metin KAYAÇAĞLAYAN

64. Başvurucu

:

Armağan AKSAKAL

Vekili

:

Av. Levent TÜRKOĞLU

65. Başvurucu

:

Sinan TOPUZ

Vekili

:

Av. Ali ALTAY

66. Başvurucu

:

Recep Rıfkı DURUSOY

Vekili

:

Av. Deniz ATA

67. Başvurucu

:

Doğan TEMEL

68. Başvurucu

:

Mete DEMİRGİL

69. Başvurucu

:

Aşkın ÜREDİ

Vekili

:

Av. Rahile HORZUM

70. Başvurucu

:

Çetin DOĞAN

Vekili

:

Av. Hüseyin ERSÖZ

71. Başvurucu

:

Ahmet YAVUZ

Vekili

:

Av. Duygun YARSUVAT

 

 

Av. Mehmet Selim YAVUZ

72. Başvurucu

:

Mehmet OTUZBİROĞLU

Vekili

:

Av. Ahmet KÖKSAL

73. Başvurucu

:

Devrim REHBER

Vekili

:

Av. Abdullah KAYA

74. Başvurucu

:

Mustafa KOÇ

Vekili

:

Av. Abdullah KAYA

75. Başvurucu

:

Erdal AKYAZAN

Vekili

:

Av. Selda Uğur AKYAZAN

76. Başvurucu

:

Cenk HATUNOĞLU

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

77. Başvurucu

:

Namık SEVİNÇ

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

78. Başvurucu

:

Mustafa İLHAN

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

79. Başvurucu

:

Süleyman Namık KURŞUNCU

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

80. Başvurucu

:

Yalçın ERGÜL

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

81. Başvurucu

:

Mehmet ERKORKMAZ

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

82. Başvurucu

:

Hüseyin DİLAVER

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

83. Başvurucu

:

Şenol BÜYÜKÇAKIR

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

84. Başvurucu

:

Erhan ŞENSOY

85. Başvurucu

:

Bülent GÜNÇAL

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

86. Başvurucu

:

Gürkan YILDIZ

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

87. Başvurucu

:

Ayhan GÜMÜŞ

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

88. Başvurucu

:

Ahmet ERDEM

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

89. Başvurucu

:

Kubilay BALOĞLU

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

90. Başvurucu

:

Atilla ÖZLER

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

91. Başvurucu

:

Rasim ARSLAN

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

92. Başvurucu

:

Çetin CAN

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

93. Başvurucu

:

Turgut ATMAN

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

94. Başvurucu

:

Cengiz KÖYLÜ

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

95. Başvurucu

:

Yusuf Volkan YÜCEL

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

96. Başvurucu

:

Necdet Tunç SÖZEN

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

97. Başvurucu

:

Osman BAŞIBÜYÜK

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

98. Başvurucu

:

Cahit Serdar GÖKGÖZ

Vekili

:

Av. Serhad ZENGİNPEDÜK

99. Başvurucu

:

Halit Nejat AKGÜNER

Vekili

:

Av. Refik Ali UÇARCI

100. Başvurucu

:

Dursun ÇİÇEK

Vekili

:

Av. İrem ÇİÇEK

101. Başvurucu

:

Hayri GÜNER

102. Başvurucu

:

Ahmet Feyyaz ÖĞÜTCÜ

103. Başvurucu

:

Hüseyin HOŞGİT

104. Başvurucu

:

Ali Yasin TÜRKER

105. Başvurucu

:

Levent Kerim UÇA

106. Başvurucu

:

Bülent OLCAY

107. Başvurucu

:

Zafer Erdim İNAL

108. Başvurucu

:

Erdinç ALTINER

109. Başvurucu

:

Mehmet Cem OKYAY

110. Başvurucu

:

Mehmet Baybars KÜÇÜKATAY

111. Başvurucu

:

Mustafa Erhan PAMUK

112. Başvurucu

:

Ümit ÖZCAN

113. Başvurucu

:

Engin BAYKAL

114. Başvurucu

:

Lütfü SANCAR

115. Başvurucu

:

Nuri ÜSTÜNER

116. Başvurucu

:

Ahmet KÜÇÜKŞAHİN

117. Başvurucu

:

Nuri Ali KARABABA

118. Başvurucu

:

Haldun ERMİN

Vekili

:

Av. Ali SEZENOĞLU

119. Başvurucu

:

Derya ÖN

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

120. Başvurucu

:

Mehmet AYGÜN

Vekili

:

Av. Mete KUBİLAY

121. Başvurucu

:

Aykar TEKİN

122. Başvurucu

:

Mustafa ÖNSEL

Vekili

:

Av. Ziya KARA

123. Başvurucu

:

Erdem Caner BENER

Vekili

:

Av. Abdullah Alp ARSLANKURT

124. Başvurucu

:

Engin KILIÇ

125. Başvurucu

:

Refik Levent TEZCAN

126. Başvurucu

:

Kemalettin YAKAR

127. Başvurucu

:

Yaşar Barbaros BÜYÜKSAĞNAK

128. Başvurucu

:

Kıvanç KIRMACI

129. Başvurucu

:

Mustafa Haluk BAYBAŞ

130. Başvurucu

:

Levent ÇEHRELİ

131. Başvurucu

:

Ayhan Türker KOÇPINAR

132. Başvurucu

:

Fahri Can YILDIRIM

133. Başvurucu

:

Bahadır Mustafa KAYALI

134. Başvurucu

:

Ertuğrul UÇAR

135. Başvurucu

:

Mesut Zafer SARI

136. Başvurucu

:

Ercan İRENÇİN

137. Başvurucu

:

İhsan BALABANLI

Vekili

:

Av. Ziya KARA

 

 

Av. Ramazan BULUT

138. Başvurucu

:

Hanifi YILDIRIM

Vekili

:

Av. Ziya KARA

139. Başvurucu

:

Bekir MEMİŞ

Vekili

:

Av. Ramazan BULUT

140. Başvurucu

:

Kahraman DİKMEN

Vekili

:

Av. Mahir IŞIKAY

141. Başvurucu

:

Hüseyin TOPUZ

Vekili

:

Av. Mahir IŞIKAY

142. Başvurucu

:

Mehmet Cem KIZIL

143. Başvurucu

:

Taylan ÇAKIR

Vekili

:

Av. Hasan Adil ATABAY

144. Başvurucu

:

Hasan ÖZYURT

145. Başvurucu

:

Murat ÜNLÜ

146. Başvurucu

:

Hannan ŞAYAN

147. Başvurucu

:

Alpay ÇAKARCAN

148. Başvurucu

:

İbrahim Özdem KOÇER

149. Başvurucu

:

Mehmet Ferhat ÇOLPAN

150. Başvurucu

:

Aydın SEZENOĞLU

151. Başvurucu

:

Aziz YILMAZ

Vekili

:

Av. Mahir IŞIKAY

152. Başvurucu

:

Rafet OKTAR

153. Başvurucu

:

Nail İLBEY

Vekili

:

Av. Mahir IŞIKAY

154. Başvurucu

:

Ahmet DİKMEN

155. Başvurucu

:

Ergün BALABAN

156. Başvurucu

:

Ayhan GEDİK

157. Başvurucu

:

Bülent TUNÇAY

Vekili

:

Av. Cengiz ERDOĞAN

158. Başvurucu

:

Önder ÇELEBİ

159. Başvurucu

:

Yusuf KELLELİ

Vekili

:

Av. Mahir IŞIKAY

160. Başvurucu

:

Servet BİLGİN

161. Başvurucu

:

Ali DEMİR

Vekili

:

Av. Mahir IŞIKAY

162. Başvurucu

:

Hakan SARGIN

Vekili

:

Av. Mahir IŞIKAY

163. Başvurucu

:

Erdinç ATİK

Vekili

:

Av. Mahir IŞIKAY

164. Başvurucu

:

Murat ÖZÇELİK

Vekili

:

Av. Mahir IŞIKAY

165. Başvurucu

:

Ümit METİN

Vekili

:

Av. Naim KARAKAYA

166. Başvurucu

:

Hüseyin ÖZÇOBAN

Vekili

:

Av. Mahir IŞIKAY

167. Başvurucu

:

Mücahit ERAKYOL

168. Başvurucu

:

Salim Erkal BEKTAŞ

Vekili

:

Av. İlkay SEZER

169. Başvurucu

:

Şükrü SARIIŞIK

Vekili

:

Av. Osman TOPÇU

170. Başvurucu

:

Nejat BEK

Vekili

:

Av. İlkay SEZER

171. Başvurucu

:

Bilgin BALANLI

Vekili

:

Av. İlkay SEZER

172. Başvurucu

:

Meftun HIRACA

Vekili

:

Av. Naim KARAKAYA

173. Başvurucu

:

Deniz CORA

Vekili

:

Av. Naim KARAKAYA

174. Başvurucu

:

Engin ALAN

Vekili

:

Av. Yakup AKYÜZ

175. Başvurucu

:

Serdar Okan KIRÇİÇEK

Vekili

:

Av. İhsan Nuri TEZEL

176. Başvurucu

:

Taner GÜL

Vekili

:

Av. Atakay BALA

 

 

Av. Şule EROL

177. Başvurucu

:

Halil İbrahim FIRTINA

Vekili

:

Av. Hasan Fehmi DEMİR

 

 

Av. Kazım Yiğit AKALIN

178. Başvurucu

:

Osman Fevzi GÜNEŞ

Vekili

:

Av. İlkay SEZER

179. Başvurucu

:

Turgay ERDAĞ

Vekili

:

Av. İhsan Nuri TEZEL

180. Başvurucu

:

Memiş Yüksel YALÇIN

Vekili

:

Av. İlkay SEZER

181. Başvurucu

:

Özden ÖRNEK

Vekili

:

Av. Turgay SARIAKÇALI

182. Başvurucu

:

Ayhan TAŞ

Vekili

:

Av. Hilal DEMİRELLİ

 

 

Av. İlkay SEZER

183. Başvurucu

:

Mehmet Cenk DALKANAT

Vekili

:

Av. Turgay SARIAKÇALI

184. Başvurucu

:

Ramazan Kamüran GÖKSEL

Vekili

:

Av. Hüseyin Mitat TOMBAK

185. Başvurucu

:

Tuncay ÇAKAN

186. Başvurucu

:

Ali Sadi ÜNSAL

Vekili

:

Av. Hüseyin Mitat TOMBAK

187. Başvurucu

:

Behzat BALTA

Vekili

:

Av. Salim ŞEN

188. Başvurucu

:

Gürkan KOLDAŞ

Vekili

:

Av. Derya ERDOĞAN

189. Başvurucu

:

Mehmet Seyfettin ALEVCAN

Vekili

:

Av. İhsan Nuri TEZEL

190. Başvurucu

:

Kadri Sonay AKPOLAT

191. Başvurucu

:

Ahmet HACIOĞLU

Vekili

:

Av. Mustafa KARADENİZ

192. Başvurucu

:

Mehmet ÖRGEN

Vekili

:

Av. İhsan Nuri TEZEL

193. Başvurucu

:

Abdullah GAVREMOĞLU

194. Başvurucu

:

Ender GÜNGÖR

Vekili

:

Av. İhsan Nuri TEZEL

195. Başvurucu

:

Onur ULUOCAK

196. Başvurucu

:

Özgür Ecevit TAŞCI

197. Başvurucu

:

Murat SAKA

Vekili

:

Av. İhsan Nuri TEZEL

198. Başvurucu

:

Hakan BÜYÜK

Vekili

:

Av. Celal ÜLGEN

199. Başvurucu

:

Ahmet Bertan NOGAYLAROĞLU

Vekili

:

Av. Celal ÜLGEN

200. Başvurucu

:

Süha TANYERİ

Vekili

:

Av. Celal ÜLGEN

201. Başvurucu

:

Cemalettin BOZDAĞ

Vekili

:

Av. İhsan Nuri TEZEL

202. Başvurucu

:

Ahmet Zeki ÜÇOK

Vekili

:

Av. Celal ÜLGEN

 

 

Av. Serkan GÜNEL

203. Başvurucu

:

Mehmet Koray ERYAŞA

Vekili

:

Av. Murat ERGÜN

204. Başvurucu

:

Turgay YAMAÇ

Vekili

:

Av. Murat ERGÜN

205. Başvurucu

:

Abdullah Can ERENOĞLU

Vekili

:

Av. Murat ERGÜN

206. Başvurucu

:

Kadir SAĞDIÇ

Vekili

:

Av. Murat ERGÜN

207. Başvurucu

:

Mehmetfatih İLĞAR

Vekili

:

Av. Murat ERGÜN

208. Başvurucu

:

Davut İsmet ÇINKI

Vekili

:

Av. Hasan Fehmi DEMİR

209. Başvurucu

:

Özer KARABULUT

210. Başvurucu

:

Nedim Güngör KURUBAŞ

Vekili

:

Av. Haluk PEKŞEN

211. Başvurucu

:

Mehmet Fikri KARADAĞ

Vekili

:

Av. Nevzat ÇETİN

212. Başvurucu

:

Yusuf Ziya TOKER

Vekili

:

Av. Yahya KOÇ

213. Başvurucu

:

Derya GÜNERGİN

214. Başvurucu

:

Hasan Fehmi CANAN

Vekili

:

Av. Ahmet KOÇ

215. Başvurucu

:

Mehmet Kaya VAROL

Vekili

:

Av. Muzaffer DEĞİRMENCİ

216. Başvurucu

:

Gürbüz KAYA

Vekili

:

Av. Ahmet KOÇ

217. Başvurucu

:

İzzet OCAK

Vekili

:

Av. Muammer KÜÇÜK

218. Başvurucu

:

Mustafa Korkut ÖZARSLAN

Vekili

:

Av. Mehmet Tolga AKALIN

219. Başvurucu

:

Haydar Mücahit ŞİŞLİOĞLU

220. Başvurucu

:

Yurdaer OLCAN

221. Başvurucu

:

Halil KALKANLI

222. Başvurucu

:

Suat AYTIN

Vekili

:

Av. Muammer KÜÇÜK

223. Başvurucu

:

Abdülkadir ERYILMAZ

224. Başvurucu

:

Mehmet YOLERİ

Vekili

:

Av. Eyyup Sabri GÜRSOY

225. Başvurucu

:

Fahri Yavuz URAS

226. Başvurucu

:

Faruk Oktay MEMİOĞLU

227. Başvurucu

:

Ender KAHYA

228. Başvurucu

:

Gürsel ÇAYPINAR

Vekili

:

Av. Alp ÇAKMUT

229. Başvurucu

:

Mehmet ULUTAŞ

Vekili

:

Av. Durgut CAN

230. Başvurucu

:

Mustafa ÇALIŞ

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvurucular, 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147. maddesinde düzenlenen Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren Iskat veya Vazife Görmekten Men suçuna teşebbüsten İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen yargılama ve yargılama sonunda verilen mahkûmiyet kararı nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkı ile Anayasa’nın 19. maddesinde koruma altına alınan özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru dilekçeleri ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyonlara sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
  5. Komisyonlarca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına, dosyaların Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. 2013/7800 numaralı başvuruya ilişkin olarak Birinci Bölüm, 14/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. 2013/8282 numaralı başvuruya ilişkin olarak İkinci Bölüm, 7/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
  6. 2013/7800 ve 2013/8282 numaralı başvuruların konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Adalet Bakanlığı başvuruya ilişkin görüşlerini 10/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüşler başvuruculara bildirilmiş başvurucular, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuşlardır.
  7. Bölümler, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurular hakkında ivedilikle karar verilmesini gerekli görerek Bakanlık cevapları beklenilmeden incelenmesine ve başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanmasını gerekli gördüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar vermiştir.
  8. Aşağıda numaraları belirtilen;

2013/7742, 2013/7743, 2013/7796, 2013/7801, 2013/7814, 2013/7818, 2013/7867, 2013/7878, 2013/7879, 2013/7880, 2013/7881, 2013/7882, 2013/7883, 2013/7884, 2013/7885, 2013/7886, 2013/7891, 2013/7892, 2013/7897, 2013/7914, 2013/7955, 2013/7956, 2013/7957, 2013/7972, 2013/7973, 2013/7974, 2013/7975, 2013/7976, 2013/7978, 2013/7980, 2013/7981, 2013/7982, 2013/7993, 2013/7995, 2013/7997, 2013/7999, 2013/8000, 2013/8001, 2013/8002, 2013/8003, 2013/8004, 2013/8005, 2013/8008, 2013/8009, 2013/8012, 2013/8014, 2013/8015, 2013/8016, 2013/8017, 2013/8018, 2013/8019, 2013/8020, 2013/8021, 2013/8022, 2013/8023, 2013/8024, 2013/8025, 2013/8026, 2013/8027, 2013/8050, 2013/8051, 2013/8052, 2013/8066, 2013/8067, 2013/8072, 2013/8076, 2013/8077, 2013/8078, 2013/8079, 2013/8080, 2013/8081, 2013/8082, 2013/8083, 2013/8084, 2013/8085, 2013/8086, 2013/8087, 2013/8088, 2013/8089, 2013/8092, 2013/8093, 2013/8094, 2013/8095, 2013/8096, 2013/8097, 2013/8099, 2013/8101, 2013/8103, 2013/8197, 2013/8198, 2013/8205, 2013/8206, 2013/8208, 2013/8209, 2013/8205, 2013/8206, 2013/8208, 2013/8209, 2013/8210, 2013/8211, 2013/8212, 2013/8213, 2013/8214, 2013/8215, 2013/8216, 2013/8217, 2013/8218, 2013/8219, 2013/8220, 2013/8221, 2013/8224, 2013/8225, 2013/8226, 2013/8227, 2013/8228, 2013/8229, 2013/8230, 2013/8231, 2013/8232, 2013/8233, 2013/8234, 2013/8235, 2013/8236, 2013/8237, 2013/8238, 2013/8239, 2013/8240, 2013/8241, 2013/8242, 2013/8243, 2013/8244, 2013/8245, 2013/8246, 2013/8247, 2013/8248, 2013/8249, 2013/8250, 2013/8251, 2013/8252, 2013/8253, 2013/8254, 2013/8257, 2013/8258, 2013/8259, 2013/8260, 2013/8261, 2013/8262, 2013/8263, 2013/8264, 2013/8265, 2013/8266, 2013/8267, 2013/8268, 2013/8269, 2013/8270, 2013/8271, 2013/8272, 2013/8273, 2013/8274, 2013/8275, 2013/8276, 2013/8277, 2013/8278, 2013/8279, 2013/8280, 2013/8281, 2013/8282, 2013/8283, 2013/8284, 2013/8285, 2013/8286, 2013/8287, 2013/8288, 2013/8289, 2013/8290, 2013/8291, 2013/8292, 2013/8293, 2013/8294, 2013/8295, 2013/8296, 2013/8297, 2013/8298, 2013/8299, 2013/8300, 2013/8301, 2013/8302, 2013/8303, 2013/8304, 2013/8305, 2013/8306, 2013/8307, 2013/8308, 2013/8309, 2013/8310, 2013/8311, 2013/8312, 2013/8313, 2013/8314, 2013/8315, 2013/8317, 2013/8327, 2013/8328, 2013/8340, 2013/8352, 2013/8375, 2013/8376, 2013/8377, 2013/8383, 2013/8401, 2013/8436, 2013/8439, 2013/8440, 2013/8441, 2013/8453, 2013/8468, 2013/8993, 2013/9109, 2014/188, 2014/263, 2014/1223, 2014/1335, 2014/2723, 2014/5035 sayılı başvuruların konu bakımından aynı nitelikte bulunmaları nedeniyle 2013/7800 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Olaylar
  2. Başvuru formlarında ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
  3. 20-21 Ocak 2010 tarihlerinde ulusal yayın yapan günlük bir gazetede “Fatih Camii Bombalanacaktı - İki Yüz Bin Kişiye Tutuklama” başlıklı haberlerin yayınlanmasından sonra, haberi yapan gazeteci tarafından 21/1/2010 tarihinde habere dayanak teşkil eden 3 adet DVD ve 1 adet CD, 29/1/2010 tarihinde de 19 adet CD, 10 adet ses kaseti ve 2229 sayfalık belge İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmiştir.
  4. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma kapsamında el konulan 11 nolu CD’de 1. Ordu, 2, 3, 5 ve 15. Kolordular, Donanma, Harp Akademileri, Bursa ve İstanbul Jandarma Bölge Komutanlıklarınca hazırlanan harekât ve tedhiş planları, listeler ile 2003 yılı plan seminerine ait bir kısım yazışmalar, 16 nolu CD’de Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetince yapılan bazı atamalar hakkında bilgiler, 17 nolu CD’de ise 11 nolu CD’de bulunan harekât ve tedhiş planlarının bulunduğu değerlendirilmiştir.
  5. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2/7/2010 tarih ve 2010/420 sayılı iddianamesiyle 196 sanık hakkında 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147, 61/1, 31, 33, 40. maddeleri kapsamında kamu davası açılmıştır. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/7/2010 tarihli iddianamenin kabulü ve tensip kararı sonrası 16/12/2010 tarihli duruşmayla yargılama başlamıştır.
  6. Yargılama sürecinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 16/6/2011 tarih ve 2011/288 sayılı iddianamesiyle 28 sanık hakkında, 11/11/2011 tarih ve 2011/554 sayılı iddianamesiyle 143 sanık hakkında Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs suçundan açılan davalar, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/283 Esas sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Üç ayrı iddianameyle açılan ve birleştirilen dava kapsamında 367 sanık hakkında yargılama yapılmıştır.
  7. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/9/2012 tarih ve E.2010/283, K.2012/245 sayılı kararıyla, yargılanan 36 sanık hakkında beraat, başvurucuların da aralarında olduğu 325 sanık hakkında ise Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs suçundan 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147. ve 61. maddeleri gereğince mahkumiyet kararı verilmiştir.
  8. Temyiz incelemesi sonunda, başvurucuların da aralarında olduğu 237 sanık hakkındaki mahkûmiyet kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 9/10/2013 tarih ve E.2013/9110, K.2013/12351 sayılı ilamıyla düzeltilerek onanmıştır. Ayrıca, 36 sanık hakkındaki beraat kararı onanmış, 88 sanık hakkındaki mahkûmiyet kararı ise ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi veya beraat kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
  9. İlgili Hukuk
  10. Mahkumiyetesas alınan suç tarihinde yürürlükte olan 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147. maddesi şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlereağırlaştırılmış müebbet ağır hapiscezası hükmolunur.”

  1. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 171. maddesi şöyledir:

125, 131, 133, 146, 147, 149 ve 156 ncı maddelerde yazılı cürümlerden birini veya bazılarını hususi vasıtalarla işlemek üzere bir kaç kişi aralarında gizlice ittifak ederlerse bunlardan her biri aşağıda yazılı cezaları görür.

1 - Yukarıdaki fıkrada yazılı ittifak 125, 131, 133 ve 156 ncı maddelerde yazılı cürümlerin yapılmasına dair ise sekiz seneden on beş seneye kadar ağır hapis cezası hükmolunur.

 2 - Bu ittifak 146 ve 147 nci maddelerde gösterilen cürümlerin icrasına müteallik ise dört seneden on iki seneye ve 149 uncu maddede gösterilen cürümlerin icrasına aid ise üç seneden yedi seneye kadar ağır hapis cezası verilir.

 Cürmün icrasına ve kanuni takibata başlanmazdan evvel bu ittifaktan çekilenler ceza görmezler.”

  1. İNCELEME VE GEREKÇE
  2. Mahkemenin 18/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru dosyası incelenerek gereği düşünüldü:
  3. Başvurucuların İddiaları
  4. Başvurucular,
  5. Soruşturma ve kovuşturma boyunca tutuklu olarak tutulduklarını, adli kontrol taleplerinin kalıplaşmış gerekçelerle ve sistematik olarak reddedildiğini ve bu sebeple Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini,
  6. Dijital deliller üzerinde yapılan bilirkişi incelemesinin yeterli olmadığını ve tekrarlanmasına ilişkin taleplerin reddedildiğini,

 iii. Bilirkişi raporları arasındaki çelişkiler nedeniyle ortaya çıkan delillerin sıhhati konusundaki tereddütlere rağmen mahkûm edildiklerini,

  1. Kendilerine isnat edilen suçun işlenmesine anılan tarihte görevde olan Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından engel olunduğunun kabul edilmesi nedeniyle bu kişilerin tanıklık yapmak üzere davet edilmeleri taleplerinin reddedildiğini,
  2. Delillerin ortaya konulması ve tartışılması safhasının usulünce yerine getirilmediğini,
  3. Hükmün, sanık müdafileri olmaksızın verildiğini ve Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki mütalaasına karşı beyanda bulunmak üzere sanıklara yeterli süre verilmediğini,

 vii. Duruşma salonunda uygulanan oturum düzeni ve duruşma sırasında yapılan ses kaydı nedeniyle başkaları tarafından duyulmadan avukatla iletişim kurarak müdafi yardımından yararlanamadıklarını,

 viii. Hukuka aykırı olarak elde edilen, gerçek dışı delillere dayanılarak mahkûm edildiklerini,

  1. Soruşturma aşamasında tutuklama kararı veren hâkimlerin yargılamaya katılmaları nedeniyle mahkemenin tarafsızlığı ilkesinin ihlal edildiğini,
  2. İlk Derece Mahkemenin görevli ve yetkili olmadığını,
  3. Duruşma salonunun konum itibariyle uzaklığının, duruşma salonuna erişimin zorluğunun, girişte alınan güvenlik önlemlerinin, duruşmaların aleniyetini ihlal ettiğini,

 xii. Haklarında yeterli somut delil bulunmaksızın kolektif gerekçelere dayanılarak mahkûm edildiklerini, darbe planlarının sunulduğu plan seminerine katılmadıklarına veya o tarihlerde yurtdışında görevde olmak vb. engelleyici nedenlerinin olduğunu, dijital verilerin kendileri ile illiyet bağlarının ispatlanamadığını,

 xiii. Derece mahkemesi kararının temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay’ca verilen düzeltilerek onama kararının gerekçesinin yeterli olmadığını,

 xiv. Kendileriyle aynı durumda olan bir kısım şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı, bir kısmı sanıklar hakkında da beraat kararı verildiğini, söz konusu plan seminerine katılmadıklarını, buna karşın dava konusu plan seminerine katılan, ortaya çıkan ses kayıtlarını kabul eden, dava konusu dijital verilerin üst veri yollarında isimleri olan ve bu şekilde eylemleri sabit görülerek mahkum edilen bir kısım sanıkların gerekçesiz olarak Yargıtay tarafından mahkumiyet hükümlerinin bozulduğunu,

  1. Sabit kabul edilen eylemlerinin yanlış vasıflandırıldığını, hazırlık hareketlerinin icra hareketi olarak değerlendirildiğini ve temel cezanın yanlış belirlendiğini,

 xvi. Başvurucular tarafından alınan bilirkişi raporları ile başvurucuların isteği üzerine dinlenen bilirkişi beyanlarının mahkûmiyet kararının dayanağı olan dijital delillerin manipülasyona açık olduğunu ortaya koymasına rağmen bu delillere dayanarak mahkûmiyet kararı verildiğini,

Belirterek, Anayasa’nın 10. maddesinde güvence altına alınan eşitlik ilkesinin, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılama hakkının ve Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

  1. Değerlendirme
  2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  3. Tutuklulukla İlgili Şikâyetler
  4. Soruşturma ve kovuşturma boyunca tutuklu olarak tutulduklarını, adli kontrol taleplerinin kalıplaşmış gerekçelerle reddedildiğini ve bu sebeple Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
  5. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

  1. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkeme’nin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/832, § 14, 12/2/2013).
  2. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
  3. Ancak, başvurunun kabul edilebilir bulunabilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları da gerekmektedir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür.
  4. Somut olayda başvurucuların mahkûmiyet kararının açıklandığı 21/9/2012 tarihinde tutukluluk halleri sona ermiştir. Buna göre tutuklulukla ilgili şikâyetlerin bir bütün olarak başvurucular hakkında hüküm verilmeden önceki dönemde kesinleşen kararlara ilişkin olduğu açıktır.
  5. Başvurucuların tutukluluk halleri davanın esasına ilişkin kararın açıklanmasıyla birlikte sona ermiş ve başvuruculara isnat olunan suç sabit görülerek cezalandırılmalarına hükmedilmiştir. Dolayısıyla, hükmen tutukluluğa itiraz incelemesinin 23/9/2012 tarihinden sonra gerçekleştirilmiş olmasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 35).
  6. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların tutukluluğa ilişkin şikâyetlerine konu olan kararların Anayasa Mahkemesinin yetkisinin başladığı tarihten önce kesinleştiği anlaşıldığından, başvuruların bu kısmının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
  7. Tanık Dinlenmesi Talepleri ve Dijital Delillerin Değerlendirilmesine İlişkin Şikâyetler
  8. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmeyen başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  9. Esas Yönünden
  10. Dijital Delillerin Değerlendirilmesine İlişkin Şikâyetler
  11. Başvurucuların bu başlık altındaki şikâyetleri özetle şöyledir:
  12. Bilirkişi raporları ile mahkûmiyet kararının dayanağı olan Eskişehir’de ele geçirilen flaş bellek, Gölcük Donanma Komutanlığında ele geçirilen CD’ler ve harddisklerin 2003 yılında oluşturulduğu iddia edildiği halde bu depolama araçlarında yer alan verilerin 2007 yılına ait bir program olan Microsoft Office 2007 programı ile yazılmış olmasının belgelerin sahteliğini kanıtladığı,
  13. Savunma tarafınca yurtiçi ve yurtdışındaki çeşitli üniversite ve bağımsız kuruluşlardan alınan bilirkişi raporlarının mahkûmiyet kararının temel dayanağı olan dijital verilerdeki manipülasyonları ortaya koyduğu ve dijital veriler üzerinde ikibine yakın çelişkiyi ortaya çıkardığı halde İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtayca bu raporların dikkate alınmayarak dijital belgelerin ilk oluşturuldukları gibi orijinal olduğu şeklindeki TÜBİTAK raporuna dayandığı,

 iii. Mahkeme tarafından itibar edildiği gerekçeli hükümde kabul ve ifade edilen TÜBİTAK görevlilerince düzenlenmiş raporlarda ve mahkemeye sunulan uzman raporlarında ortak görüş olarak ifade edilen; dijital bir verinin kullanıcı dosya yollarının, oluşturulma ve son kaydedilme tarihlerinin kolaylıkla değiştirilebileceği veya manipüle edilebileceği ya da eski tarihli olarak sonradan düzenlenebileceği gerçeği karşısında, bir gazeteci olan M.B. tarafından savcılığa teslim edilen 11, 16 ve 17 no.lu CD’ler içerisinde yer alan imzasız dijital verilerin, verilerde isimleri yazılı kişi veya sanıklar bakımından hukuka uygun şekilde elde edilmiş bir delil olarak kabul edilmesinin adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğu,

  1. Delil olarak ileri sürülen tüm dijital materyaller ile ilgili olarak kapsamlı bir bilirkişi incelemesi yaptırtılması taleplerinin davaya bir katkı sağlamayacağı gerekçesiyle reddedilmiş olmasının savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olduğu, ileri sürülmüştür.
  2. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

  1. AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.

  1. Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için, davaya bakan mahkemelerin Anayasa’nın 36. maddesine göre “tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi” vardır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dulaurans/Fransa,B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımı, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel şikayetlerini incelemekten kaçınmalarına neden olması halinde Sözleşme’nin 6. maddesi davanın düzgün bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (bkz. Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84-85).
  2. Öte yandan mahkemelerin, başvurucuların önemli bazı iddialarına yanıt vermemiş olması, kişinin iddialarının incelenmesi hakkının yanında, adil yargılanma hakkının önemli gerekliliklerinden biri olan mahkemelerin kararı gerekçelendirme yükümlülüğü ile de ilişkilidir. Zira bir muhakemede usule ilişkin koruma sağlayan adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri olan gerekçeli karar hakkı da kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır.
  3. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında, Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir (bkz. B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 49).
  4. Derece Mahkemeleri, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak geniş bir takdir yetkisine sahiptirler. Özellikle taraflarca ileri sürülen kanıtların kabulü ve değerlendirilmesi öncelikle derece mahkemelerinin görevidir (bkz. Van Mechelen ve Diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50). Bu nedenle, açıkça keyfi olmadıkça, belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına, değerlendirme şekline veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermek, Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (benzer değerlendirmeler için bkz. GarciaRuiz /İspanya, B.No. 30544/96, 21/1/1996, § 28).
  5. Buna karşın mahkemeler, “kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme” yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra (bkz. Hadjıanastassıou/Yunanistan,B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33), tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir.
  6. Mahkemelerin bu yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya, karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz (bkz. B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26). Bu nedenle, bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir.
  7. Ayrıca, insan haklarına ilişkin güvencelerin soyut ve teorik olarak değil, uygulamada ve etkili bir şekilde sağlanması gerekir. Buna göre, mahkemelerin ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Diğer bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır.
  8. Makul gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (bkz. B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24). Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve argümanları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte, bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması şart değildir. Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene sahip olması gerekmektedir.
  9. Zira bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli karar hakkı” yönünden zorunludur.
  10. Aksi bir tutumla, mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgilive yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir.
  11. Başvurucular somut davada, bir gazeteci tarafından Cumhuriyet Savcılığına teslim edilen 11, 16 ve 17 nolu CD’ler ile Gölcük Donanma Komutanlığında bulunan 5 nolu harddisk ve Eskişehir’de bir sanığın evinde bulunan flash bellekte yer alan dijital verilerin sahte olarak oluşturulduklarını, bu verilerde pek çok manipülasyon yapıldığını, savunma tarafınca yurtiçi ve yurtdışındaki çeşitli üniversite ve bağımsız kuruluşlardan alınan bilirkişi raporlarında mahkûmiyet kararının temel dayanağı olan dijital verilerdeki manipülasyonların ortaya konulduğunu ve dijital veriler üzerinde ikibine yakın çelişkinin ortaya çıkartıldığını, buna rağmen İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtayın bu raporları dikkate almadığını ve dikkate almama nedenlerinin makul bir gerekçeyle izah etmediklerini ileri sürmüşlerdir.
  12. Başvurucuların, esas olarak sanıklardan elde edilmemiş, Türk Silahlı Kuvvetlerinde bulunan bir bilgisayarda hazırlandığı kanıtlanamamış, zaman, mekan ve muhteva çelişkileri bulunan ve bu sebeple esas itibariyle sahte olarak oluşturulmuş dijital belgelere dayanarak suçlandıkları yolundaki savunmalarına karşı Mahkemenin aşağıda özetlenen gerekçelerinin makul, başka bir deyişle yeterince açık ve yeterli olup olmadığının tespiti için başvurucular tarafından sunulan bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarının denetlenebilir, makul yanıtının verilmesi gerekir (bkz. gerekçeli karar, s.874-904).
  13. Özet olarak İlk Derece Mahkemesi, elde edilen dijital belgelere ilişkin olarak hazırlanan bilirkişi raporlarından yalnızca Cumhuriyet savcılığınca soruşturma aşamasında TÜBİTAK uzmanlarınca hazırlanan bilirkişi raporu ile arama ve el koyma tedbirleri sırasında ele geçirilen delillerin tespitine yönelik üç raporu hükme esas almış, başvurucular tarafından alınmış olan bilirkişi raporları ile duruşmada dinlenen uzman mütalaalarının hiçbirine itibar etmemiştir. Mahkeme, başvurucular tarafından sunulan tüm rapor ve mütalaaların özünün dijital veriler üzerinde değişiklik yapıldığına ilişkin olduğunu, kendisinin de bu değişiklik işlemini zaten kabul ettiğini, rapor ve uzman mütalaalarının bunun dışındaki kısımlarında ise “dijital verilerin delil olamayacağı yönünde ve adeta sanık müdafii gibi ayrıntılı tespitlerde bulunmuş ve tüm çabaları ile bu delilleri çürütmeye çalışmış” olmaları nedeniyle bu bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarının hükme esas alınamayacağını belirtmiştir.
  14. İlk Derece Mahkemesi, başvurucular tarafından sunulan rapor ve mütalaalara rağmen dijital verileri hükme esas alma nedenini şu hususlara dayandırmıştır (bkz. gerekçeli karar, s.1036-1044)

Mahkeme;

  1. Üç ayrı yerden elde edilen dijital delillerin birbirlerini doğrular içeriklere sahip olduğu;
  2. Belgelerde zaman çelişkilerinin bulunduğu ve 2003 yılından sonraki tarihlerdeki olaylara ilişkin bilgilerin olduğu doğru ise de 2003 yılından sonra oluşturulmuş olan belgelerin Balyoz Harekat Planı, Eylem Planları ve ses kayıtlarında yer alan bilgilerin güncelleneceği yönündeki talimatların yerine getirilmesinden ibaret olduğu ve 2003 yılından sonra da plan, bilgi ve listelerin güncelleştirildiği;
  3. Balyoz Planında yazışma kurallarına riayet edilmediği, evraklarda imla hataları ile askeri yazışma ilkelerine aykırılıklar bulunduğu, bu nedenle de Balyoz Harekat Planının sahte olduğu iddiasına karşın insan unsurunun bulunduğu her yerde yazım hatası ya da imla yanlışlıklarının olabileceği, hukuk dışı bir yapılanma içerisinde yazışmaların bir düzen ve intizam içerisinde olmasının, askeri yazışma ilkelerinin geçerli olmasının beklenemeyeceği;
  4. Balyoz Harekat Planı kapsamındaki cunta yapılanmasının elinde bulunan dijital belgelerin veri yollarında, yazar bilgilerinde uygunsuzluk olmasının, dijital verilerin delil olma niteliğini tek başına ortadan kaldırmayacağı, sanıkların birçok konuyu öngördükleri ve bu kapsamda mevzuat çalışmaları yaptıkları, hata kod tabloları ve ihtimalat planları hazırladıkları, gerek sanıkların belgelerin oluşturulma aşamasında gerekse sanıkların ve cunta yapılanmalarının güncellenmesi çalışmalarında dijital verilerde bugünkü savunmaların temelini oluşturabilmek amacıyla birçok çelişkinin yakalanmaları halinde kullanılmak üzere bizzat sanıklar tarafından bilerek yapılmış olma ihtimalinin bulunduğu;
  5. Davanın esasını oluşturan CD’lerin 2007-2008 yıllarına kadar plan odasında kaldığı ve daha sonra bir şekilde buradan çıkartıldığı sabit olmakla birlikte plan odasının herkesin girip çıkmasına açık, kontrolünün zayıf bir yer olduğu;
  6. Dijital belgelerden bazıları 2007 yılına ait Microsoft Office programı ile yazılmış olmakla birlikte, Microsoft Office’in önceki versiyonları kullanılmak suretiyle bir veri hazırlandıktan sonra, hazırlanan verinin yeni tarihli bir program ile açılmaya çalışıldığında bilgisayarın eski tarihli veriyi sanki açılma tarihindeki yeni versiyonu ile yazılmış gibi dönüştürerek açabileceği, bu nedenle de somut olarak 2003 yılında yazılmış olan bir word belgesinin 2007 yılında yeni versiyon yüklü bir bilgisayarda açıldığında bu 2003 tarihinde yazılmış olan belgenin sanki 2007 yılında hazırlanmış ve yazılmış gibi görünebileceği;
  7. 2003 yılında tanzim edildiği iddia edilen keşif ve plan krokilerindeki sokak isimlerinden bazılarının resmi olarak 2007 yılından sonra verilmesi nedeniyle krokilerin, sokaklara resmi olarak bu isimler verildikten sonra çizildiği iddia edilmiş ise de bu sokakların isimlerinin halk arasında, açık kaynaklarda da görüleceği üzere, değişiklikten önceki isimleriyle 40-50 yıldır kullanıldığı;
  8. 2005-2006 yıllarında fiilen Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesine katılan bir geminin adının 2003 yılında hazırlanan bir CD içerisinde olmasının CD’nin sahteliğine işaret ettiği ileri sürülmüş ise de, bir geminin isminin inşa ve satın alma sözleşmesinin kesinleşmesine müteakip verilmiş olabileceği;

 ı. Sanıkların, kendilerince hazırlanan bir darbe çalışmasında şu veya bu şekilde, bilerek veya bilmeyerek yaptıkları yanlışlar ve çelişkilerin, tüm dosya göz önüne alındığında teşebbüs edilen darbe suçunun sübutunu etkilemeyeceği;

 şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.

  1. İlk Derece Mahkemesinin gerekçesinde rapor ve mütalaalarda ileri sürülen görüşleri yeterince açık olarak değerlendirme yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini tespit edebilmek için başvurucular tarafından sunulan rapor ve mütalaaların özünün kavranması gerekir.
  2. Gerek iddia makamı ve gerekse savunma makamı tarafından sunulan rapor ve mütalaalarda mahkumiyet kararının dayanağı olan 11, 16 ve 17 no’lu CD’lerdeki dokümanlarda, 5 no’lu harddiskte ve flash bellekte yer alan dokümanların kolayca kurgulanma veya bu tür veriler üzerinde kolayca manipülasyon yapılma ihtimali bulunduğu, bu dijital verilerin, bir gerçekliği kesin olarak temsil ettiğinin söylenemeyeceği ifade edilmiştir. Nitekim İlk Derece Mahkemesi de bu sebeple kararını yalnızca dijital verilere dayandırmadığını başka delillerle birlikte başvurucuların mahkûmiyetlerine karar verdiğini belirtmiştir.
  3. İlk Derece Mahkemesine sunulan bilirkişi raporlarında, 17 no’lu CD’nin 04/03/2003 tarihinde saat 23:52:02’de, 11 no’lu CD’nin 05/03/2003tarihinde saat 23:50:42’de, 16 no’lu CD’nin ise 14/10/2003 tarihinde saat 12:14:34’de oluşturulduğu görülmektedir. Aynı raporlarda, CD’lerde yer alan dosyaların oluşturma ve son kaydetme tarihleri CD’lerin yazdırıldığı tarih olan 04/03/2003, 05/03/2003 ve 14/10/2003 tarihinden önceye ait olmakla birlikte pek çok belgenin aslında bu tarihlerden sonra üretildiği, 2003 yılı sonrasına ait programların kullanıldığı veya belge içeriklerinde 2003 yılı sonrasına ait bilgilerin yer aldığı tespit edilmiştir. Bu tespitler üzerine bilirkişiler, söz konusu belgelerin bir defada, sistem saati güncel olmayan bir bilgisayarda CD’lere yazdırıldığı görüşünü bildirmişlerdir. İlk Derece Mahkemesi, 2003 yılından sonra oluşturulmuş belgelerin plan, bilgi ve listelerin güncelleştirildiğini gösterdiğini kabul etmiştir. Bununla birlikte Mahkeme, 2003 yılı sonrası “güncelleştirilmiş” olarak kabul ettiği belgelerin, nasıl olup da CD’lerin yazdırılma tarihlerinden önceki tarihleri gösterdiğini cevaplamamıştır.
  4. İlk derece Mahkemesinin kararında dayanak aldığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca görevlendirilen Emniyet Müdürlüğü uzmanlarınca hazırlanan bilirkişi raporunda (gerekçeli karar, s.887); 11 nolu CD’nin oluşturulma tarihi ve saati "05/03/2003, 23:50:42" olduğu, CD içerisinde 68 adet klasör içerisinde toplam 287 adet dosya bulunduğu ve tüm dosyaların "08.04.1996 16:39:44" ila "04.03.2003 13:01" tarihleri arasında oluşturulduğu, bu noktadan hareketle bütün dosyaların oluşturulma tarihlerinin CD’nin oluşturulma tarihinden önce olduğu ve son düzenlenme tarihi en geç olan dosyanın, "04.03.2003, 22:07" tarihinde düzenlenen "EK-M LAHİKA-İ BİRLEŞTİRİLMİŞ LİSTE.doc" isimli MS Word dosyası olduğu, bu dosyanın son düzenlenme tarihinin de yine CD’nin oluşturulma tarihinden önce olduğu belirtilmiştir.
  5. Mahkeme, bu çelişkilerin bizzat sanıklarca daha sonra yargılanma ihtimallerine karşın bilinçli olarak oluşturulmuş olabileceği ihtimalini kararına gerekçe yapmış ve ayrıca bu tür belgelerin mahkûmiyet kararının dayandığı belgeler olmadığı, sayıca fazla olmadığı ve kararın sonucunu etkileyecek nitelikte olmadıklarını belirtmiştir.
  6. Mahkemenin bu gerekçesine karşın, Mahkemenin itibar etmediği 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından görevlendirilen bilirkişi heyetince hazırlanan 28/06/2010 tarihli raporda (gerekçeli karar, s.888) esaslı belgelerden biri olan “BALYOZ Güvenlik Harekat Planı” olarak adlandırılan dokümanın en son kaydedilme tarihi olarak görülen 02/12/2002 tarihinden sonraki tarihlerde oluşturulan ve rapor ekinde gösterilen belgelerden, takdimlerden ve konuşma metinlerinden alıntıların Doküman Metni içerisinde yer aldığı, 2006 yılında kurulan bir Sivil Toplum Kuruluşunun adının doküman metninde geçtiği gösterilmiştir. Bir başka önemli belge olan “milli mutabakat hükümeti programı” adlı dokümanın ise en son kaydetme tarihi olarak görülen 03/03/2003 tarihinden sonra, Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı tarafından 27/11/2005 tarihinde yapılan bir Uluslararası Milli Ekonomi Modeli Kongresi Kapanış Konuşma metninden 25 paragraftan alıntıları içerdiği ve bu durumun ise dokümanın 2005 yılından sonra oluşturulduğunu gösterdiği belirtilmiştir.
  7. Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Fakültesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. A. Coşkun Sönmez ve Dr. Ö. Özgür Bozkurt’tan alınan 28/03/2011 tarihli uzman mütalaasında, 11, 16 ve 17 no’lu CD’lerde toplam 80 adet dosyanın, CD’lerin hazırlanma tarihinden sonraki yıllarda kullanıma sunulan programlarla hazırlandığı veya CD’lerin hazırlandığı tarihlerde bulunmayan olanaklar içerdiği gösterilmiştir.
  8. Ayrıca Arsenal Consulting isimli firmadan alınan raporlarda (gerekçeli karar, s.896 vd), 11 ve 17 numaralı CD’lerde bulunan en az 76 dokümanın tarih ve zamanlarında çelişki bulunduğu saptanmıştır. Arsenal’e göre son kayıtlarının yapılmasının akabinde 2003 yılında CD’ye kaydedilmiş gibi görünen dokümanların Microsoft Offıce 2007 programından önce mevcut olmayan XML şemalarına ve Calibri yazı karakterlerine referanslar taşıması mümkün değildir ve 11 ve 17 numaralı CD’lerin oluşturulma tarihi, en erken 2006 ortası olabilir. Arsenal, Gölcük’ten elde edilen 5 no’lu Samsung marka sabit diske, tarihi geriye çekilmiş (en az) 120 dosya ve klasörün kopyalandığını belirtmiştir. Arsenel’in DATA MFT’de tespit ettiği tarih ve zaman aykırılıklarından biri, Samsung Sabit Disk’e en son yazılan 120 dosya ve klasörün, 8 Nisan 2004 ‘de oluşturulmuş gibi görünmesidir. Arsenal’e göre bu husus, Samsung sabit diski 28 Temmuz 2009 ‘a kadar kullanımda olduğu için mümkün değildir. Arsenal ayrıca Gölcük’ten elde edilen 1 nolu CD’de bulunan en az 65 dokümanın tarih ve zamanlarında çelişki bulunduğu sonucuna da varmıştır. Arsenal’e göre son kayıtlarının yapılmasının akabinde 2003’de 1 nolu CD’ye kaydedilmiş gibi görünen dokümanların Microsoft Offıce 2007 programından önce mevcut olmayan ClearType yazı karakterlerine ve XML şemalarına referanslar taşıması mümkün değildir. Gölcük 1 nolu CD, en erken 2006 yılı ortasında oluşturulmuş olabilir.
  9. Yukarıdakine benzer zaman ve içerik çelişkileri Uzman kişi Tevfik Koray Peksayar ve Uzman kişi Türker Gülüm’ün (gerekçeli karar, s.898) rapor ve mütalaalarında da tekrar edilmektedir. Mahkeme, bu rapor ve mütalaaların hiçbirini hükme esas almamıştır.
  10. İlk Derece Mahkemesi 2003 yılında oluşturulmuş CD’lerde daha sonraki yıllara ait dokümanların bulunmasını şu şekilde özetlemiştir:

“Mevcut dijitallerde yer alan belgelerin 5-7 Mart 2003 1. Ordu Plan Seminerinden önce oluşturuldukları, belgelerin yazılı ve ıslak imzalı olarak ilgili birimlere ulaştırıldığı, bu belgelerden sanık Yüksel Gürcan imzalı olan bir tanesinin ele geçirildiği, daha sonraki tarihlerde belgeler üzerinde güncellemeler yapıldığı, bir kısmının oluşturma tarihlerinin değiştirildiği bu şekilde belgelerin ele geçme ihtimaline karşı mevcut çelişkiler ortaya atılarak savunma imkanı hazırlanılmaya çalışıldığı, diğer yandan da Ağustos 2003 tarihinden sonra devam eden cunta yapılanmalarının bu belgeleri kullanılmaya hazır halde tuttukları anlaşılmaktadır.” (gerekçeli karar, s.1044)

  1. İlk Derece Mahkemesi, dijital verilerdeki çelişkileri ve bazı belgelerin CD’lerin kaydedilme tarihinden sonra üretilmiş olabileceğini kabul etmektedir. Buna karşın Mahkeme verilerin uzun süre sanıkların ve dava dışı kişilerin elinde bulunması sırasında zaman ve içerik çelişkileri bulunan belgelerin ileride yeni bir darbe yapmak amacıyla kısmen veya tamamen güncellenmiş olma ihtimalini de dışlamamaktadır. Bazı belgelerin CD’lerin oluşturulma tarihinden sonra yaratılmış veya güncellenmiş olabileceğini kabul eden Mahkeme, bu belgelerin CD’lerin oluşturma tarihinden önceki tarihlerde oluşturulmuş gibi görünmesine ilişkin var olan zaman çelişkilerini, söz konusu çelişkilerin sanıklarca bilinçli olarak yapılmış olabileceği ihtimali ile açıklamıştır.
  2. Mahkumiyet kararının dayanağını oluşturması nedeniyle, söz konusu CD’lerin sistem saati güncel olmayan bir bilgisayarda 2003 yılından sonra ve muhtemelen 2007 yılından sonraki bir tarihte oluşturulduğu kabul edilse bile CD’lerin oluşturulduğu tarihe kadar sanıkların ya da dava dışı bazı kimselerin elinde bulunan ve Mahkemenin kabulüne göre güncellenen bir kısım dokümanın oluşturulma tarihinin hangi surette CD’lerin oluşturulduğu tarihten önce üretildiği hususunun, Mahkemece şüpheye yer bırakmayacak ve ikna edici bir şekilde açıklanması gerekmektedir.
  3. İlk Derece Mahkemesinin güncelleme varsayımına karşı başvurucular tarafından ileri sürülen önemli bir iddia da davaya konu belgelerin üstveri bilgilerinde güncelleme yapıldığının görülmediğidir. İlk Derece Mahkemesine sunulan bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarına göre (örneğin Prof. Dr. Ahmet Coşkun Sönmez’in mütalaası) 2003 yılında yazılmış olan bir belgenin 2007 yılında üretilmiş bir programla açılması tabiidir. Ancak bu durumun belgenin üstveri bilgilerine muhakkak kaydedildiği ancak dava konusu belgelerde bunun görülmediği iddia edilmiştir. Başka bir deyişle başvurucular, derece mahkemelerinde “2003 yılında üretilmiş ve 2007 yılına ait bir yazılım ile açılmış”bir belge ile “2007 yılında üretilmiş belgenin” farklı olduğunu, 2003 yılında üretilmiş bir belge 2007 yılına ait bir yazılım ile açıldığında söz konusu belgenin özgün halinin de 2007 yılına ait hale gelmeyeceğini ileri sürmüş ve bilirkişi raporu ve uzman mütalaaları ile sunmuş iseler de derece mahkemeleri bu rapor ve mütalaalar hakkında bir açıklamada bulunmamışlardır.
  4. Öte yandan davanın temelini teşkil eden CD’lerden 11 ve 17 numaralı CD’ler üzerinde yazılmış alan ve sanık Süha Tanyeri’nin eli ürünüymüş izlenimi uyandıran “Or.K.na” ve “K.Özel” şeklindeki el yazılarının bir insan eli ürünü değil de bir yazı makinesi tarafından yazıldığını gösteren Amerikan Forensic Labratory isimli firmanın bilirkişi raporuna ve İstanbul Adli Tıp uzmanlarından Dr. Jale Bafra’nın uzman mütalaasına da değinilmemiştir. Söz konusu rapor ve mütalaa, 2/5/2011 tarihli duruşmada tartışılmış olmasına ve CD’ler üzerindeki yazıların sanık Süha Tanyeri’nin davaya konu 1. Ordu Plan Semineri sırasında tuttuğu el yazısından kopyalandığı iddia olunmasına rağmen, İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay tarafından bu hususta bir açıklama yapılmamıştır.
  5. Tarafsızlığı, keyfiliği, denetimden kaçmayı ve perdelemeyi önlemek için mahkemeler, kararın verilmesine neden olan temelleri yeterince açık olarak belirtmekle yükümlüdürler. Mahkemelerin yargılama süresince kendilerine iletilen her iddia ve talebi gözetme zorunda olmadıkları biçimindeki serbesti, kararın verilmesine neden olan temellere asgari açıklıkta değinilmesi görevini ortadan kaldıracak şekilde yorumlanamaz.
  6. Bireysel başvuru yolunda derece mahkemelerinin gerekçelerinin niteliği, ancak açık bir keyfilik veya takdir hatası oluşturduğu ya da makul ve ikna edici açıklamalar içeren bir gerekçe gösterilmediği, iddia olunan eylem ile hüküm arasında “uygun illiyet bağı” kurulmadığı durumlarda denetlenebilir. Derece mahkemesi kararlarının, adalet gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte yeterli gerekçe ile açıklanıp açıklanmadığı hususları, adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesince yapılacak denetimin kapsamında yer almaktadır.
  7. Somut başvuruda, İlk Derece Mahkemesinin hükme esas aldığı, bir gazeteci tarafından Cumhuriyet Savcılığına teslim edilen 11, 16 ve 17 nolu CD’ler ile Gölcük Donanma Komutanlığında bulunan 5 nolu harddisk ve Eskişehir’de bir sanığın evinde bulunan flash bellekte yer alan ve başvurucuların Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren Iskat veya Vazife Görmekten Men Etmek suçuna teşebbüs ettiklerini ispatladığı kabul edilen dijital dokümanların güvenilirliğine ilişkin iddialar ileri sürülmüş, savunmalarda bulunulmuştur. İlk Derece Mahkemesi bu çelişkilerin varlığını kabul etmiş, bir kısım zaman çelişkilerinin dava konusu belgelerin sanıklarca güncellenmiş olması nedeniyle oluşmuş olabileceği ihtimaline, bir kısmının bizzat sanıklarca daha sonra yargılanma ihtimallerine karşın bilinçli olarak oluşturulmuş olabileceği ihtimaline dayandırmış ve bu tür belgelerin mahkûmiyet kararının dayandığı belgeler olmadığı, sayıca fazla olmadığı ve kararın sonucunu etkileyecek nitelikte olmadıklarını belirtmiştir. Buna karşın, Amerikan Forensic Labratory isimli firmanın bilirkişi raporu örneğinde olduğu gibi davanın esasını etkileyecek bazı savunma delillerine ise gerekçeli kararda hiç değinilmemiş, bazı raporlara neden itibar edilmediğine ilişkin bir açıklamaya da yer verilmemiştir.
  8. Savunmaların dayanağını oluşturan ve dijital verilerin güvenilirliğine ilişkin ciddi kuşkular uyanmasına neden olan bilirkişi raporları ve uzman mütalaaları gözetildiğinde, önemli ölçüde, dijital veri ve içeriklerine dayanan İlk Derece Mahkemesince verilen kararın gerekçesi, adalet gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte, yeterli ve makul olarak değerlendirilemez. Bu sebeple “gerekçeli karar hakkı” ihlal edilmiştir.
  9. İlk Derece Mahkemesince, başvurucular tarafından mahkemeye sunulan rapor ve uzman mütalaalarının hükme esas almaması gerekçesi olarak, söz konusu rapor ve mütalaalarda Mahkemenin yerine geçerek delil değerlendirmesi yapılması hususu gösterilmiştir. Mahkemeye göre bu rapor ve beyanlarda “dijital verilerin delil olamayacağı yönünde ve adeta sanık müdafii gibi ayrıntılı tespitlerde”bulunulmuş ve uzman kişiler “tüm çabaları ile bu delilleri çürütmeye çalışmışlardır”. Mahkeme, 5271 sayılı Kanun’un 67. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve bilirkişilerin raporlarında, hâkim tarafından yapılması gereken hukuki değerlendirmede bulunamayacağına ilişkin hükmü hatırlatmış ve başvurucular tarafından sunulan rapor ve mütalaaların “bilimsel tespitlerde bulunup değerlendirmeyi Mahkemeye bırakması gerekirken bu yönde bir çaba içerisine girmeleri de tarafsız olmadıkları yönünde” kanaat oluşturduğu belirtilmiştir. İlk Derece Mahkemesince verilen kararda, “Mahkemenin yerine geçerek delil değerlendirmesi niteliği taşıyan bu yetersiz ve tarafsızlıktan uzak bir yöntemle hazırlanmış bilirkişi raporlarına itibar edilmemiş, Mahkememizin hukuki bilgisi kapsamında yapacağı değerlendirme de yeni bir bilirkişi görüşüne ihtiyaç bulunmadığından tekrar bilirkişi incelemesi yaptırılmamıştır” (gerekçeli karar, s.1043-1044) demiştir. Başka bir deyişle İlk Derece Mahkemesi, bilirkişi rapor ve mütalaalarında bulunan hukuki değerlendirmelerin bu rapor ve mütalaaları hazırlayanların tarafsız olmadıklarını gösterdiğini belirterek başvurucular tarafından sunulan hiçbir rapor ve mütalaaya itibar etmemiştir.
  10. İlk Derece Mahkemesi, bilirkişi rapor ve uzman mütalaalarında bulunan ve hakim tarafından yapılması gereken hukuki değerlendirmelerin neler olduğunu belirtmemiş, sunulan rapor ve mütalaaların oldukça karmaşık teknik sorunların ele alındığı teknik bilgi içeren kısımlarına da hangi sebeple itibar edilmediğini kararında göstermemiştir.
  11. İlk Derece Mahkemesi yukarıda gösterildiği gibi, yeterli olmayan gerekçeler ile başvurucular tarafından sunulan bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarını göz ardı etmiştir. AİHM içtihatlarında da ortaya konulduğu gibi adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri olan “silahların eşitliği” ilkesi iddia makamının tanık veya bilirkişileri ile sanıkların tanık ve bilirkişilerinin duruşmalarda eşit muameleye tabi tutulması gerekir (bkz. Bönısch/Avusturya, B. No: 8658/79, 6/5/1985, §§ 32-33).
  12. Hem cezai, hem de cezai olmayan davalarda uygulanan silahların eşitliği ilkesi, taraflara, talep ve açıklamalarını diğer tarafa nazaran dezavantajlı olmayacak şekilde ileri sürebilmeleri için fırsat verilmesini gerektirir (Kress/Fransa, B. No: 39594/98, 7/6/2001, § 72). Bu gerekliliğin bir sonucu olarak Sözleşme’de bilirkişilerin mahkeme önünde dinlenmesi ile ilgili özel bir hüküm bulunmamasına karşın AİHM, bilirkişilik kurumunu, Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde yer alan tanık dinletme hakkından yola çıkarak “silahların eşitliği ilkesi” ile bağlantı kurarak değerlendirmiştir (bkz. Bönisch/Avusturya, B. No: 8658/79, 6/5/1985, § 32; Brandstetter/Avusturya, B. No: 11170/84, 12876/87, 13468/87, 28/8/1991, § 42).
  13. AİHM, bilirkişi raporlarının kapsamını oldukça geniş bir şekilde yorumlamaktadır. Bilirkişi raporlarının yazılı ya da sözlü olabileceği gibi inceleme konuları açısından da bilimsel, teknik ya da olay analizleri şeklinde olabileceğini kabul etmektedir (Khodorkovskiyve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 717).
  14. İlk Derece Mahkemesi, başvurucular tarafından sunulan bilirkişi raporları ile duruşmada dinlenen uzman görüşlerinden hiçbirine itibar etmemiş buna karşın Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma sırasında alınan bilirkişi raporlarının tümüne ise itibar etmiştir(gerekçeli karar, s.1042-1043). Bunun üzerine başvurucular, Cumhuriyet Savcısınca alınan bilirkişi raporlarının eksik olduğunu ve olayı aydınlatmaya yeterli olmadığını, kendileri tarafından sunulan rapor ve mütalaalara da itibar edilmediğini ileri sürerek yargılamanın temelini oluşturan dijital delillere ilişkin olarak Mahkemenin bilirkişi raporu aldırması talebinde bulunmuşlardır. İlk Derece Mahkemesi, bu talepleri ise “Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözülmesi olanaklı konuların değerlendirilmesi” için bilirkişi raporu alınmasına gerek bulunmadığı gerekçesi ile reddetmiştir (gerekçeli karar, s.1042).
  15. Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Savunma makamının tanık dinletme taleplerinin gerekliliği ya da bilirkişi raporu benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları derece mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir (bkz. S.N./İsveç, B. No:34209/96, 2/7/2002, § 44). AİHM’e göre, derece mahkemeleri, Sözleşme ile uyumlu olmak koşuluyla, somut davadaki maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi talebini reddedebilir (bkz. Huseynve Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05, 45553/05, 35680/05 ve 36085/05, 26/7/2011, § 196).
  16. Buna karşın Anayasa Mahkemesi, başvurucular tarafından savunma kapsamında talep edilen savunma tanıklarının dinlenmesi talebinin reddi kararı gibi bilirkişi raporu alınması talebinin reddi kararının da sanıkların haklarını koruma amacına yönelik yeterli güvenceleri içeren bir usul çerçevesinde verilip verilmediğini incelemelidir.
  17. Kural olarak, bilirkişilerin sunduğu rapor ve mütalaalar derece mahkemeleri açısından bağlayıcı olmamakla birlikte, İlk Derece Mahkemesi tarafından esasa ilişkin değerlendirmeler yapılırken Cumhuriyet Savcısı tarafından sunulan bilirkişi raporlarının belirleyici bir etkisi olmuştur. Başka bir deyişle somut davada İlk Derece Mahkemesi, yalnızca Cumhuriyet Savcısı tarafından sunulan bilirkişi raporlarına itibar etmiş, bu raporlara karşın başvurucuların savunmalarının bir parçası olarak sundukları bilirkişi rapor ve uzman görüşleri ise dikkate alınmamıştır. Mahkeme ayrıca başvurucuların, mahkumiyet kararının dayanağı olan dijital verilerin gerçeği yansıtmadığı iddialarını değerlendirmek üzere mahkemenin bilirkişi heyeti tayin etmesi ve rapor aldırması yönündeki taleplerini de yeterli olmayan gerekçe ile reddetmiştir.
  18. Böylece başvurucuların, haklarında yöneltilen suçlamaların dayanağı olan delillere karşı kovuşturmanın genişletilmesini isteme hakları kısıtlanmış, ceza yargılamasının, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması amacına yönelik olarak “silahların eşitliği” ilkesi ihlal edilmiştir.
  19. Açıklanan nedenlerle, dijital delillerin değerlendirilmesine ilişkin şikayetler yönünden, başvurucuların sundukları bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarının İlk Derece Mahkemesince kabul edilmemesi ve bu konularda Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılması yolundaki taleplerinin de yetersiz gerekçelerle reddedilmesi, “gerekçeli karar hakkına” ve “silahların eşitliği” ilkesine aykırı olduğundan, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.
  20. Tanık Dinlenmesi Talepleri Yönünden
  21. Başvurucular, ilk derece mahkemesi tarafından mahkûmiyetlerine karar verilen suçun tamamlanmasına engel oldukları kabul edilen dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanıklıklarına ilişkin talebin reddi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
  22. AİHS’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:

1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.

  1. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

  1. d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;
  2. AİHS’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde, sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulması gerekir. Bu kural istisnasız olmamakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın hakları AİHS’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur (B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 46).
  3. Mahkemeler, somut davadaki maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi talebini reddedebilir (Huseynvediğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05, 45553/05,35680/05ve36085/05, 26/7/2011, § 196).
  4. Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygun olup olmadığının değerlendirilmesi kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi dâhilindedir. Dolayısıyla bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin niçin önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için niçin gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemelidir (B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 54).
  5. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde iddia makamının sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir iddianın dayanaklarıyla ileri sürülmüş olması gerekir (B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
  6. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
  7. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların eşitliği”ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
  8. İlk Derece Mahkemesi kararında,

 “Balyoz Darbe Planının hayata geçirilmesi için gereken ortam şekillendirmesini sağlamak üzere, Havacı unsurların Oraj ve Denizci unsurların Suga isimli harekât planları hazırladıkları, bu planlar vasıtasıyla Ege’de Yunanistan ile gerginlik çıkartılıp, bu durumun yürütme organı üzerinde çekilmeye yönelik baskı aracı olarak kullanılmasının istendiği,

 Jandarma unsurlarınca Fatih ve Beyazıt camilerine yönelik olarak Çarşaf ve Sakal isimli bombalı eylem planları hazırlandığı, bu eylemler sonrasında iltisaklı şahıslar aracılığıyla irticai görüntülü protesto eylemleri düzenlenip, kargaşa ortamı oluşturulmak istendiği,

 Gereken ortam şekillendirilmesinin ardından sıkıyönetim ilanım müteakip yürütme organının devrilip, devlet idaresinin cunta yapılanmasının istediği şekilde yeniden yapılandırılmasının planlandığı, bu kapsamda yukarıda belirtilen hazırlıkların tamamlandığı, harekât planının düşünce aşamasından çıktığı,

 Muhtemel eylem yerlerinin keşfi, tutuklanacak kişiler (siyasi parti mensupları, belediye başkanları, sivil toplum örgütlerinin yönetici ve üyeleri, gazeteciler, aydınlar, bilim adamları, kanaat önderleri), okulundan atılacak öğrenciler, el konulacak araçlar, görevden uzaklaştırılacak, tutuklanacak, emekliye sevk edilecek, kullanılacak kamu görevlilerinin belirlenmesi, hassas olarak belirlenen kurum ve kuruluşların başına hangi askeri personelin atanacağı, zararlı olarak nitelenmesi sebebiyle ilişiği kesilmesi planlanan askeri personelin belirlenmesi, polis teşkilatının ne şekilde yönlendirileceği ve kullanılacağının tespiti, basın yayın kuruluşları ve çalışanlar hakkında yapılan planlamalar (kimlerin tutuklanacağı, kimlerin kullanılabileceğinin tespiti), Milli Mutabakat Hükümeti ismiyle harekât sonrasında işbaşına getirilmesi planlanan hükümetin dizayn edilmesi gibi icra aşamasına geçildiği, ancak icra hareketlerinin tamamlanamadığı, harekât planının Genelkurmay Başkanlığı ve Kara kuvvetleri Komutanlığınca öğrenildiği, bu hususun Yaşar Büyükanıt’ın seminer sonuç raporunu hukukçulara inceletmesi, KKK’nın OEYTS’nin oynanmaması talimatları, Genelkurmay Başkanının sanık Çetin Doğan’ı bu konuda uyarması ile belli olduğu”

ifade edilmektedir (gerekçeli karar, s.1022).

  1. İlk Derece Mahkemesi, Çetin Doğan liderliğindeki cunta yapılanmasının suçun icrası için elverişli araç gereç ve personelle icra hareketlerini gerçekleştirmeye başladığını ancak Çetin Doğan’ın kalp ameliyatı olması ve ardından Ağustos 2003’te emekliye sevk edilmesi, bazı sanıkların görev yerlerinin değişmesi ve “Genelkurmay Karargâhının öncelikle muhtemel darbeye karşı çıkması, sonrasında da günün şartlarının elverdiği ölçüde engellemek için çaba göstermesi sebebiyle cunta yapılanmasının darbe suçunu işleme elverişliliğini kaybettiğini ve icra hareketlerinin tamamlanamadığını”belirtmektedir (gerekçeli karar, s.1023).
  2. Anılan tarihlerde görevde olan Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmesi talepleri,

 “Mahkemenin ilk ve asıl hedefi maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Bir delilin ileri sürülmesinin gerçeğin ortaya çıkarılmasına yararı olmayacağı gibi davayı uzatma durumu varsa Mahkemenin bu hususta bir karar vermesi gerekir. Tüm tanıkların ve bilirkişilerin dinlenmeleri ve öteki kanıtların ortaya konulmalarına imkan vermek kural ise de; dinlenen bir kısım tanığın anlatımı ve bilirkişinin görüşünün alınmasıyla olay hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde çözümlenmiş ise zaman kaybına ve gereksiz uğraşıya yol açılmaması için, yargılamaya yenilik getirmeyecek ve maddi gerçeğin ortaya çıkmasına hizmet etmeyecek nitelikteki geride kalan tanık ve bilirkişilerin dinlenilmemesi doktrinde ve uygulamada kabul görmüş bir uygulamadır. Aksi halde tüm delillerin ortaya konulması zorunluluğu yargılamayı uzatmayı amaçlayan kötü niyetlilerin işine yarar. Bu nedenlerle delillerin reddi ve sınırlandırılması durumlarının delil gösterilmesine yasal olanak bulunmadığı, durumun delil gerektirmeyecek şekilde açık olduğu, kanıtlanması istenilen olayın karara etkisinin olmadığı ya da daha önce kanıtlanmış bir hususa ilişkin olduğu, yine kanıtın amaca elverişli olmadığı, elde edilmesinin mümkün bulunmadığı, kanıt gösterilmesi isteğinin işi uzatmak amacıyla yapılmış olduğu ileri sürülen olayın gerçek olarak kabul edilebilecek nitelikte olduğu durumlarda kanıtın reddi gerektiği doktrinde tartışılmıştır. Belirtilen bu hususlar değişik aşamalarda gösterilen tüm tanık ve bilirkişiler için uygulanması mümkündür.

 Sanıklar ve müdafileri dosyaya rapor düzenleyen bilirkişiler ile tanıklar Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök’ün dinlenilmesini ısrarla talep etmişlerdir. Bilirkişilerin ve adı geçen tanıkların, sanıklara atılı suçun niteliği göz önüne alındığında toplanan kanıtlara göre beyanlarının alınmasının karara etkisi bulunmadığı, kanıtın amaca uygun olmadığı değerlendirildiğinde; tanık gösterilmesi isteğinin mahkeme üzerinde kamuoyu nezdinde baskı oluşturmak amacıyla yapılması, seminer ve diğer belgelerin gerçek olması nedeniyle de bilirkişiler ve tanıkların dinlenilmesinin sonuca etkili olmadığı kanaatine varılarak…” gerekçesiyle reddedilmiştir (gerekçeli karar, s. 1046).

  1. İsnat edilen darbe suçunun, yapılanmanın lideri kabul edilen Çetin Doğan’ın sağlık durumu, bazı sanıkların tayin edilmeleri yanında, Genelkurmay Karargâhınınöncelikle muhtemel darbeye karşı çıkması, sonrasında da günün şartlarının elverdiği ölçüde engellemek için çaba göstermesi sebebiyle işlenemediğinin belirtilmesine karşın, suçun niteliği göz önüne alınarak toplanan delillere göre Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanının tanıklıklarının karara etkisi bulunmadığı belirtilmektedir.
  2. Sanıklara isnat edilen suç fiillerinin esaslı biçimde bilgisayar programlarıyla oluşturulmuş belgelere dayandığı, bu belgelerin içeriklerinin maddi olay ve olguları yansıttığı ve gerçek olduklarının kabul edildiği, bilirkişi raporlarında/uzman görüşlerinde belirtildiği üzere bu verilerin müdahale edilebilir nitelikte olduğu ve bu verilerin teknik bilgileri ile içeriklerinin uyumsuzluğu dikkate alındığında, tanık olarak dinlenmesi talep edilen bu kişilerin beyanları maddi gerçeğe ulaşma bakımından önemsiz kabul edilemez.
  3. Ayrıca 1. Ordu Komutanlığı merkezli bir yapılanmanın darbe amacına yönelik faaliyetlerinin Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığınca öğrenildiği ve teşebbüs edilen suça engel olunduğu kabul edildiğine göre, toplanan kanıtlara göre tanık olarak dinlenmesi talep edilen anılan görevdeki kişilerin beyanlarının karara etkisi bulunmadığı gerekçesi makul değildir.
  4. Bunun yanında tanık dinlenmesine ilişkin talepler, “mahkeme üzerinde kamuoyu nezdinde baskı oluşturmak amacıyla yapıldığı” ek gerekçesiyle reddedilmiştir. Başka bir amaçla yapıldığı ve karara etkisi bulunmadığı kabul edilen bu talepler, yalnızca objektif olarak yargılamaya etkisi dikkate alınarak değerlendirilmelidir.
  5. Başvurucuların tanık olarak çağrılmalarını istedikleri kişilerin, gösterdikleri tutum ve görevleri kapsamında yaptıkları işlemlerle suçun işlenmesini engellediklerinin kabul edilmesi karşısında, bu kişilerin beyanları sadece sanıklar lehine sonuç doğuracak tanık beyanı olmanın ötesinde bir delil niteliği taşımaktadır. Bu nitelikteki bir delilin yargılama bakımından belirleyici özelliği dikkate alındığında aleni bir duruşmada ve sanıkların huzurunda ortaya konulması gerekir.
  6. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte, somut olayda yargılama konusu suç, sanıkların durumu, isnat edilen suçun işleniş biçimi, suç eylemleri, tanıkların konumu ve diğer delillerin niteliği dikkate alındığında, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmeleri taleplerinin reddi yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder niteliktedir.
  7. İsnat edilen suçun sübutu bakımından objektif olarak esaslı olduğu mahkemenin gerekçesinde de ifade edilen dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanıklıklarının reddi“çelişmeli yargılama ilkesine” ve “savunma tanıklarının davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanması hakkına” uygun olmaması nedeniyle adil yargılanma hakkını ihlal etmiştir.
  8. Başvurucuların, “gerekçeli karar hakkının”, “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ile “savunma tanıklarının davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanması hakkının” ihlal edildiğine karar verildiğinden adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer şikâyetleri (§ 17) hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
  9. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Başvurucuların,
  2. Özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin şikâyetlerinin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
  3. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki şikâyetlerinin;
  4. Dijital delillerin değerlendirilmesine ilişkin şikâyetlerinin giderilmediğine dair iddialarının,
  5. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmesi taleplerinin reddi nedeniyle tanık dinletme hakkına ilişkin şikâyetlerinin,

KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

  1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  2. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
  3. Dökümü yapılan yargılama giderlerinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

18/6/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

 

Yargılama giderleri dökümü:

1- Başvurucular; Sencer BAŞAT, Turgut KETKEN, Ökkeş Alp KIRIKKANAT, Hasan HOŞGİT, Fikret GÜNEŞ, Taner BALKIŞ, Mustafa KARASABUN, Nadir Hakan ERAYDIN, İsmail TAŞ, Emin KÜÇÜKKILIÇ, İsmail TAYLAN, Nuri Selçuk GÜNERİ, Yusuf AFAT, Celal Kerem EREN, Berker Emre TOK, Erhan KUBAT, Doğan TEMEL, Mete DEMİRGİL, Erhan ŞENSOY, Hayri GÜNER, Ahmet Feyyaz ÖĞÜTCÜ, Hüseyin HOŞGİT, Ali Yasin TÜRKER, Levent Kerim UÇA, Bülent OLCAY, Zafer Erdim İNAL, Erdinç ALTINER, Mehmet Cem OKYAY, Mehmet Baybars KÜÇÜKATAY, Mustafa Erhan PAMUK, Ümit ÖZCAN, Engin BAYKAL, Lütfü SANCAR, Nuri ÜSTÜNER, Ahmet KÜÇÜKŞAHİN, Nuri Ali KARABABA, Aykar TEKİN, Engin KILIÇ, Refik Levent TEZCAN, Kemalettin YAKAR, Yaşar Barbaros BÜYÜKSAĞNAK, Kıvanç KIRMACI, Mustafa Haluk BAYBAŞ, Levent ÇEHRELİ, Ayhan Türker KOÇPINAR, Fahri Can YILDIRIM, Bahadır Mustafa KAYALI, Ertuğrul UÇAR, Mesut Zafer SARI, Ercan İRENÇİN, Mehmet Cem KIZIL, Hasan ÖZYURT, Murat ÜNLÜ, Hannan ŞAYAN, Alpay ÇAKARCAN, İbrahim Özdem KOÇER, Mehmet Ferhat ÇOLPAN, Aydın SEZENOĞLU, Rafet OKTAR, Ahmet DİKMEN, Ergün BALABAN, Ayhan GEDİK, Önder ÇELEBİ, Servet BİLGİN, Mücahit ERAKYOL, Tuncay ÇAKAN, Kadri Sonay AKPOLAT, Abdullah GAVREMOĞLU, Onur ULUOCAK, Özgür Ecevit TAŞCI, Özer KARABULUT, Derya GÜNERGİN, Haydar Mücahit ŞİŞLİOĞLU, Yurdaer OLCAN, Halil KALKANLI ve Abdülkadir ERYILMAZ’a ayrı ayrı yaptıkları ve harç ücreti olan 198,35 TL’nin ayrı ayrı;

2- Başvurucular; Ender KAHYA, Fahri Yavuz URAS, Faruk Oktay MEMİOĞLU ve Mustafa ÇALIŞ’a ayrı ayrı yaptıkları ve harç ücreti olan 206,10 TL’nin ayrı ayrı;

3- Başvurucular; Yavuz KILIÇ, Aşkın ÖZTÜRK, Ali Cengiz ŞİRİN, Bulut Ömer MİMİROĞLU, Bayram Ali TAVLAYAN, Korcan PULATSÜ, Ziya GÜLER, Rıdvan ULUGÜLER, Beyazıt KARATAŞ, Mehmet ELDEM, Hüseyin ÇINAR, Sefer KURNAZ, Berna DÖNMEZ, Mehmet Cem ÇAĞLAR, Ali Deniz KUTLUK, Mustafa Aydın GÜRÜL, Ahmet Sinan ERTUĞRUL, Bülent KOCABABUÇ, Osman KAYALAR, Recep YILDIZ, Alpar KARAAHMET, Nihat ALTUNBULAK, Hakan Mehmet KÖKTÜRK, Ayhan ÜSTBAŞ, Hakan İsmail ÇELİKCAN, Ali TÜRKŞEN, Tayfun DUMAN, İbrahim Koray ÖZYURT, Muharrem Nuri ALACALI, Dora SUNGUNAY, Şafak YÜREKLİ, Binali AYDOĞDU, Oğuz TÜRKSOYU, Cemal TEMİZÖZ, Uğur UZAL, Ergin SAYGUN, Kubilay AKTAŞ, Armağan AKSAKAL, Sinan TOPUZ, Recep Rıfkı DURUSOY, Aşkın ÜREDİ, Çetin DOĞAN, Ahmet YAVUZ, Mehmet OTUZBİROĞLU, Devrim REHBER, Mustafa KOÇ, Erdal AKYAZAN, Cenk HATUNOĞLU, Namık SEVİNÇ, Mustafa İLHAN, Süleyman Namık KURŞUNCU, Yalçın ERGÜL, Mehmet ERKORKMAZ, Hüseyin DİLAVER, Şenol BÜYÜKÇAKIR, Bülent GÜNÇAL, Gürkan YILDIZ, Ayhan GÜMÜŞ, Ahmet ERDEM, Kubilay BALOĞLU, Atilla ÖZLER, Rasim ARSLAN, Çetin CAN, Turgut ATMAN, Cengiz KÖYLÜ, Yusuf Volkan YÜCEL, Necdet Tunç SÖZEN, Osman BAŞIBÜYÜK, Cahit Serdar GÖKGÖZ, Halit Nejat AKGÜNER, Haldun ERMİN, Derya ÖN, Mehmet AYGÜN, Mustafa ÖNSEL, Erdem Caner BENER, İhsan BALABANLI, Hanifi YILDIRIM, Bekir MEMİŞ, Kahraman DİKMEN, Hüseyin TOPUZ, Taylan ÇAKIR, Aziz YILMAZ, Nail İLBEY, Bülent TUNÇAY, Yusuf KELLELİ, Ali DEMİR, Hakan SARGIN, Erdinç ATİK, Murat ÖZÇELİK, Ümit METİN, Hüseyin ÖZÇOBAN, Salim Erkal BEKTAŞ, Şükrü SARIIŞIK, Nejat BEK, Bilgin BALANLI, Meftun HIRACA, Deniz CORA, Engin ALAN, Serdar Okan KIRÇİÇEK, Taner GÜL, Halil İbrahim FIRTINA, Osman Fevzi GÜNEŞ, Turgay ERDAĞ, Memiş Yüksel YALÇIN, Özden ÖRNEK, Ayhan TAŞ, Mehmet Cenk DALKANAT, Ramazan Kamüran GÖKSEL, Ali Sadi ÜNSAL, Behzat BALTA, Gürkan KOLDAŞ, Mehmet Seyfettin ALEVCAN, Ahmet HACIOĞLU, Mehmet ÖRGEN, Ender GÜNGÖR, Murat SAKA, Hakan BÜYÜK, Ahmet Bertan NOGAYLAROĞLU, Süha TANYERİ, Cemalettin BOZDAĞ, Ahmet Zeki ÜÇOK, Mehmet Koray ERYAŞA, Turgay YAMAÇ, Abdullah Can ERENOĞLU, Kadir SAĞDIÇ, Mehmetfatih İLĞAR, Davut İsmet ÇINKI, Nedim Güngör KURUBAŞ, Mehmet Fikri KARADAĞ, Yusuf Ziya TOKER, Hasan Fehmi CANAN, Mehmet Kaya VAROL, Gürbüz KAYA, İzzet OCAK, Suat AYTIN ve Mehmet YOLERİ’ne ayrı ayrı yaptıkları, 198,35 TL harç ile 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL’nin ayrı ayrı;

4- Başvuruculardan; Ali Semih ÇETİN, Cem Aziz ÇAKMAK, Faruk DOĞAN, Metin Yavuz YALÇIN, Ramazan Cem GÜRDENİZ, Soner POLAT, Taner GÜL, Fatih Uluç YEĞİN, Kürşad Güven ERTAŞ, Murat ÖZENALP, Utku ARSLAN’a 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL’nin ayrı ayrı;

5- Başvuruculardan; Gürsel ÇAYPINAR ve Mehmet ULUTAŞ tarafından ayrı ayrı yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL’nin ayrı ayrı;

6- Başvuruculardan Dursun ÇİÇEK ile Mustafa Korkut ÖZARSLAN’a ayrı ayrı ikişer başvuru yapmaları nedeniyle her biri 198,35 TL olan iki adet harç ücreti ile 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.896,70 TL’nin ayrı ayrı;

Ödenmesine karar verilmiştir.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

YILMAZ ÇELİK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/13117)

 

Karar Tarihi: 19/7/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 26/10/2018-30577

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Yunus HEPER

Başvurucu

:

Yılmaz ÇELİK

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, ceza davasında esaslı talep ve görüşlerin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvurular 12/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
  5. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
  6. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
  7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
  8. 2014/13117 sayılı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2014/13121 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
  9. Birinci Bölüm tarafından 18/4/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
  2. 1969 doğumlu olan başvurucu, Ankara'da ikamet etmekte ve inşaat işleri ile uğraşmaktadır. Pek çok ülkede faaliyet gösteren Hizb-ut Tahrir isimli örgütün üyesi olduğu iddiasıyla başvurucunun 2008 yılından itibaren yargılanmasına başlanmıştır.
  3. Birinci Dava
  4. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 3/2/2008 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve arkadaşlarının silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açmıştır. İddianamede sanıklara isnat edilen eylemler özetle şunlardır:
  5. Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Resmî Sözcüsü Yılmaz Çelikismi ve unvanı ile2008 yılında basılıp dağıtıldığı anlaşılan “Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti hilafetin yıkılışının 87. yıl dönümünde tüm Müslümanları yeniden Raşidi hilafeti kurmaya davet eder”“İstanbul’daki katliamdan bataklıktaki yöneticiler sorumludur”, “Aziz ve hâkim olan Allah’ın katından başka nusret yoktur” başlıklı bildirilerin başvurucuda bulunması
  6. Hakkında toplatma kararı bulunan ve örgütün kurucusu T.N.nin yazarı olduğuDemokrasi Kültür Nizamıdırisimli kitabın ve bir adet Raşid-i Hilafet dergisi ile eğitim amaçlı bulundurulduğu anlaşılan Hızlı Düşün Hızlı Karar Ver, Hizb-i Kitleleşme, Allah’a Kulluk ve Zafer, Hizb-ut Tahrir'in Yola Çıkışı, İslam-ı Hilafet Nizamının Şer-i Esasları, Tek Çıkar Yol İslam isimli kitapların başvurucuda bulunması

iii. Üzerinde “Hilafet Nasıl Yıkıldı, Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti” yazılı DVD'nin başvurucuda bulunması. Savcılığa göre bahsi geçen DVD'de Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları hakkında bazı iddialar ile hilafetin yıkılmasının dış devletler tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülmektedir. DVD'de başka birçok fikrin yanı sıra İslam devletlerinin başında bir halifenin bulunmasının farz olduğu, bu farzı iptal edenlerin büyük cürüm işlediği gibi tekrar halifeliği ihdas etmeyenlerin de büyük cürüm işlediği savunulmakta, Hizb-ut Tahrir'in hilafeti yeniden kurmak için fikrî ve siyasi çalışma içinde olduğu ifade edilmektedir.

  1. i Sanık R.C.de el yazması bir not defteri bulunması. Adı kodlanmış kişilerce el yazısı ile doldurulmuş bir anketin de olduğu bu bilgi notlarında “Aileniz Hizb'i biliyor mu?""Aileden destek verenler ve destek boyutlarını detaylıca açıklayınız.""Ailenizden olumsuz tavır gösterenleri ve nedenlerini açıklayınız.","Hizb'den birisi daha önce ailenizle görüştü mü? Görüştü ise kim, kiminle ve neler görüştü, açıkça yazınız.""Ailenizde lider olan kim ve şahsi özellikleri nelerdir?""Sizce ailenizin desteğini nasıl kazanabiliriz?","Akrabalarınızdan kimler Hizb ile çalıştığınızı biliyor ve tepkileri nasıl?", "Kaç kişiye beyan veriyorsunuz ve onlar kimler, tepkileri nasıl?", "Bu konu ile ilgili farklı görüşleriniz varsa yazınız." şeklinde sorular yer almaktadır. Bahsi geçen defterde ayrıca “Halkaya Almadan Temas Edilen Kişide Gerçekleşmesi Gereken Özellikler” başlıklı, örgütün çalışma tarzını ortaya koyan bir yazı da bulunmaktadır.
  2. Başvurucu; yargılamanın aşamalarında Hizb-ut Tahrir örgütünün üyesi ve sözcüsü olduğunu, örgüt adına bildiri hazırlayarak internete koyduğunu kabul etmiştir. Başvurucu, örgüte isnat edilen dokümanların sorumluluğunu kabul etmemiştir. Hizb-ut Tahrir örgütünün silahlı bir örgüt olmadığını, dünyanın hiçbir yerinde herhangi bir şiddet eylemi gerçekleştirmediğini, cebir, şiddet veya baskı yöntemini benimsemediğini, resmî kurumların da bunu bildiğini ifade etmiştir. Başvurucu, savunmasında Hizb-ut Tahrir örgütünün amacının İslam coğrafyasında hilafetin tekrar tesisini sağlamak olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, düşüncelerini şiddete başvurmadan ve bilhassa basın yolu ile yaymaya çalıştıklarını ifade etmiştir.
  3. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi 7/4/2011 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme, başvurucuyu ayrıca terör örgütü propagandası yapma suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırmıştır. Mahkeme kararında ilk olarak Hizb-ut Tahrir örgütü hakkında kısa bir değerlendirmeye yer verilmiştir. İlk derece mahkemesinin değerlendirmelerine göre 1953 yılında Ürdün'de kurulan örgüt, ümmetçilik anlayışı kapsamında bir halifenin etrafında hilafet devleti kurmayı planlamakta; hâlen bir yöneticinin liderliğinde Ürdün, Suriye, Lübnan, Sudan, Kuveyt, Kudüs, Malezya ve Özbekistan gibi Müslüman ülkelerin yanı sıra Batı ülkelerinde de örgütlenmektedir. Kararda; örgütün kültürlenmehalk ile bütünleşmeve halkı örgütledikten sonraşer'i esaslara göre İslam devleti kurma şeklinde üç aşamalı bir yöntem belirlediği, Türkiye'yi 1997 yılından itibaren vilayet olarak nitelendirdiği ve Türkiye'de vilayet sorumlusu -mutemet veya emir de denmektedir- önderliğinde üst yapı, eyalet komitesi (vilayet encümeni), bölge sorumluları, nakipler, mahalle sorumluları şeklinde alt kadro ile hiyerarşik bir yapıda örgütlendiği belirtilmektedir. Buna göre örgüt, propaganda faaliyetlerini Köklü Değişim isimli yayın organı, kurucusu T.N.nin kitapları, internet sitelerinde yapmış oldukları yayınlar ve bölge sorumluları, nakipler vasıtasıyla sempatizanlarla toplantılar yapmak suretiyle gerçekleştirmektedir. Karara göre, Türkiye'nin değişik illerinde haftanın belirli günlerinde örgüt mensupları tarafından toplantılar yapılmakta; ayda bir kez merkezden gelen sorumlunun başkanlığında değerlendirme amaçlı toplantılar icra edilmekte ve toplantılarda hiyerarşik yapı içinde örgüt elemanları, üstlerine faaliyet raporu sunmaktadır.
  4. Kararda ayrıca örgüte geçmişte yapılan operasyonlar sonucunda örgüte ait hücre evlerinde birden fazla silah ve ağır silah ele geçirildiği ifade edilmiştir. Mahkeme, bu silahların kimden ve ne zaman ele geçirildiğini, başvuruya konu yargılamalarla bir ilgisinin olup olmadığını belirtmemiş; ele geçirilen silahlarla ilgili yargılamalar hakkında da herhangi bir değerlendirmede bulunmamıştır. Mahkeme, örgüt mensuplarının silahlı bir eyleme katılmadıkları tespitini yapmış ancak Yargıtay 9. Ceza Dairesinin müstakar kararları ile tafsilatı verilmeyen silahların niteliği, adedi, örgütün amaç ve faaliyetlerini gözönüne alarak Hizb-ut Tahrir örgütünü 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesinin (2) numaralı fıkrasında belirtilen nitelikte bir silahlı terör örgütü olarak kabul ettiğini ifade etmiştir.
  5. Mahkeme daha sonra başvurucu hakkındaki gerekçesini açıklamıştır. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"...sanık Yılmaz Çelik'in Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Resmi Sözcüsü sıfatıyla internet ortamında bildiriler hazırladığı, bu bildirilerin örgüt üyeleri tarafından kullanıldığı, MM'ın dağıttığı bildirilerden bir tanesinde yineHizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Resmi Sözcüsü Yılmaz Çelik adının yazılı olduğu, sanığın savunmasında Hizb-ut Tahrir'in parti olduğunu belirterek kendisine Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Resmi Sözcüsü sıfatının verildiğini, ismini vermek istemediği bir kişi tarafından bu sıfatın kendisine verildiğini beyan ederek bu görevi kabul ve ikrar ettiği, söz konusu bildirileri kendisinin hazırladığını, suç tarihi öncesinde hakkında yasadışı Hizb-ut Tahrir örgütü üyesi olmak suçundan dolayı mahkûmiyet hükmü kurulduğu ve kesinleştiği, yine sanık hakkında örgüt üyeliği suçlamasıyla mahkememizin 2007/97 esasında dava dosyasının derdest olduğu, ancak devam eden dava ile iş bu dava arasında hukuki ve fiili kesinti bulunduğu, sanığın örgütsel faaliyetlerini devam ettirerek örgütün amaç ve faaliyetleri doğrultusunda hazırlanmış bildiri ve CD'leri dağıttığı, örgütsel propaganda yaptığı, böylelikle sanık Yılmaz Çelik'in örgüte eleman kazandırma, örgüte taban oluşturma çabaları doğrultusunda propaganda amaçlı bildiri ve CD'ler dağıtmak, Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Resmi Sözcüsü başlıklı örgütsel dökümanlar düzenlemek şeklindeki eylemlerinin örgütle organik bağ oluşturacak şekilde, süreklililk, çeşitlilik ve yoğunluk gösterdiği, bu şekilde eylemlerinin terör örgütü boyutuna ulaştığı kanaatine varılarak mahkememizce eylemine uyan 3713 Sayılı yasa 7/1 maddesi yollamasıyla 5237 Sayılı TCK.nun 314/2. maddesi gereği mahkûmiyeti cihetine gidilmiştir."

  1. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 27/6/2014 tarihli ilamı ile Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin kararını terör örgütüne üye olma suçu yönünden onamış, terör örgütü propagandası yapma suçu yönünden ise bozmuştur.
  2. Başvurucu, kararı 6/8/2014 tarihinde öğrendiğini bildirmiş; 12/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  3. İkinci Dava
  4. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 13/7/2009 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. Savcılığa göre başvurucu, Türkiye'de kanun dışı olarak kabul edilen Hizb-ut Tahrir örgütünün Türkiye sorumlusudur. İddianamede; Hizb-ut Tahrir örgütünün amacının cebir ve şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biri ile Cumhuriyet'in laik niteliğini değiştirmek ve yerine şeri hükümlere dayalı bir hilafet devleti kurmak olduğu, faaliyet gösterilen ülkelerin örgüt tarafından vilayetolarak isimlendirildiği ve kurulması hedeflenen devlete Raşidi Hilafet Devleti denildiği belirtilmiştir. Savcılık, Hizb-ut Tahrir'i terör örgütü olarak nitelendirmesine rağmen örgütün veya sanığın herhangi bir şiddet eylemine iddianamesinde yer vermemiştir.
  5. Başvurucu; ilk derece mahkemesindeki savunmalarında Hizb-ut Tahrir örgütünün silahlı bir örgüt olmadığını, cebir, şiddet veya baskı yöntemini benimsemediğini ve amacının hilafeti tekrar getirmek olduğunu savunmuştur.
  6. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi 13/12/2011 tarihli kararında ilk olarak Hizb-ut Tahrir örgütü hakkında birinci davadaki açıklamalara benzer açıklamalarda bulunmuş ve örgütün bir terör örgütü olarak kabul edilmesinin dayanağı olan Yargıtay görüşüne şu şekilde değinmiştir:

"Hizb-ut Tahrir örgütünün Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 26/10/2004 tarih 2004/4824 Esas, 2814 karar nolu ilamı ile 3713 Sayılı Yasanın 1. Maddesinde tanımlanan cebir ve şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek devlet otoritesini zaafiyete uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek amacı ile kurulmuş terör örgütü olduğu tespit edilmiştir."

  1. İlk derece mahkemesi daha sonra başvurucunun eylemlerini değerlendirmiş ve başvurucunun 6 yıl 3 ay hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkemenin değerlendirmelerinin ilgili kısmı şöyledir:

"...sanık Yılmaz Çelik'in örgüte eleman kazandırma, örgüte taban oluşturma çabaları doğrultusunda propaganda amaçlı olarak 18.05.2006 tarihinde yasadışı Hizb-üt Tahrir örgütü tarafından Adalet.gov.tr.ye "....kokuşmuş küfür kanunlarında merhamet yoktur, raşidi hilafet devleti gerçekleşecektir" şeklinde e-mail göndermek, işyerinde 670 adet üzerinde 'Yılmaz Çelik Hizb-ut-tahrir resmi sözcüsü Türkiye vilayeti' yazılı kartvizit65 adet Hizb-ut-tahrir resmi sözcüsü Türkiye vilayeti yazılı bayram kartıbulundurmak, ATO Başkanı S. A.ya Ramazan Bayramı nedeniyle göndermiş olduğu kartta kendisini "Hizb-ut Tahrirresmi sözcüsü Türkiye vilayeti sorumlusu"olarak göstermek şeklindeki eylemlerinin örgütle organik bağ oluşturacak şekilde, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösterdiği, sanığınbu şekildeki eylemlerinin terör örgütü boyutuna ulaştığı, ancak sanığın sabit olarak kabul edilen bu eylemlerinin sanığın örgüt yöneticisi ve kurucusu olduğu şeklinde kanaat oluşturmadığı, sanığın eyleminin örgüt üyeliği boyutunda olduğu ve sanığın da savunmalarında Hizb-ut Tahririn Türkiye Vilayeti resmi sözcüsü olduğu hususunu kabul ettiğikanaatine varıl[mıştır.]"

  1. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 27/6/2014 tarihli ilamı ile Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin kararını onamıştır.
  2. Başvurucu, kararı 6/8/2014 tarihinde öğrendiğini bildirmiş; 12/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  3. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün Raporu
  4. Emniyet Genel Müdürlüğünden Hizb-ut Tahrir örgütünün silahlı terör örgütü olarak kabul edilmesine dayanak olan bilgi ve belgeler ile mahkeme kararları Anayasa Mahkemesince istenmiştir. 24/2/2017 tarihli kapsamlı raporda özetle aşağıdaki hususlara değinilmiştir:
  5. Hizb-ut Tahrir, 1950'li yılların başında Mısır'da faaliyet gösteren İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) örgütünden ayrılan T.N. tarafından Ürdün'de kurulmuştur. Raporda; örgütün nihai hedefi olarak gördüğü İslam devletinin kurulması için gerekli olan halk hareketinin yönlendirilmesi konusunda İhvan hareketinin öngördüğü tabandan tavana yönelimin aksine tavanda yapılacak değişiklikle tabanı yönlendirmeyi hedeflemesi, ihvan hareketiyle ayrılmalarındaki en önemli etken olarak ifade edilmektedir. Kurulması planlanan sözde İslam devletinin önce Arap ülkelerine, daha sonra diğer İslam ülkelerine nüfuz etmesi öngörülmektedir.
  6. Hizb-ut Tahrir,İslami Kurtuluş Partisi anlamında kullanılmaktadır. Örgüt tüm Müslümanları bir halife etrafında toplayarak hilafet devleti kurmayı amaçlamaktadır. Bu devlete Raşidi Hilafet Devleti de denmektedir. Örgüt; kültürlenme, halk ile bütünleşme ve halkı örgütledikten sonra dinî esaslara göre İslam devletini kurma şeklinde üç aşamalı bir strateji benimsemektedir. Örgüt mensupları her fırsatta geçmişteki hilafet kurumuna atıfta bulunmakta, bu kurumun yeniden ihyası için propaganda faaliyetlerine girişmektedir. Bu yönde 1994 yılı Ağustos ayında İngiltere'nin başkenti Londra'da, bir stadyumda ülkemizde hilafetin kaldırılışının 70. yılı dolayısıyla düzenlenen konferansa yaklaşık 12.000 kişinin katıldığı bilinmektedir.

iii. Örgüt mensuplarının İslami kimliğin oluşumu için kültürel faaliyetlere ağırlık vermekte oldukları da gözlenmektedir. Özellikle hilafet kurumunun kaldırılmasını eleştiren mahiyette bildiriler ile örgüt propagandasının yapıldığı metinler, elektronik ortamda ve dergiler vasıtasıyla dağıtılmaktadır.

  1. Örgütün başta Türkiye, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Endonezya gibi ülkeler olmak üzere Asya ve Avrupa ülkelerinde de teşkilatlandığı bilinmektedir. Faaliyet gösterilen her ülke, örgüt tarafından vilayet olarak isimlendirilmektedir. Bu sözde vilayetlerde oluşturulan 3-10 kişilik komitelerle faaliyetlerini yürüten örgüt, gizli başkanlık konseyine bağlı olarak faaliyet göstermektedir.
  2. Örgüt; mevcut ideolojileri İslam, kapitalist demokrasi ve komünizm olmak üzere üç bölüme ayırmakta ve İslam haricinde kalanları İslam ile çelişen küfür ideolojisiolarak nitelendirmektedir. Ayrıca dünyadaki Müslümanların eziyet altında olduğu, günümüzde faaliyet gösteren siyasi partilerin hiçbirine oy verilmemesi gerektiği, hepsinin küfür olarak kabul edildiği, bu partilere oy verenlerin büyük bir günah işleyeceği savunulmaktadır.
  3. Hizb-ut Tahrir örgütünün faaliyetlerinin Mısır, Ürdün ve Lübnan'da -rejim karşıtı çalışmaları nedeniyle- yasaklandığı bilinmektedir.

vii. Örgüte yönelik ilk operasyonun yapıldığı 1967 yılından raporun hazırlandığı tarihe kadar geçen süre içinde örgüt, silahlı eyleme karışmamıştır. Örgüte yönelik gerçekleştirilen soruşturma ve kovuşturmaların tamamının örgüt propagandası yapma, örgüte eleman kazandırmak için çalışma, örgütsel dokümanları basma ve dağıtma, örgüt adına internet üzerinden yayın yapma, örgütsel toplantılar yapma suçlamaları nedeniyle yürütüldüğü anlaşılmaktadır. 2009 yılında yapılan bir operasyonda 1 adet uzun namlulu silah, 2 adet tabanca, 5 adet tüfek ve 6 adet kuru sıkı tabanca ele geçirilmiştir.

viii. Örgüt üyesi şahısların silahlı faaliyet yürütmeye psikolojik olarak hazır oldukları ve uygun bir zemin bulmaları hâlinde silahlanabilecekleri değerlendirilmektedir.

  1. Hizb-ut Tahrir Örgütü ile İlgili Mahkeme Kararları
  2. Hizb-ut Tahrir örgütü ile ilgili Yargıtayın dört kararı ve bunlara ilişkin ilk derece mahkemesi kararları Anayasa Mahkemesine bildirilmiştir. Söz konusu kararlardan Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19/4/2004 tarihli (E.2004/1586, K.2004/1433) kararına konu olayda sanık B.S., 14/4/2003 tarihinden önce gerçekleşen ve Hizb-ut Tahrir örgütüne üye olma ve öğrütün eğitimlerine katılma, bildiri dağıtma eylemleri yüzünden 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesinin ikinci fıkrası gereğince Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yargılanmıştır. İlk derece mahkemesi "3713 sayılı Yasa'nın 7. maddesi gereğince cezalandırılması isteğiyle açılan kamu davasında, sanıkların 3713 sayılı Yasa'nın 1. maddesinde tanımlanan örgütü kurmadıkları, cebir şiddete dayalı eylemlerinin bulunmadığı gerekçesi ile suç unsurlarının oluşmadığından bahisle sanık hakkında beraat kararı..."verilmesine karar vermiştir.
  3. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19/4/2004 tarihlikararında, Hizb-ut Tahrir örgütünün "devletin ve Cumhuriyet'in varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak ya da ele geçirmek amacıyla kurulmuş terör örgütü niteliğinde olduğu" sonucuna ulaşılmıştır. Hizb-ut Tahrir örgütünün bir terör örgütü olduğuna ilişkin daha sonraki tüm mahkeme kararları ile Yargıtay kararları bu karara dayanmıştır ve bunun gerekçesi, zikredildiği kadardır. Yargıtay 9. Ceza Dairesi kısa bir süre sonra 21/10/2004 tarihli (E.2004/4829, K.2004/5628) kararında aynı içtihadını tekrarlamıştır.
  4. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca bazı sanıklar aleyhine açılan aynı nitelikteki davada Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, 18/10/2005 tarihli ve E. 2005/92, K.2006/314 sayılı kararında yukarıda alıntılanan kararlara göre daha fazla değerlendirme yaparak Hizb-ut Tahrir örgütünün bir terör örgütü olduğuna karar vermiştir. Aşağıda yer verilen hüküm, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 29/11/2007 tarihli ve E.2006/8281, K.2007/8763 sayılı (bir gerekçeye yer vermeyen) ilamı ile onanarak kesinleşmiştir:

" ...İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 1.4.2004 tarihli suça konu Hizb-ut Tahrir örgütünün amaç ve stratejisi hakkındaki bilgi notunda örgütün Terörle Savaşım [Mücadele] Yasası'nın 4928 sayılı Yasa ile değişik 1. maddesi kapsamında tarif edilen terör örgütüne ideoloji ve örgüt boyutları itibariyle tipik olarak uyduğu, ancak cebir ve şiddet boyutu itibariyle uymadığı, Yargıtay içtihatları gereğince örgütün amacının devletin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek devletin otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek amacıyla kurulmuş terör örgütü niteliğinde olduğunun kabul edildiği belirtilmiştir ( ... ) Diğer sanıkların ise açık ikrarlarından da görüldüğü üzere yasadışı Hizb-ut Tahrir örgütü üyesi oldukları, örgüt adına çeşitli tarihlerde bildiri dağıttıkları, bu amaçla çoğalttıkları bildirileri işyerlerinde bulundurdukları, bu suretle Hizb-ut Tahrir örgütü üyesi olmak suçunu işledikleri sübuta ermiştir. Hizb-ut Tahrir örgütünün devletin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek amacıyla kurulmuş terör örgütü niteliğinde olduğu sübuta erdiğinden sanıkların belirtilen örgüte üye olmak suçundan anılan maddeler gereğince cezalandırılmalarına karar verilmesi[ne gerek duyulmuştur]."

  1. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin yukarıda zikredilen kararından kısa bir süre sonra verdiği 2/3/2006 tarihli ve E.2005/198, K.2006/26 sayılı kararına da değinilmelidir. Bu hüküm daha sonra Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19/11/2007 tarihli ve E.2007/5600, K.2007/8399 sayılı kararı ile onanmıştır. İlk derece mahkemesinin bu kararına konu yargılamada sanıkların bir bölümü suçla ilgilerinin olmadığını savunmuş; sanıkların bir bölümü ise örgütün ideolojisini benimsediğini kabul etmiş ve örgütün görüşlerini internet, dergi, gösteri, toplantı vb. araçlarla yaymayı sürdüreceğini ifade etmiştir. Sanıklar; yargılamaya konu toplantının valilik izniyle gerçekleştirildiğini, hiçbir zaman zora, maddi ve manevi şiddete, cebir, yıldırma ve korkutma yöntemlerine başvurmadıklarını, aksine sadece fikir çatışması ve siyasi mücadele ilkesini benimsediklerini ileri sürmüşlerdir. Mahkeme kararında; 2005 yılında Ankara Abdi İpekçi Parkı'nda Köklü Değişimdergisi tarafından Özbekistan'daki olaylara karşı çıkmak amacıyla yapılan toplantıda bildiri okunduğu ve hilafet devletinin kurulmasının savunulduğu belirtilmiştir. Mahkemeye göre sanıklar zulmedenlerden hesap sorulacağını, Müslümanların öldürüldüğünü, Özbekistan'da akan kana ve zulme ses çıkarmayan yöneticilerin dilsiz şeytan ve katil olduklarını ifade etmişlerdir. Kararda şu anlatımlara yer verilmiştir:

"...sanıklar her ne kadar şiddete başvurmadıklarını söyleseler de demokrasiyi benimsemedikleri, mevcut rejimden memnun olmadıkları, bunu yıkarak raşid-i hilafet devletini kurmak istediklerini ifade ettikleri, ılımlı demokratik bir hakkı kullandıklarını ifade etmekten ziyade yıkıcı ve hırçın şekilde devirip yerine yenisini kurmak şeklindeki tarz ve tutumları ile savunma içerikleri, ele geçen bildiriler bütünlüğü değerlendirildiğinde sanıkların 3713 sayılı Yasa kapsamında kaldığı anlaşılan örgütsel faaliyetin kapsamında suç tarihinde de etkinliğe katılarak faaliyet gösterdikleri ve bu şekilde bir örgüte üye oldukları sonuç ve kanaatine varılmıştır."

  1. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 13/11/2007 tarihli ve E.2007/324, K.2007/8187 sayılı, 10/12/2007 tarihli ve E.2007/5166, K.2007/9121 sayılı iki kararında aynı içtihadını devam ettirmiştir. Yargıtay Hizb-ut Tahrir'in neden bir terör örgütü olarak kabul edildiğine ilişkin daha detaylı bir değerlendirme yapmamıştır.
  2. Yargıtay 16. Ceza Dairesi 4/10/2017 tarihli ve E.2015/2605, K.2017/5049 sayılı yeni kararında daha ileri bir değerlendirmeye yer vermeksizin Yargıtayın önceki içtihadını devam ettirmiş ve Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olduğuna karar vermiştir. Oyçokluğu ile alınan yakın tarihli bu kararda bir üye sonuç olarak "Hizb-ut tahrir örgütü, Anayasal düzeni değiştirme veya ortadan kaldırmayı hedeflemesi nedeniyle yasalarımız tarafından himaye görmesi mümkün olmayan bir örgüt olmakla birlikte, cebir ve şiddeti öngörüp başvurmadığı için de terör örgütü sayılması Anayasa ve ceza kanunumuza uygun düşmemektedir." biçiminde özetlenebilecek bir gerekçeyle karara muhalif kalmıştır. Söz konusu muhalefet şerhinde diğer pek çok argümanın yanında Hizb-ut Tahrir yargılamalarında Türk ceza mevzuatında yapılan değişikliklerin anlamına değinildiği görülmüştür.
  3. İLGİLİ HUKUK
  4. 3713 sayılı Kanun'un "Terör örgütleri"kenar başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır. ”

  1. 5237 sayılı Kanun'un "Silahlı örgüt"kenar başlıklı 314. maddesi şöyledir:

"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.

 (3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır. "

  1. İNCELEME VE GEREKÇE
  2. Mahkemenin 19/7/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
  3. Başvurucunun İddiaları
  4. Başvurucu; Hizb-ut Tahrir'e üye olduğu gerekçesiyle cezalandırıldığını, anılan oluşumun şiddet yanlısı bir örgüt olmadığı için terör örgütü sayılamayacağını ileri sürmüştür. Başvurucunun iddiaları şu şekilde özetlenebilir:
  5. Başvurucu; Hizb-ut Tahrir hakkında pek çok bilimsel çalışma yapıldığını, örgütün hiçbir şiddet ve terör eyleminde bulunmadığını ve cihat kavramını silahlı mücadele olarak değerlendirmediğini belirtmiştir. Başvurucuya göre açılan kamu davalarında örgütün zor ve şiddet kullandığına ilişkin herhangi bir somut kanıt elde edilememiştir. Hizb-ut Tahrir hakkındaki ilk karar olan Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19/4/2004 tarihli kararı daha sonraki kararlara emsal oluşturmuş ise de bu kararda Yargıtay, somut eylemi değil örgütün amacını gözeterek sonuca ulaşmıştır.
  6. Başvurucuya göre terör suçunun davranış ögesi maddi veya manevi şiddet, kaba güç ya da bunları kullanma tehdididir. Şiddetin biçimi değişebilir ancak şiddetsiz terör suçu düşünülemez. Başvurucu; 3713 sayılı Kanun'un 1. maddesinde, terör suçlarının cebir ve şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyleişlenmesi hâlinde terörden bahsedileceğinin açıkça belirtildiğini ancak yapılan yargılamalarda bu tanımın gözönüne alınmadığını, Hizb-ut Tahrir örgütünün hangi surette bir terör örgütü olduğunun açıklanmadığını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca Yargıtayın terör örgütünün tanımına ilişkin olarak öteden beri tatbik edilen içtihadının Hizb-ut Tahrir davalarında uygulanmadığını belirtmektedir.

iii. Başvurucu 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 163. maddesinin kaldırılmasının anlamı üzerinde durulması gerektiğini savunmuştur. Başvurucuya göre bahsi geçen kurala göre laikliğe aykırı örgütlenmeleri kuranlar, bunlara üye olanlar, propaganda yapanlar, telkinde bulunanlar cezalandırılmıştır. Kuralda cebir ve/veya şiddet ögesi bulunmamaktadır ve salt düşünceyi cezalandırdığından kural, çağdaş demokrasinin temeli olan düşünce özgürlüğüne aykırıdır. Nitekim bu sebeple 1991 yılında hüküm kaldırılmıştır. Ancak mahkemeler, kural yürürlükteymiş gibi cebir ve/veya şiddet ögesini aramadan bu tür eylemlere başvuranları mahkûm etmeyi sürdürmüştür.

  1. Değerlendirme
  2. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu; üyesi olduğunu kabul ettiği Hizb-ut Tahrir örgütünün şiddeti reddettiğini, herhangi bir şiddet eylemi gerçekleştirmediğini, bu nedenle de terör örgütü olarak kabul edilmesinin hukuken mümkün olmadığını, kendisinin cezalandırılması hâlinde eylemlerinden dolayı değil düşüncelerinden dolayı cezalandırılmış olacağını ileri sürmekte ve bu yöndeki savunmaları dikkate alınmaksızın mahkûm edilmesinedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini iddia etmektedir.
  3. Terör örgütlerinin ideolojilerinin, ulaşmayı hedefledikleri nihai amaçlarının, toplum ve devlet hayatına yönelik eleştirilerinin başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerle ilişkili yönlerinin bulunması mümkündür. Ancak terör örgütlerinin söz konusu olduğu durumlarda ilk olarak değerlendirilmesi gereken, örgütün temel haklar kapsamında kaldığı iddia edilen fikirleri değil amaçlarına ulaşmak için anayasal bakımdan korunması mümkün olmayan şiddet yöntemlerine başvurup başvurmadığıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinden terör örgütünün varlığını veya sanıkların örgütle olan ilişkilerini ikna edici biçimde değerlendirmelerini beklemektedir. Bu değerlendirmelerin ise öncelikle adil yargılanma hakkı kapsamında kaldığı açıktır.
  4. Öte yandan derece mahkemelerinde yürütülen yargılama süreci, tarafların iddia ve savunmaları ile mahkemelerin kararları ve başvuru formu dikkate alındığında asıl vurgunun terör örgütüne üye olma suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığı üzerine yapıldığı anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle başvurucu hakkındaki soruşturma ve yargılama süreçlerinde bahse konu örgütün ideolojisi, savunduğu fikirler ve eylem tipi değerlendirmeye tabi tutulmamış; önceki mahkeme kararlarında Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olarak kabul edildiği olgusundan hareket edilerek başvurucunun söz konusu örgütün üyesi olup olmadığı üzerine yoğunlaşılmıştır. Bu sebeple derece mahkemelerinde yapılan yargılamalarda mesele Anayasa Mahkemesi tarafından ifade özgürlüğü yönünden bir değerlendirme yapmayı mümkün kılacak şekilde ele alınmamıştır. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemeleri önünde usulen tartışılmamış meseleleri ilk elden ele almayı kabul etmemektedir. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetinin adil yargılanma hakkıkapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
  5. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti"kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

  1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  2. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Recep KÖMÜRCÜ bu görüşe katılmamışlardır.

  1. Esas Yönünden
  2. Genel İlkeler
  3. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığı kabul edilmiştir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75;Gülşen Tüzün, B. No: 2016/5147, 27/6/2018, § 18).
  4. 40. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır." denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü verilmiştir. Anayasa'nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
  5. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31 , 34).
  6. Gerekçeli karar hakkının amacı, kurulan hükmün dayanaklarını tatminkâr bir şekilde açıklamaktır. Bu hak, tarafların hükmün sonucunu değiştirebilecek iddialarının ayrı ve açık bir biçimde karşılanmasını gerektirmektedir. Mesele ceza davası olduğunda sanığın beraat etmesi veya daha az ceza alması sonucunu ortaya çıkarabilecek iddiaların cevaplanması zaruri hâle gelmektedir. Bu bağlamda suçun hukuka aykırılık unsuru ile maddi ve manevi unsurlarına, suça etki eden nedenler ile özel görünüş biçimlerine ilişkin iddiaların mahkemece dikkate alınması ve uygun bir şekilde değerlendirilmesi gerekebilir. Sanıklar tarafından ileri sürülen ve yargılamanın sonucunu etkileme ihtimali bulunan bu tür iddiaların dikkate alınmaması veya gereği gibi değerlendirilmemesi gerekçeli karar hakkını zedeleyebilir. Mahkemenin sanığın hükmün sonucunu değiştirebilecek iddialarını dikkate aldığından söz edilebilmesi, önemli ölçüde gerekçenin bu iddialara cevap verebilecek nitelikte hazırlanması ile mümkündür.
  7. Bununla birlikte mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
  8. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıtvermemesi hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri,§§ 35, 39; Mehmet Yavuz, B. No: 2013/2995, 20/2/2014, § 51).
  9. İlkelerin Olaya Uygulanması
  10. Bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Dolayısıyla somut başvuruyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin rolü, derece mahkemelerince yapılan değerlendirmelerin, varılan sonuçların hukuka ve yüksek mahkemeler ile diğer mahkemelerce ortaya konulan içtihatlara uygunluğunu denetlemek değildir.
  11. Hizb-ut Tahrir örgütünün İslam'ın bütün kurum ve kurallarıyla yeryüzünde egemen olması için hilafet devletini kurma amacını taşıyan, kökten değişimci (radikal) bir örgüt olduğu konusunda başvurucunun bir itirazı bulunmamaktadır. Başvurucunun bazı eylemlerinin hukuk sistemimizce suç olarak tanımlanmış olması da mümkündür. Buna karşın önemle belirtilmelidir ki başvurucunun eylemlerinin suç oluşturup oluşturmadığını belirlemek de Anayasa Mahkemesinin görevi değildir.
  12. Anayasa Mahkemesinin görevi, başvurucunun derece mahkemeleri nezdinde ileri sürdüğü ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddialarının mahkemelerce makul bir ölçüde değerlendirilip değerlendirilmediğini denetlemektir. Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir iddianın derece mahkemelerince ilgili ve yeterli bir şekilde karşılanmaması veya cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir.
  13. Başvurucu; Hizb-ut Tahrir'in bir örgüt olduğunu ancak bu örgütün bir suçu ya da belli suçları elverişli araçlarla işlemek amacıyla kurulmadığını, silahlı olmadığını, cebir ve şiddet kullanmadığını ileri sürmektedir. Başvurucu, Hizb-ut Tahrir'insilahlı bir örgüt veya bir terör örgütüolup olmadığına ilişkin temel sorunun önceki mahkemelerce ve başvuruya konu derece mahkemelerince tartışılmaması olduğundan şikâyet etmektedir. Başvurucunun şikâyeti; meramını anlatmasına rağmen muhakemenin gidişine etki edememesine, başka bir deyişle dava dosyasında sunulan görüşlerinin derece mahkemelerince dikkate alınarak bir sonuca ulaştırılmamasına yöneliktir. Başvurucuya göre mahkemeler gerekçelerini kendisinin temel iddialarına cevap verebilecek nitelikte hazırlamamışlardır.
  14. Derece mahkemelerine ve Anayasa Mahkemesine sunduğu savunma, mütalaa ve dilekçelerde başvurucu; Hizb-ut Tahrir'in silahlı bir örgütveya bir terör örgütü olup olmadığına ilişkin değerlendirmelerinde terör ve terörizm kavramlarının anlamlarına, ulusal hukukta ve mukayeseli hukuktaki kullanımlarına odaklanmıştır. Bu kapsamda başvurucu, Türk ceza mevzuatında, doktrinde, uluslararası belgelerde ve mukayeseli hukukta terör suçlarını ve örgütlü suçları ele alarak 5237 sayılı Kanun'un 220., 309., 314., 315., 316. maddelerinde ve 3713 sayılı Kanun'da yer alan suçları tek tek değerlendirmiş; herhangi bir şiddet eylemine katılmayan Hizb-ut Tahrir'in -radikal görüşleri savunmakla birlikte kullandığı araçlar nedeniyle- bir suç ya da terör örgütü olmadığını ileri sürmüştür.
  15. Buna karşın gerek önceki mahkeme kararlarında gerekse eldeki başvuruya ilişkin ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarında Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olduğu kabul edilmekle yetinilmiş, başvurucunun savunmaları hakkında bir değerlendirmede bulunulmamıştır.
  16. Bu kapsamda emniyet raporlarına göre örgüte yönelik ilk operasyonun yapıldığı 1967 yılından Anayasa Mahkemesine sunulan son raporun hazırlandığı 2016 yılına kadar geçen süre içinde anılan örgütün silahlı eyleme karışmadığı anlaşılmaktadır. Örgüte yönelik soruşturma ve kovuşturmaların tamamında yöneltilen isnat; örgüt propagandası yapmak, örgüte eleman kazandırmak için çalışmak, örgütsel dokümanları basmak ve dağıtmak, örgüt adına internet üzerinden yayın yapmak, örgütsel toplantılar yapmaktır.
  17. Derece mahkemelerinin kararlarında ise terör ve terörizm kavramlarının uluslararası belgelerde, mukayeseli hukukta, doktrinde ve Yargıtay kararlarında ortaya konulan -cebir ve/veya şiddet içeren bir politika- anlamları dikkate alındığında Hizb-ut Tahrir örgütünün hangi nedenlerle bir terör örgütü olarak kabul edildiği açıklanmamıştır.
  18. Öte yandan Hizb-ut Tahrir örgütünün kuruluşu, yapısı, dünyadaki faaliyetleri, kullandığı araç ve gereçler, gelirleri, yakın ve uzak amaçları, söz konusu amaçlara ulaşmak için benimsedikleri yöntemler konusunda önemli bir literatürün bulunduğu, bunların mahkemelere sunulduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğünün her dava dosyasında bulunan ve bakılan dosya içine de alınan en son güncellenmiş hâli ile Hizb-ut Tahrirbilgi notlarında, örgüte ait yayınların hiçbirinde zor ve şiddet kullanmaya yönelik kışkırtıcı düşüncelere ve yasalara aykırı, dış dünyaya yansıtılan suç oluşturucu bir davranışa rastlanmadığı ifade edilmektedir. Üstelik başvurucunun iddiasına göre örgüt; Türkiye'de ve diğer ülkelerde kendilerine karşı silahlı bir baskı olması durumunda bile silaha başvurmayacaklarını, şiddeti bir yöntem olarak benimsemediklerini açıklamıştır. Buna rağmen önceki kararları verenmahkemeler de eldeki başvuruya ilişkin kararları veren mahkemeler de bu hususları gözeterek bu örgütün 5237 sayılı Kanun anlamında bir örgüt olup olmadığını ve eylemlerinin başka bir suçu oluşturup oluşturmadığını değerlendirmemişlerdir.
  19. Başvuru konusuyargı kararlarında 3713 sayılı Kanun'da 2006 yılında yapılan değişikliklerin anlamları üzerinde de durulmamıştır. Bu kapsamda;
  20. 3713 sayılı Kanun'un 1. maddesinin örgüt kavramını düzenleyen ikinci ve üçüncü fıkralarının ilga edilmesi ve maddenin başlığının“Terör ve örgüt tanımı”iken “Terör tanımı” olarak değiştirilmesiyle örgüt tanımının 3713 sayılı Kanun'dan çıkarılmasının anlamı üzerinde hiç durulmamıştır.
  21. 2006 yılında 3713 sayılı Kanun'un 7. maddesinin 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesindeki silahlı örgütsuçuna atıfta bulunacak şekilde değiştirilmiş olduğu olgusu da kararlarda tartışılmamıştır. Yapılan bu atfın sadece cezaya değil unsurlara da yapıldığı hususu değişiklik gerekçesinde belirtilmiştir. 3713sayılı Kanun'un 7. maddesindeki değişiklikten sonra silahsız terör örgütüdiye bir düzenlemenin mevzuatımızda kalıp kalmadığını mahkemelerin açıklığa kavuşturmaları gerekmektedir.

iii. 3713 sayılı Kanun'un 7. maddesinde hem 1. maddeye hem de 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesine atıfta bulunulduğu ve bu değişiklikten önce 765 sayılı mülga Kanun'un 141., 142. ve 163. maddelerinde düzenlenen suçların ayrı tutulması gibi istisnaların da olmadığı dikkate alındığında 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesine yapılan atfın suçun unsurlarına ve cezaya ilişkin olduğu iddiaları da karşılanmamıştır.

  1. Derece mahkemelerinin silahsız terör örgütüolgusunu kabul edip etmediği, böyle bir suç tipi kabul ediliyorsa bunun hukuki dayanaklarının neler olduğu da belirsizliğini korumaktadır. Ne önceki Yargıtay ilamlarında ne de eldeki başvuruya konu Yargıtay ilamında bu husus tartışılmıştır. Buna karşılık eldeki başvuruya konu ilk derece mahkemesi kararının onuncu sayfasında şu cümlelerle Hizb-ut Tahrir örgütünün silahlı bir terör örgütü olduğu açıkça ifade edilmiştir:

"Örgüte yapılan operasyonlar sonucunda, örgüte ait hücre evlerde birden fazla silah ve ağır silah ele geçmiş olup örgüt mensuplarının her ne kadar vahamet arzedici silahlı bir eyleme katılmadıkları görülmüşse de ele geçen silahların niteliği ve adedi, örgütün amaç ve faaliyetleri göz önüne alındığında, Yargıtay (9.) Ceza Dairesinin müstekar kararları doğrultusunda Hizb-ut Tahrir örgütü, 5237 Sayılı TCK.nun 314/2. maddesinde yer bulan silahlı terör örgütü olarak kabul edilmiştir."

  1. Bununla birlikte yukarıda alıntılanan kararda "müstakar içtihatların"hangileri olduğu açıklanmadığı gibi örgüte yapılan operasyonda silah ele geçirildiği şeklindeki gerekçe de somutlaştırılabilmiş ve mevcut yargılamayla ilgisi kurulabilmiş değildir. Emniyet raporlarında 2009 yılında yapılan bir operasyonda bazı silahların ele geçirildiği bildirilmiş ise de söz konusu silahlara ilişkin soruşturma ve kovuşturmanın akıbeti, silahların Hizb-ut Tahrir yargılamalarıyla bir ilgisinin olup olmadığı, ilgisi varsa söz konusu silahların örgütü bir terör örgütü olarak nitelendirmeye ve başvurucuyu terör örgütü üyesi olarak kabul etmeye elverişli olup olmadığı yönünden tartışılmamış; başka bir mahkeme kararında tartışılmış ise o karar da gösterilmemiştir.
  2. Çağımızda terör eylemlerinin toplumları tehdit eden en önemli tehlikelerden biri olduğu kuşkusuzdur. Terör, bir azınlığın iradesini şiddet yolu ile halkın iradesine kabul ettirmek için başvurduğu bir yöntemdir. Elbette kurulu düzeni değiştirmek için terör denen her türden zor ve şiddet eylemlerinin, silahlı ayaklanma ve hükûmet darbesi gibi girişimlerin olağan ve meşru kabul edilmesi asla düşünülemez. Her konunun tartışılabildiği ve iktidarın meşru yollarla değiştirilebildiği bir demokratik düzende zora ve şiddete başvurmak gayrimeşrudur. Ancak terör örgütü olmaya bağlanan ağır hukuksal sonuçlar gözetildiğinde kamu makamlarının bu konudaki değerlendirmelerini daha özenli yapmalarıbeklenir.
  3. Bir kez daha hatırlatmak gerekirse hiç kuşkusuz başvurucuya atfedilen söz ve eylemlerin hukuk sistemimizde bir suça tekabül edip etmediğinin takdir yetkisi derece mahkemelerine aittir. Ancak derece mahkemeleri bu konuda gerekçelerini ilgili ve yeterli şekilde ortaya koymalıdır (bkz. §§ 44, 47). Bu bağlamda ilk derece mahkemelerinin ve Yargıtayın Hizb-ut Tahrir örgütünün bir terör örgütü olup olmadığına yönelik hiç değilse bir kere değerlendirmede bulunması, gerekçelerini başvurucunun temel iddiaları ile mahkemelerin resen tespit edecekleri ve yargılamanın doğasının gerektirdiği sorulara cevap verebilecek nitelikte hazırlaması gerekirken bunu yapmadıkları anlaşılmıştır.
  4. Gerekçeli karar hakkının bir gereği olarak başvurucunun derece mahkemelerinde ileri sürdüğü hukuksal değerlendirmelerin dikkate alınmasını istemesi adil yargılanma hakkının bir yönüdür. Buna rağmen eldeki başvuruya ilişkin mahkeme kararlarında da önceki mahkeme kararlarında da Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olarak kabul edilmesine ilişkin olarak ilgili ve yeterlibir değerlendirme yapılmamıştır.
  5. 60. Başvurucu tarafından derece mahkemeleri önünde savunulan argümanların davanın sonucuna etkili olmadığı da söylenemez. Söz konusu argümanlar derece mahkemelerince ya cevapsız bırakılmış ya da bunlarailgili ve yeterli bir yanıtverilmemiştir. Özünde bazı şablon cümlelerin tekrarı görünümünde olan kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtmeyen derece mahkemelerinin başvurucunun ileri sürdüğü ve tartışılması için mahkemelerin önüne getirdiği hukuki görüşleri makul bir ölçüde değerlendirmediği anlaşılmaktadır.
  6. 61. Eldeki başvuruda olduğu gibi ceza davasında ulaşılması amaçlanan temel hedefin maddi gerçeğin adil yargılanma hakkına uygun olarak ortaya çıkarılması olduğu tartışmasızdır. Fakat adil bir muhakeme bakımından asıl önemli hususlardanbiri tarafların adaletin işleyişine olan güvenidir ki gerekçeli karar hakkı bu amacın gerçekleştirilmesinin en önemli unsurlarındandır.
  7. Sonuç olarak somut olayda başvurucu tarafından ileri sürülen ve yargılamanın sonucunu değiştirme ihtimali bulunan iddiaların dikkate alınmaması ve gereği gibi değerlendirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Recep KÖMÜRCÜ bu görüşe katılmamışlardır.

  1. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
  2. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  1. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
  2. Anayasa MahkemesininMehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
  3. Mehmet Doğankararında özetle uygun giderim yolunun tespit edilebilmesi için öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).
  4. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususlarında derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan,§ 59).
  5. Başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamındagerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
  6. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2010/100, K.2011/74) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
  7. 70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  8. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Recep KÖMÜRCÜ'nün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
  2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Recep KÖMÜRCÜ'nün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
  3. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2010/100, K.2011/74) GÖNDERİLMESİNE,
  4. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
  5. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  6. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/7//2018 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Başvurucunun mensubu olduğu oluşum ilk derece mahkemesince "silahlı terör örgütü" olarak kabul edilmiş ve bu kabul temyiz mercii olan Yargıtay 9. Ceza Dairesince de benimsenerek, başvurucunun silahlı örgüt üyeliği suçunun sabit bulduğu gerekçesiyle tesis edilen mahkûmiyet hükmü onanmıştır. Terör suçlarına bakan Yargıtay 9 uncu ve 16 ncı Ceza Dairelerinin müstakar içtihatlarında da aynı örgütle ilgili hukuki değerlendirme istikrarlı biçimde dile getirilmiş ve aksi yönde bir karar verilmemiştir. Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde terör örgütüyle ilgili nitelendirme ve değerlendirme yapma yetkisi, içtihat makamı olan Yargıtay'ın Özel Ceza Dairelerine aittir. Öte yandan, bir ceza davasında delillerin değerlendirilmesi derece mahkemelerinin görevinde olup, başvurunun somutunda da gerekçeli karar hakkı ya da çelişmeli yargılama haklarının ihlâli yönünden bir hukuka aykırılık bulunmadığından, esasa ilişkin iddiaların kanun yolu denetimi mahiyetini taşıdığı görülmektedir.

Açıklanan nedenlerle, Anayasa'nın 36. maddesinin ihlâli iddiaları bakımından bir hukuka aykırılık bulunmadığından; açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği kanaatine vardığımızdan, çoğunluğun ihlâl yönündeki kararına katılmıyoruz.

 

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

Üye

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

  1. Anayasanın 148. maddesine ve Anayasa Mahkemesinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de kararlarına dayanan yerleşik içtihatlarına göre bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.
  2. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik içeren yorum, uygulama ve sonuçlar Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
  3. Başvuru konusu dosyada, derece mahkemeleri tarafından, başvurucunun üyesi ve sözcüsü olduğu örgütün “dar-ül küfür” olarak gördükleri Türkiye Cumhuriyetini yıkarak hilafet devleti kurma amacını güttüğü, bu amacın cebir ve şiddet kullanmaksızın gerçekleşmesi mümkün olmadığından örgüt faaliyetlerinin terör mevzuatı kapsamında değerlendirildiği, eldeki delillerin bu tespiti çürütmeye yeterli olmadığı; başvurucunun şiddete karşı oldukları yönündeki beyanlarının ise inandırıcı bulunmadığı anlaşılmakta; sonuç itibariyle bu kanaatin gerekçeli kararlara yansıtıldığı görülmektedir.
  4. Derece mahkemelerinin kararlarında açık bir keyfilik veya bariz bir takdir hatası da bulunmamaktadır. Dolayısıyla, kanun yolu şikayeti niteliğindeki başvurunun açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle KABUL EDİLEMEZLİĞİNE karar verilmesi gerekir.

Bu nedenle çoğunluk kararına katılmak mümkün görülmemiştir.


Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EMRE ONGURLAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/9607)

 

Karar Tarihi: 10/1/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucu

:

Emre ONGURLAR

Vekili

:

Av. Burcu CEYLAN

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, koşulları oluşmasına karşın gerekçesiz olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru 18/5/2016 tarihinde yapılmıştır.
  5. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
  6. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
  7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
  8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alanlara ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
  2. Başvurucunun sahibi olduğu işyerindeki çalışanların görevlerinden ayrılmak istemeleri üzerine çıkan tartışmada çalışanları yaraladığı iddiasıyla başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır.
  3. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 14/4/2015 tarihli iddianamesiyle başvurucunun basit yaralama suçunu işlediği iddiasına dayanılarak kamu davası açılmıştır.
  4. İstanbul 35. Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) nezdindeki yargılamanın 28/4/2016 tarihli celsesinde başvurucu müdafii, başvurucu hakkında beraat kararı verilmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
  5. Aynı celsede müşteki H.B. ile diğer müşteki A.E.nin müdafii, şikâyetlerinin devam ettiğini bildirerek katılma talebinde bulunmuştur.
  6. Mahkemece söz konusu celsede müsnet suçtan, her iki katılan yönünden başvurucunun ayrı ayrı neticeten 2.400 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. Mahkeme kararında HAGB uygulanmasına dair herhangi bir değerlendirme olmadığı anlaşılmıştır.
  7. Karar 28/4/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 18/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  8. İLGİLİ HUKUK
  9. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı 231. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:

(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl (2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

  1. a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
  2. b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
  3. c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.
  4. İNCELEME VE GEREKÇE
  5. Mahkemenin 10/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
  6. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
  7. Başvurucunun İddiaları
  8. Başvurucu; herhangi bir adli sicil kaydının bulunmadığı ve talepte bulunduğu hâlde HAGB kurumunun uygulanmadığını, mahkûmiyet kararının HAGB kurumunun uygulanmama nedenine dair bir gerekçe de içermediğini ileri sürmüştür.
  9. Değerlendirme
  10. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

  1. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru ayrı ve açık yanıt verilmemesini gerektiren bir talebin gerekçeli kararda karşılanmamasına ilişkin olduğundan başvurucunun iddiasının gerekçeli karar hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
  2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  3. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  4. Esas Yönünden
  5. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesineadil yargılanmaibaresinin eklenmesine ilişkin düzenlemenin gerekçesinde Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alındığı hususuna atıfta bulunularak adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok kararında, gerekçeli karar hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında yer aldığını belirtmiştir. Dolayısıyla gerekçeli karar hakkının Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmelidir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
  6. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu,§ 76).
  7. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gerekli olmaktadır (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
  8. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilseler de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
  9. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
  10. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıtvermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaları cevapsız bırakmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
  11. İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararında talep edilmesine rağmen HAGB kurumunun önceden adli sicil kaydı da bulunmayan başvurucu yönünden uygulanmamasına dair bir nedene yer verilmediği anlaşılmıştır. Kesin olarak verilmesi nedeniyle temyiz incelemesine de tabi olmayan başvurucu hakkında hükmedilen adli para cezasına ilişkin kararda HAGB kurumunun uygulanmasına dair talep hakkında ayrı ve açık bir değerlendirmeye yer verilmemesi nedeniyle somut başvuruda gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
  12. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  13. Diğer İhlal İddiaları
  14. Başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden adil yargılanma hakkı kapsamındaki delillerin değerlendirilmesine yönelik diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
  15. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
  16. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  1. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi taleplerinde bulunmuştur.
  2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
  3. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 35. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
  4. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  5. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  3. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 35. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2015/192, K.2016/264) GÖNDERİLMESİNE,
  4. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
  5. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  6. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUHAMMET ALİ TULUK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/568)

 

Karar Tarihi: 3/4/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör Yrd.

:

Zehra GAYRETLİ

Başvurucular

:

1. Muhammet Ali TULUK

 

:

2. Ramazan KABAKLI

 

:

3. Yakup TOSUN

Vekili

:

Av. Mustafa KOCAMANBAŞ

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, ceza davasında esaslı talep ve görüşlerin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvurular 2/1/2018 ve 9/1/2018 tarihlerinde yapılmıştır.
  5. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
  6. 2018/1830 ve 2018/1515 numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2018/568 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/568 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir.
  7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
  8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
  2. Sırasıy1a 1976, 1968 ve 1980 doğumlu olan başvurucular, olay tarihinde Adana'da ikamet etmektedirler.
  3. 9. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 2/2/2010 tarihli iddianamesi ile başvurucular hakkında pek çok ülkede faaliyet gösteren Hizb-ut Tahrir isimli örgütün üyesi olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açılmıştır.
  4. Adana (Kapatılan) 8. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. maddesi ile görevli) 26/5/2011 tarihli kararıyla başvurucuların terör örgütü üyesi olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, başvuruculardan Yakup Tosun ve Ramazan Kabaklı'nın terör örgütü propagandası yapma suçundan beraatlerine, başvuruculardan Muhammet Ali Tuluk'un ise terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...1953 yılında Mısır'da faaliyet gösteren Müslüman Kardeşler örgütünden ayrılarak, Takiyüddin En-Nebhani tarafından Ürdün'de kurulan, 1960 yılında itibaren de Türkiye'de faaliyet göstermeye başlayan Hizb-ut Tahrir örgütünün, amacı, stratejisi, yapılanması ve faaliyetleri itibarı ile 3713 Sayılı yasanın 4928 sayılı yasa ile değişik 1 maddesinde tarifini bulan cebir, şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi-hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, devletin ve cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak ve yıkmak veya ele geçirmek amacıyla kurulmuş terör örgütü olduğu Yargıtay 9. Ceza Dairesinin müstekar ictihatları ile kabul edilmiştir. (Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2004/1586 Esas, 2004/1433 Karar, 13/02/2006 tarih 2005/6870 esas 2006/713 karar nolu,12/11/2007 tarih 2007/6684 E. 2007/8155 K sayılı kararları)

...

Netice itibariyle, yapılan yargılamada toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre, sanıklar Yakup TOSUN, Ramazan KABAKLI ve Muhammet Ali TULUK'un ikametlerinde bulunan, bir kısmı hakkında toplatma kararı bulunan ancak tamamı itibariyle Hizb-ut-Tahrir terör örgütünün temel fikriyatını içeren, yayın, döküman, bildiri ve CD'lerin adet ve mahiyeti nazara alınarak eylemlerinin örgüt üyeliği boyutuna ulaştığı kanaat ve sonucuna varılmış, keza Muhamet Ali TULUK'un ev ve işyerinde ele geçirilen propaganda içeren yayın ve kitapların nüshalarının çokluğu ve mail adresinden gönderilen ve yine Hizbuttahrir örgütünün propagandasını ihtiva eden dosyalar nazara alınarak eyleminin propaganda suçunu da oluşturduğu kabul edilmiş..."

  1. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 20/9/2017 tarihli kararı ile başvurucular hakkında terör örgütü üyesi olma suçu yönünden kurulan mahkûmiyet hükmünün düzeltilerek onanmasına, başvuruculardan Muhammet Ali Tuluk hakkında terör örgütünün propagandasını yapma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün ise bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucular hükmün onanan kısmından 20/12/2017 tarihinde haberdar olduklarını beyan etmişlerdir.
  2. Başvurucular 2/1/2018 ve 9/1/2018 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
  3. Emniyet Genel Müdürlüğünün Hizb-ut Tahrir örgütüne ilişkin raporu ve bu örgütle ilgili mahkeme kararları için Yılmaz Çelik([GK], B. No: 2014/13117, 19/7/2018, §§ 23-29) kararına bakılabilir.
  4. İLGİLİ HUKUK
  5. İlgili hukuk kaynakları için Yılmaz Çelik(aynı kararda bkz. §§ 30, 31) kararına bakılabilir.
  6. İNCELEME VE GEREKÇE
  7. Mahkemenin 3/4/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
  8. Başvurucunun İddiaları
  9. Başvurucular; Hizb-ut Tahrir isimli oluşumun bir terör örgütü olmadığını, bu oluşumun şiddet içeren herhangi bir faaliyetinin bulunmadığını belirterek silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan mahkûmiyetlerine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca, ilk derece mahkemesinin Hizb-ut Tahrir örgütünün bir terör örgütü olmadığına dair muhtelif yargı kararlarına niçin itibar etmediğini, yasal olarak hâlen piyasada bulunan dergi ve kitapların ne şekilde suç oluşturduğunu da gerekçeli kararında açıklamadığını iddia etmişlerdir.
  10. Değerlendirme
  11. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti"kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

  1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  2. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  3. Esas Yönünden
  4. Anayasa Mahkemesi aynı mahiyetteki şikâyetleri Yılmaz Çelik(aynı kararda bkz. §§ 45-62) kararında incelemiştir. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin kararlarında Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olarak kabul edilmesine ilişkin olarak yeterli bir değerlendirme yapılmadığını ve derece mahkemelerinin bazı şablon cümlelerin tekrarı görünümünde olan kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtmediklerini tespit etmiştir. Anayasa Mahkemesi ilave olarak derece mahkemelerinin ve Yargıtayın Hizb-ut Tahrir örgütünün bir terör örgütü olup olmadığına yönelik hiç değilse bir kere değerlendirmede bulunması, gerekçelerini başvurucunun temel iddiaları ile mahkemelerin resen tespit edecekleri ve yargılamanın doğasının gerektirdiği sorulara cevap verebilecek nitelikte hazırlaması gerekirken bunu yapmadıkları sonucuna ulaşmıştır. Anayasa Mahkemesi bu gerekçeyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
  5. İlk derece mahkemesinin başvurucuların mahkûmiyetine ilişkin kararının gerekçesi ile Yargıtay ilamı incelendiğinde Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olarak kabul edilmesine ilişkin olarak yeterli bir değerlendirme yapılmadığı, gerekçelerin başvurucuların temel iddialarını karşılamadığı, mevcut başvuruda da anılan Yılmaz Çelik kararından ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  6. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
  7. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  1. Başvurucular, yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.
  2. Başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamındagerekçeli karar haklarınınihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
  3. Bu durumda Yılmaz Çelikkararında da belirtildiği üzere (aynı kararda bkz. § 69) gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (Kapatılan) Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. maddesi ile görevli) dosyalarının devredildiği mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
  4. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 884,10 TL harçtan ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.359,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  5. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  3. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (Kapatılan) Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. maddesi ile görevli) (E.2010/36, K.2011/154) dosyalarının devredildiği mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
  4. 884,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.359,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
  5. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  6. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/4/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SERHAT SOYSALAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/16903)

 

Karar Tarihi: 27/2/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 9/4/2020 - 31094

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Cafiye Ece YALIM

Başvurucu

:

Serhat SOYSALAN

Vekili

:

Av. Çiğdem DAŞ

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, alkollü olarak araç kullanma iddiasıyla aleyhe uygulanan idari yaptırım kararına itirazların gerekçesiz olarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru 9/2/2017 tarihinde yapılmıştır.
  5. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
  6. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
  7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
  8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
  2. Başvurucu, Eskişehir Bölge Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü tarafından yapılan kontrollerde 0,76 promil alkollü olarak araç kullandığının tespit edildiği iddiasıyla 844 TL idari para cezası ile cezalandırılmış ve başvurucunun ehliyetine altı ay süreyle el konulmuştur.
  3. Başvurucu, trafik ekiplerince alkolmetre ile yapılan ölçümden 51 dakika sonra Eskişehir Yunus Emre Devlet Hastanesinden (Devlet Hastanesi) kanında alkol bulunmadığını belirten bir rapor almıştır.
  4. Başvurucu; olay gecesi çalıştığı işyerinden gece vardiyasından çıktığını, alkollü olmasının mümkün olmadığını, alkol test cihazının kalibrasyonunun hatalı olduğunu, hatalı bir cihaz ile ölçüm yapıldığını iddia etmiştir. Başvurucu; trafik ekiplerince ehliyetinin alınması nedeniyle aracını olay yerinde bırakarak kendi imkânları ile Devlet Hastanesine başvurduğunu, Hastanedeki sıra ve yoğunluğa rağmen kan testi yaptırabildiğini, 51 dakika sonra verilen raporda alkolsüz olduğunun tespit edildiğini belirterek idari yaptırım kararına karşı itirazda bulunmuştur.
  5. Başvurucunun itirazı Eskişehir 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 28/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İtirazın reddi kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... İdari para cezası karar tutanağı, sürücü belgesi geri alma tutanağı, itiraz dilekçesi, cevap dilekçesi ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, Bursa Yolu 12. Km de yapılan kontrolde itiraz eden Serhat Soysalan'ın 0,76 promil Alkollü olduğu, bu şekilde araç kullandığının tespit edildiği, bu nedenle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 48/5 maddesi 1. kez ihlalden idari para cezası verilerek sürücü belgesine 6 ay süre ile geçici olarak el konulma işlemlerinin hukuka uygun olduğu anlaşıldığından başvurunun reddine karar verilmiştir..."

  1. Başvurucu, Hâkimliğin vermiş olduğu itirazın reddi kararına itiraz etmiştir.
  2. Başvurucunun itirazını değerlendiren Eskişehir 1. Sulh Ceza Hâkimliği de 27/12/2016 tarihli kararı ile ret kararına itirazı reddetmiş, idari yaptırım kararı kesinleşmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...tüm dosya kapsamı incelendiğinde Eskişehir 2. Sulh Ceza Hakimliğinin kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından itirazın reddine karar vermek gerekmiştir..."

  1. Başvurucu 10/1/2017 tarihinde nihai karardan haberdar olduğunu beyan etmiştir.
  2. Başvurucu 9/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  3. İLGİLİ HUKUK
  4. 24/5/2013 tarihli 6487 sayılı Kanun'un 19. maddesi ile değişik 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılıKarayolları Trafik Kanunu’nun "Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin etkisi altında araç sürme yasağı" kenar başlıklı 48. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri almış olan sürücüler ile alkollü olan sürücülerin karayolunda araç sürmeleri yasaktır.

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılıp kullanılmadığı ya da alkolün kandaki miktarını tespit amacıyla, kollukça teknik cihazlar kullanılır.

...

Yapılan tespit sonucunda, 0.50 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüler hakkında, fiili bir suç oluştursa bile, 700 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi altı ay süreyle geri alınır..."

  1. Yargıtay Onikinci Ceza Dairesinin 24/12/2019 tarihli ve E.2019/5794 K.2019/12223 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:

"...incelenen dosyada; olay gecesi aracı ile seyir halinde iken durdurulan sanığın saat 23:35'te alkolmetre ile yapılan ölçümde 1,00 promil alkollü olduğu, savunmasında yaklaşık yarım saattir araç kullanmakta olduğunu beyan ettiği ve yerleşik Adli Tıp uygulamalarında kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte alkol oranının her saat ortalama 15 promil azaldığı kabul edildiği hususları birlikte değerlendirildiğinde 1,00 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sanığın, güvenli sürüş yeteneğini kaybettiği ve dolayısıyla atılı suçtan mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde beraatine karar verilmesi.."

  1. Yargıtay Onikinci Ceza Dairesinin 14/1/2020 tarihli ve E.2019/2639 K.2020/451 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:

"..Dosya içeriğine göre olay günü, sanığın idaresindeki otomobille, meskun mahalde, gündüz vakti, tek yönlü parke kaplama yolda seyri sırasında, T şeklindeki kavşağa geldiğinde geçiş önceliğine uymayarak aracının ön sağ kısmıyla, gidiş yönüne doğru sağdan gelen motorlu bisikletin ön sol kısmına çarptığı, sanığın asli kusurlu şekilde bir kişinin basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği ve Adli Tıp uygulamalarına göre kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte alkol oranının her saat ortalama 0,15 promil azaldığının kabul edildiği gözetildiğinde sanığın olaydan yaklaşık 30 dakika sonra yapılan alkol muayenesine göre 95 promil alkollü olduğu gözetildiğinde sanığın kaza anında güvenli sürüş yeteneğini ortadan kaldıracak şekilde 100 promil üstünde alkollü olarak araç kullandığı tespit edildiği olayda;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın kusur durumuna ve lehe olan hükümlerin uygulanması gerektiğine ilişkin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA..."

  1. İNCELEME VE GEREKÇE
  2. Mahkemenin 27/2/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
  3. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
  4. Başvurucunun İddiaları
  5. Başvurucu, idari yaptırım kararına itirazlarının gerekçe gösterilmeksizin reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  6. Değerlendirme
  7. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

  1. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır”

  1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  2. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  3. Esas Yönünden
  4. Genel İlkeler
  5. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanmaibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok kararında vurgulamıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu,B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
  6. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği, anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu,§ 76).
  7. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri[GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
  8. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
  9. Kanun yolu incelemesi yapan mercinin yargılamayı yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşması ve bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya atıfla kararına yansıtması kararın gerekçelendirilmiş olması bakımından yeterlidir (Yasemin Ekşi, § 57).
  10. Bir davada tarafların -hukuk düzenince- hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması gerekçeli karar hakkıyönünden zorunludur (Sencer Başat ve diğerleri,§ 38).
  11. İlkelerin Olaya Uygulanması
  12. Somut olayda başvurucu, aleyhine düzenlenen idari yaptırım kararına itiraz etmiş; alkol test cihazının hatalı ölçüm yaptığını, Devlet Hastanesinden alınan raporda alkolsüz olduğunun tespit edildiğini, polisler tarafından kullanılan ölçüm cihazının hatalı olduğunu iddia etmiş; Hâkimlikçe bu iddiaları ile ilgili değerlendirme yapılmadan itirazın reddinekarar verildiğini belirtmiştir.
  13. Hâkimlikçe 20/10/2016 tarihinde tensip tutanağı düzenlenerek ilgili kurumdan idari para cezasına dayanak teşkil eden bilgi ve belgeler istenmiş, itiraz incelemesinin dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Hâkimlik itiraz incelemesinde idari para cezası tutanağı, sürücü belgesi geri alma tutanağı, itiraz dilekçesi, cevap dilekçesi ve tüm dosya kapsamını değerlendirdiğini, itiraza konu idari para cezasının ve sürücü belgesine elkoyma işleminin hukuka uygun olduğunu belirterek başvurucunun itirazını reddetmiştir. İtirazın reddi kararında idari yaptırım kararının hukuka uygun olduğunun belirtilmesi ile yetinilmiş, başkaca bir gerekçeye yer verilmemiştir.
  14. Hâkimliğin itirazın reddi kararının gerekçesinde -başvurucunun tüm iddialarını gerekçelendirmek zorunda olmamakla birlikte- başvurucunun itirazına temel teşkil eden, sonuca etkili olabilecek iddiası hakkında değerlendirme yapmayarak bunu yanıtsız bırakması verilen kararda yeterli gerekçenin bulunduğunun kabul edilmemesi sonucunu doğuracaktır. Kanun yolu merciinin de esasa dair bir değerlendirme yapmadığı, başvurucunun itirazının reddine karar verdiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
  15. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  16. Diğer İhlal İddiaları
  17. Başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden adil yargılanma hakkı kapsamındaki delillerin hatalı değerlendirildiğine ve hakkaniyete aykırı şekilde karar verildiğine dair diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
  18. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
  19. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1)Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  1. Başvurucu, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
  2. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018). kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
  3. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
  4. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
  5. İncelenen başvuruda Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
  6. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Eskişehir 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (2016/4364 D.İş) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
  7. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
  8. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harçtan ve 3.000TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  9. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  3. Diğer ihlal iddialarının İNCELENMESİNE GEREK BULUNMADIĞINA,
  4. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Eskişehir 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (2016/4364 D. İş) GÖNDERİLMESİNE,
  5. Tazminata ilişkin talebin REDDİNE,
  6. 257,50 TL harçtan ve 3.000TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
  7. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  8. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/2/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET SELİM DEMİR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/13365)

 

Karar Tarihi: 24/3/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 17/6/2021-31514

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Zehra GAYRETLİ

Başvurucu

:

Mehmet Selim DEMİR

Vekili

:

Av. İdris ADLIĞ

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, idari para cezası ve sürücü belgesinin geçici olarak alınmasına ilişkin işleme karşı yapılan başvuruda kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddiaya ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru 15/4/2019 tarihinde yapılmıştır.
  5. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
  6. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
  7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
  8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
  2. Batman Barosuna kayıtlı avukat olan başvurucu 1/1/2019 tarihinde Bismil ilçesinde trafik ekiplerince alkol kontrolü amacıyla durdurulmuştur. Hususi otomobil kullanan araç sürücüleri için alkol sınırı 0,50 promildir. Saat 03.10'da nefes ölçümü sonucunda düzenlenen tutanağa göre başvurucu 1,27 promil alkollüdür.
  3. Başvurucu, ölçümün yapıldığı saatten dört veya beş saat önce alkol aldığını, söz konusu zaman dilimi dikkate alındığında nefes ölçümü sonucunda ortaya çıkan alkol miktarının yüksek olduğunu belirterek sonuca itiraz etmiştir.
  4. Başvurucunun ölçüm sonucuna itiraz etmesi üzerine trafik ekiplerince nöbetçi Cumhuriyet savcısıyla iletişime geçilerek savcıya olayla ilgili bilgi verilmiştir. Savcının talimatı uyarınca nefes ölçümü tekrarlanmış ve ilk ölçümden 14 dakika sonra yapılan ikinci nefes ölçümü sonucunda başvurucunun bu defa 0,42 promil alkollü olduğu anlaşılmıştır. Kolluk görevlilerince ölçüm sonucu tekrar savcıya bildirilmiştir. Bunun üzerine ilk ölçüm sonucuna göre gerekli idari işlemin uygulanması, ölçüm sonuçları arasındaki farklılığın giderilmesi amacıyla başvurucudan Bismil Devlet Hastanesinde kan örneği alınması ve alınan kan örneğinin incelenmek üzere Diyarbakır Adli Tıp Kurumuna (ATK) gönderilerek kan testi sonucuna göre adli işlem başlatılması yönünde savcı tarafından talimat verilmiştir.
  5. Kolluk görevlilerince savcının talimatı doğrultusunda başvurucu hakkında ilk ölçüm sonucuna göre idari işlem tesis edilmiştir. Bu kapsamda 1/1/2019 tarihinde düzenlenen tutanağa göre başvurucunun ehliyeti alkollü olarak araç kullandığı gerekçesiyle 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 48. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca altı ay süreyle geri alınmış ve başvurucu hakkında 1.002 TL idari para cezası uygulanmıştır.
  6. Başvurucu 15/1/2019 havale tarihli dilekçesi ile Bismil Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) başvurarak hakkında tesis edilen idari para cezası ve sürücü belgesinin geçici olarak alınması işleminin iptal edilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu dilekçesinde; nöbetçi savcının talimatı uyarınca olay tarihinde Bismil Devlet Hastanesinde kendisinden kan örneği alınarak alkol testi yapıldığını, henüz test sonucunun tarafına ulaşmadığını, on beş günlük yasal itiraz süresi sona ermek üzere olduğu için test sonucunu beklemeden başvuru yapmak durumunda kaldığını ancak test sonucunun dosyaya gelmesi beklenerek buna göre karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
  7. Hâkimliğin 21/3/2019 tarihli kararı ile başvuru reddedilmiştir. Hâkimliğin gerekçeli kararında ilk ölçümün yapıldığı saat 03.10'da başvurucunun 1,27 promil alkollü olduğunun anlaşıldığı, her ne kadar ilk ölçümden 14 dakika sonra yapılan ikinci ölçüm sonucunda alkol oranı 0,42 promil olarak tespit edilmiş ise de iki ölçüm arasındaki süre zarfında vücuttaki alkolün etkisinin azalabileceği, dosyada yer alan tutanağa göre başvurucunun da alkol oranının düşük çıkmasını temin etmek için söz konusu 14 dakikalık süre içinde sürekli su içtiği ve sakız çiğnediği, buna göre ilk ölçüm sonucuna itibar edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Kararda, ilk ölçüm sonucuna göre başvurucunun yasal sınırın üzerinde alkollü olduğunun tespit edilmiş olması nedeniyle başvurunun kesin olarak reddedildiği belirtilmiştir.
  8. Öte yandan bireysel başvuru dosyasının ekinde yer verilen 15/1/2019 tarihli ATK raporuna göre başvurucudan olay tarihinde saat 03.57'de alınan kan örneğinde yapılan analiz sonucunda başvurucunun kanında 0,22 promil alkol bulunduğu tespit edilmiştir.
  9. UYAP üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre Bismil Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında alkol veya uyuşturucu maddenin etkisi altındayken araç kullanma suçundan soruşturma başlatıldığı, soruşturma kapsamında dosya arasına alınan 15/1/2019 tarihli ATK raporuna göre başvurucunun 0,22 promil alkollü olduğunun tespit edilmiş olması nedeniyle -2918 sayılı Kanun'un 48. maddesinin altıncı fıkrası gözönüne alınarak- 21/1/2019 tarihinde takipsizlik kararı verildiği anlaşılmıştır.
  10. Başvurucu 15/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  11. İLGİLİ HUKUK
  12. 2918 sayılı Kanun’un "Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin etkisi altında araç sürme yasağı" kenar başlıklı 48. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri almış olan sürücüler ile alkollü olan sürücülerin karayolunda araç sürmeleri yasaktır.

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılıp kullanılmadığı ya da alkolün kandaki miktarını tespit amacıyla, kollukça teknik cihazlar kullanılır.

...

Yapılan tespit sonucunda, 0.50 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüler hakkında, fiili bir suç oluştursa bile, 700 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi altı ay süreyle geri alınır. Hususi otomobil dışındaki araçları alkollü olarak kullanan sürücüler bakımından promil alt sınırı 0.21 olarak uygulanır. Alkollü olarak araç kullanma nedeniyle sürücü belgesi geri alınan kişiye, son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; ikinci defasında 877 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri iki yıl süreyle, üç veya üçten fazlasında ise, 1.407 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri her seferinde beşer yıl süreyle geri alınır. Sürücü belgelerinin herhangi bir nedenle geçici olarak geri alınmış olması hâlinde belirtilen süreler, geçici alma süresinin bitiminde başlar.

Yapılan tespit sonucunda, 1.00 promilin üzerinde alkollü olduğu tespit edilen sürücüler hakkında ayrıca Türk Ceza Kanununun 179 uncu maddesinin üçüncü fıkrası hükümleri uygulanır.

...

Alkollü olarak araç kullanması nedeniyle son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde sürücü belgeleri ikinci defa geri alınan sürücüler Sağlık Bakanlığınca, usul ve esasları İçişleri, Millî Eğitim ve Sağlık bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine; üç veya üçten fazla geri alınan sürücüler ise psiko-teknik değerlendirmeye ve psikiyatri uzmanının muayenesine tabi tutulurlar.

...."

  1. 31/10/2011 tarihinde İçişleri Bakanı'nın onayı ile yürürlüğe giren Trafik Denetimlerinde ve Trafik Kazalarında Alınacak Önlemlere İlişkin Yönerge’nin "Alkol test cihazı kullanımı ve ölçüm işlemi" kenar başlıklı 30. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi hâlihazırda şu şekildedir:

"Ölçülen değerin gerçek alkol düzeyi olması için, alkol alımı ile ölçüm yapılan zaman arasında en az 20 dakikalık zaman geçmiş olmasına özen gösterilir. [Sürücü alkol aldıktan hemen sonra alkol testine tabi tutulur ise, sonuç yüksek bir değer çıkabilmektedir. Bunun nedeni, cihaza nefes üflenirken, ağız içerisinde (dişlerde, damakta, dilde) bulunan alkolün de gönderilmesidir. Bu değere ağız alkolü denilmektedir. Alkolmetre ile ölçüm yapan personel, ağız alkolü etkisinden arındırılmış ve doğrudan akciğerlerin derinliklerinden üflenmiş nefes olmasını sağlamak için, sürücünün son alkolü alma süresi üzerinden en az 20 dakika geçmesi beklenilmelidir.]"

  1. 18/7/1997 tarihli ve 23053 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin "Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı maddeler etkisi altında araç sürme yasağı" kenar başlıklı 97. maddesinin üçüncü fıkrasının (f) bendi şöyledir:

"Teknik cihazla yapılan ölçüm sonucuna itiraz edilmesi durumunda tekrar ölçüm yapılmaz, yapılan işlemlere itiraz 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 27 nci maddesi kapsamında ilgili mahkemelere yapılır."

  1. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 24/12/2019 tarihli ve E.2019/5794, K.2019/12223 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:

"...incelenen dosyada; olay gecesi aracı ile seyir halinde iken durdurulan sanığın saat 23:35'te alkolmetre ile yapılan ölçümde 1,00 promil alkollü olduğu, savunmasında yaklaşık yarım saattir araç kullanmakta olduğunu beyan ettiği ve yerleşik Adli Tıp uygulamalarında kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte alkol oranının her saat ortalama 15 promil azaldığı kabul edildiği hususları birlikte değerlendirildiğinde 1,00 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sanığın, güvenli sürüş yeteneğini kaybettiği ve dolayısıyla atılı suçtan mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde beraatine karar verilmesi..."

  1. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 14/1/2020 tarihli ve E.2019/2639, K.2020/451 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:

"...Dosya içeriğine göre olay günü, sanığın idaresindeki otomobille, meskun mahalde, gündüz vakti, tek yönlü parke kaplama yolda seyri sırasında, T şeklindeki kavşağa geldiğinde geçiş önceliğine uymayarak aracının ön sağ kısmıyla, gidiş yönüne doğru sağdan gelen motorlu bisikletin ön sol kısmına çarptığı, sanığın asli kusurlu şekilde bir kişinin basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği ve Adli Tıp uygulamalarına göre kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte alkol oranının her saat ortalama 0,15 promil azaldığının kabul edildiği gözetildiğinde sanığın olaydan yaklaşık 30 dakika sonra yapılan alkol muayenesine göre 95 promil alkollü olduğu gözetildiğinde sanığın kaza anında güvenli sürüş yeteneğini ortadan kaldıracak şekilde 100 promil üstünde alkollü olarak araç kullandığı tespit edildiği olayda;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın kusur durumuna ve lehe olan hükümlerin uygulanması gerektiğine ilişkin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA...

  1. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/3/2013 tarihli ve E.2013/2015, K.2013/2324 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Bilimsel çalışmalarda, alkole toleransın kişiden kişiye değişeceği gibi aynı kişide de farklı zamanlarda reaksiyonlarda farklılık olabileceği, kişinin yaşı, kilosu, cinsiyeti, metobolizma hızı, açlık ve tokluk durumu gibi pek çok nedene bağlı olarak vücuttaki alkol oranının azalma hızının değişebileceği kabul edilmektedir. Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı'nın 25.11.2008 tarih ve 342 sayılı yazısında da; zamanla orantılı olarak kan-alkol düzeyindeki azalma ile ilgili yapılan araştırmalarda, kan alkol düzeyinin bir saatte 12-20 mg/dl azaldığı, adli vakalarda, Adli Tıp Kurumu 5. İhtisas Kurulu'nca ortalama olarak kan alkol düzeyinin bir saatte 15 mg/dl (0,15 promil) azaldığının kabul edildiği belirtilmiştir.

Uyuşmazlıkta, saat 02:06'da yapılan ölçümde davacının 0,89 promil alkollü olduğu tespit edilmiş olup, bu ölçüme davacı tarafından itiraz edilmesi üzerine Adli Tıp Kurumunda saat 03:30'da kan örneğinden yapılan tahlil sonucu düzenlenen raporda, davacının kanında 0,49 promil alkol bulunduğunun belirlenmesi karşısında, zamana bağlı olarak vücuttaki alkol oranının azalması olağan olduğundan, davacının ilk ölçüm sırasında güvenli sürme yeteneğini kaybedecek miktarda alkollü olduğunun tespit edildiğinden bahisle tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır."

  1. İNCELEME VE GEREKÇE
  2. Mahkemenin 24/3/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
  3. Başvurucunun İddiaları
  4. Başvurucu; alkol ölçümünün yapıldığı teknik cihazın hatalı olduğunu, nitekim ölçüm sonuçları arasında ciddi oranda fark bulunduğunu, kendisinden alınan kan örneğinin incelenmesi soncunda kandaki alkol oranının düşük çıktığını, buna rağmen alkollü olarak araç kullanması sebebiyle idari para cezası ve ehliyetinin alıkonulması işlemine karşı yaptığı itirazın reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ve seyahat özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
  5. Değerlendirme
  6. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

  1. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı bakımından incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
  2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  3. Başvurucunun ileri sürdüğü ihlal iddialarının niteliği nazara alınarak başvurunun kabul edilebilirlik kriterlerinden biri olan anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriteri yönünden incelenmesi gerekir.
  4. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

  1. Anayasa Mahkemesi, idari para cezasından kaynaklanan başvurularda gerekçeli karar hakkı yönünden anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriteri kapsamında uygulanan ilkeleriMustafa Mümin Bulun(B. No: 2016/6890, 25/12/2016, §§ 11-23), F.N.G., (B. No: 2014/11928, 21/6/2017, §§ 29-61), Emek Yapı Yat. İnş. Tic. Ltd. Şti. (B. No: 2014/19521, 5/12/2017, §§ 15-29), Ali Rıza Ak (B. No: 2015/15965, 27/6/2018, §§ 15-27) kararlarında göstermiştir. Diğer taraftan ticari yük taşımacılığı yapmadığı ve buna ilişkin resmî bir kaydı olmadığı hâlde alkollü olarak araç kullandığı gerekçesiyle idari para cezasıyla cezalandırılmanın suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal ettiğine ilişkin Bülent Sağlam (B. No: 2014/6225, 28/6/2018) başvurusunda da yine Anayasa Mahkemesi aynı şekilde anayasal ve kişisel önemden yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Başvuru konusu olayın Anayasa hükümlerinin yorumlanması ve uygulanması açısından öneminin bulunmadığı zira gerekçeli karar hakkına ilişkin birçok başvurunun Anayasa Mahkemesince daha önceden karara bağlandığı açıktır. Ancak mevcut başvurunun kişisel önem bakımından yukarıda anılan kararlarla benzer nitelikte olmadığı anlaşılmıştır. Nitekim Bülent Sağlam başvurusunda maddi ve manevi toplam zararın 2.273 TL olduğu, Emek Yapı Yat. İnş. Tic. Ltd. Şti. başvurusunda ise söz konusu zararın maddi nitelikte ve 3.000 TL olduğu başvuru formlarında belirtilmiştir. Diğer başvurularda da sadece trafik para cezası miktarı (189 TL ve 129 TL) kadar zarar olduğu ifade edilmiştir. Söz konusu olayda ise başvurucu, sürücü belgesinin geri alınması nedeniyle de şikâyette bulunmakta ve sürücü belgesinin geçici olarak geri alınması nedeniyle iş hayatının sekteye uğradığını dilekçesinde ileri sürmektedir.
  2. Bireyin sürücü belgesi olmaksızın araç kullanımına izin verilmediği düşünüldüğünde söz konusu hususun bireyi günlük hayatta önemli ölçüde dezavantajlı bir pozisyona düşürebilecek nitelikte olduğu kabul edilmelidir. Bunun yanında bu sürenin ilk etapta altı ay olarak belirlenmesi, son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde ikinci kez alkollü bir şekilde araç kullanılmasının tespiti hâlinde ise geri alma süresinin iki yıla çıkması, bu beş yıllık süre içinde sürücü belgeleri ikinci ve üçüncü defa geri alınanlar hakkında 2918 sayılı Kanun'un 48. maddesinin on birinci fırkasında yer alan ek tedbirlerin uygulanması ayrıca dikkate alınmalıdır. Bu nedenle başvuru konusu edilen idari yaptırımın başvurucuyu önemli bir zarara uğratmadığı söylenemeyecektir (benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Fırat Kılınç, B. No: 2018/2796, 12/1/2021, §§ 36-40).
  3. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  4. Esas Yönünden
  5. Genel İlkeler
  6. Anayasa Mahkemesi, önüne gelen birçok başvuruda gerekçeli karar hakkının kapsam ve içeriğini belirlemiştir. Anayasa Mahkemesi özellikle açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, §§ 25, 26; Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, §§ 33, 34; Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, §§ 56, 57; Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31-39; Münür Ata, B. No: 2014/4958, 22/1/2015, §§ 37-43; Hikmet Çelik ve diğerleri, B. No: 2013/4894, 15/12/2015, §§ 54-59; Şah Tarım İnş. Tur. Ltd. Şti., B. No: 2013/7847, 9/3/2016, §§ 36-48).
  7. Derece mahkemesinin aynı maddi veya hukuki olguyla ilgili olarak başka bir yargı merciinin vardığından farklı bir sonuca ulaşması hâlinde bunun dayanaklarını gerekçeli kararında göstermesi kendisinden beklenir. Anayasa'da güvenceye bağlanan tüm temel hak ve özgürlüklerin yorumunda gözetilmesi gereken temel bir ilke olarak düzenlenen hukuk devleti ilkesi, yargı organlarının aynı maddi veya hukuki olgularla ilgili olarak çelişkili kararlar vermekten mümkün olduğunca kaçınmasını gerekli kılar. Aynı maddi veya hukuki vakıalarla ilgili olarak farklı kararlar verilmesi hukuk devleti ilkesini zedeleyebileceği gibi kişilerin hukuka olan inancını da zayıflatabilir. Bu nedenle bir maddi veya hukuki vakıa ile ilgili olarak başka bir yargı mercii tarafından bir kimse lehine karar verildiği ancak diğer bir yargı merciinin aynı olgu hakkında farklı bir sonuca ulaştığı durumlarda bunun gerekçesinin belirtilmesi gerekir. Yargı merciinin bu gibi durumlarda gerekçe gösterme yükümlülüğü, kişilerin hukuka olan güvenlerinin sarsılmaması için hayati öneme sahiptir (Mehmet Okyar, B. No: 2017/38342, 13/2/2020, § 29).
  8. İlkelerin Olaya Uygulanması
  9. Başvurucu, alkollü olarak araç kullandığı gerekçesiyle hakkında tesis edilen idari para cezası ve sürücü belgesinin geri alınması işlemine karşı itirazda bulunurken kandaki alkol oranın analiz edilmesi amacıyla kendisinden kan örneği alınarak ATK'ya gönderildiğini, henüz analiz sonucunu gösteren raporun kendisine ulaşmadığını belirtmiş; ATK raporunun beklenmesini ve buna göre karar verilmesini talep etmiştir (bkz. § 12).
  10. Hâkimlik 03.10'da yapılan ilk nefes ölçümüne göre başvurucunun 1,27 promil alkollü olduğunun tespit edildiğini ve bu oranın yasal sınırın üzerinde olduğunu belirterek başvurucu hakkında uygulanan idari para cezası ve sürücü belgesinin geri alınmasına ilişkin işlemin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir. Gerekçeli kararda; ikinci kez yapılan nefes ölçümü sonucunda başvurucunun 0,42 promil alkollü olduğunun anlaşılmasının iki ölçüm arasındaki zaman zarfında su içilmesi ve sakız çiğnenmesi suretiylevücuttaki alkol etkisinin düşürülmesinden kaynaklandığı, dolayısıyla ikinci ölçüm sonucunun güvenilir olmadığı ve bu nedenle ilk ölçüm sonucuna itibar edildiği ifade edilmiştir. Konuyla ilgili bilimsel çalışmalarda alkole toleransın kişiden kişiye değişebileceği, aynı kişide farklı zamanlarda reaksiyonlarda farklılık olabileceği, kişinin yaşı, kilosu, cinsiyeti, metobolizma hızı, açlık ve tokluk durumu gibi pek çok nedene bağlı olarak vücuttaki alkol oranının azalma hızının değişebileceği kabul edilmekte ve bu olgu yargı kararlarında da dayanak olarak alınmaktadır (bkz. §§ 20-22). Öte yandan teknik cihazla yapılan ölçüm sonucuna itiraz edilmesi durumunda tekrar ölçüm yapılamayacağına ilişkin Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 97. maddesinin üçüncü fıkrasının (f) bendindeki düzenleme de dikkate alındığında Hâkimliğin ilk ölçüm sonucuna göre karar vermesi anlaşılabilir bir durumdur. Bununla birlikte başvuru konusu olayda ilgili mevzuatın aksine iki kez ölçüm yapıldığı, bu defa iki ölçüm sonucu arasındaki farklılığın giderilmesi amacıyla başvurucudan kan örneği alınarak kanın analiz edildiği ve analiz sonucunda başvurucunun kanındaki alkol oranın 0,22 promil olduğunun tespit edildiğine dair ATK raporu düzenlendiği görülmektedir. Başvurucu hakkındaki alkol veya uyuşturucu maddenin etkisi altındayken araç kullanma suçundan başlatılan adli soruşturma söz konusu ATK raporuna dayanılarak takipsizlik kararı ile sonuçlandırılmıştır. Bireysel başvuruya konu itiraz sürecinde başvurucunun söz konusu ATK raporundan bahsettiği de açıktır.
  11. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten derece mahkemelerine aittir. Bu bağlamda somut olayda başvurucunun yasal sınırın üzerinde alkollü olup olmadığı yönünde karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevi olmadığı gibi Anayasa Mahkemesince burada varılacak olan sonuç başvuruya konu idari para cezası ve sürücü belgesinin geçici olarak alınmasına ilişkin işlemin mutlaka kaldırılması gerektiği anlamına da gelmemektedir. Olayda alkol veya uyuşturucu maddenin etkisi altındayken araç kullanma suçundan başvurucu hakkında başaltılan soruşturma kapsamında ATK raporu dosyaya getirtilmiş ve rapora göre başvurucunun 0,22 promil alkollü olduğunun tespit edilmesi nedeniyle soruşturma sonucunda 21/1/2019 tarihinde takipsizlik kararı verilmiştir. Hâkimlik tarafından karar verilmeden önce -ATK raporuna dayanılarak- adli soruşturmanın sonuçlandığı not edilmelidir. Başvurucu da idari para cezasının kaldırılması talebiyle yaptığı başvuruda ATK raporuna atıf yapmış olmasına rağmen Hâkimlik gerekçeli kararında ATK raporu hakkında herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Bu durumda Hâkimliğin aynı maddi olayla ilgili olarak ulaştığı farklı sonucun gerekçesini kararında açıkça belirttiğinden söz etmek mümkün gözükmemektedir.
  12. Hâkimliğin itirazın reddi kararının gerekçesinde -başvurucunun tüm iddialarını gerekçelendirmek zorunda olmamakla birlikte- başvurucunun itirazına temel teşkil eden, sonuca etkili olabilecek iddiası hakkında değerlendirme yapmayarak bunu yanıtsız bırakması kararda yeterli gerekçe bulunduğunun kabul edilmemesi sonucunu doğuracaktır. Sonuç olarak itirazı reddeden Hâkimliğin kararının hakkaniyete uygun makul bir gerekçe içerdiğinden bahsedilemez. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
  13. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Yıldız SEFERİNOĞLU ve Basri BAĞCI bu görüşe katılmamışlardır.

  1. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
  2. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  1. Başvurucu, ihlalin tespitiyle birlikte 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
  2. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
  3. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
  4. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
  5. İncelenen başvuruda aynı maddi olaya ilişkin iki yargı kolu arasında ulaşılan farklı sonucun gerekçesinin Hâkimliğin kararında belirtilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme (hâkimlik) kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
  6. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili merciye gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
  7. İşbu ihlal kararının başvurucu tarafından yapılan itirazın esasıyla ilgili herhangi bir değerlendirme içermediği vurgulanmalıdır. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirttiği ihlal gerekçelerini gözeterek ve söz konusu işlemlerle ilgili olarak yeniden bir değerlendirme yaparak gereken kararı vermek Hâkimliğin takdirindedir.
  8. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarını giderilmesi bakımından yeterli görüldüğünden başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
  9. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 3,600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  10. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
  2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Yıldız SEFERİNOĞLU ve Basri BAĞCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
  3. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Bismil Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş 2019/106) GÖNDERİLMESİNE,
  4. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
  5. 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
  6. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  7. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/3/2021 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY

Değerlendirmeye konu olan hadisede, 01/01/2019 tarihinde yapılan trafik kontrolü sırasında alkolmetre cihazı ile yapılan ilk ölçümde başvurucunun alkol seviyesi 1,27 promil olarak belirlenmiştir.

Cumhuriyet savcısının sözlü talimatı üzerine 14 dakika sonra yapılan ikinci ölçümde ise bu seviye cezalandırma sınırı olan 0,50 promilin altında 0,42 olarak çıkmıştır.

İki ölçüm arasında oluşan fark nedeniyle ilk ölçüm anından 47 dakika sonra kan alınmak suretiyle yapılan ölçümde ise alkol seviyesi 0,22 promil olarak tespit edilmiştir.

İlk ölçümde çıkan sonuç baz alınarak verilen 1.002 TL idari para cezasına ve ehliyetinin altı ay süreyle geri alınmasına yönelik olarak başvurucunun sulh ceza hakimliği nezdinde yaptığı itirazda, henüz sonuçları çıkmayan kan testinin beklenmesi yönünde talepte bulunmasına rağmen, ilgili hakimlik bu sonucun kendisine ulaşmasını beklemeksizin itirazın reddi yönünde karar vermiştir.

İlk yapılan ölçüm dışında sonradan yapılan promil tespitlerinin tamamının başvurucu lehinde olduğunda tereddüt yoktur. Bu noktadaki asıl mesele hukuken ilk tespit akabinde hemen ikinci bir tespit yapılma imkanının varlığı ile sonradan yapılan tespitlerin lehe olan sonuçlarının itiraz incelenmesinde dikkate alınıp alınmayacağı noktasındadır.

Kararda da açıkça ifade edildiği gibi Adli Tıp Kurumu’nun bilimsel verilerine göre promil seviyesi her bir saat itibariyle 0,15 birim azalmaktadır. Adli Tıp Kurumu bu tespitini yaparken uygulamanın kişiden kişiye farklılık gösterebileceği hususunu da ayrıca vurgulamaktadır (Prgf. 20, 21).

İnceleme konusu olayda kolluğun, başvurucunun ilk ölçüm sonrası ikincisinin yapılma aşamasına kadar promil seviyesinin düşük çıkması hususunda sürekli su içip sakız çiğnediği yönündeki tespiti aleyhine bir görüş belirtilmemiştir.

İtiraz mercii kararını verirken başvurucunun bu davranışını da gözetmek suretiyle ilk yapılan ölçüme itibar ettiğini belirterek itirazın reddine karar vermiştir. İkinci yapılan ölçüm sonucuna itibar etmemiş, kandan alınmak suretiyle yapılan ölçüm sonuçlarının kendisine ulaşmasını da beklememiştir.

Sulh ceza hakimliklerinin idari para cezalarına ve tedbirlerine yönelik kendilerine yapılan itirazları incelerken her ne kadar Ceza Muhakemesi Kanununun tanık, bilir kişi ve keşif gibi delillerden yararlanma imkanları bulunmakla birlikte tek celsede bitirilecek ve şekli yönü ağır basan bir tetkik yaptıklarında tereddüt bulunmamaktadır. (5326 sayılı Kabahatler Kanununun 28. maddesi)

Bu hakimlikler süre yönünden kısıtlı bir zaman dilimi içerisinde görünürdeki delillerin işlemi haklı kılıp kılmadığı bağlamında bir inceleme yapmaktadırlar. Gerçekleştirilen bu işlemin adli bir suç soruşturması yürütülme mantığı çerçevesinde ve etkinliğinde yapılmasının beklenmesi, sınırlı yetkilere sahip bu hakimliğin hukuki fonksiyonu ile orantılı olmayacaktır.

Alkol seviyesinin belirlenmesi noktasında yapılan tespitlerin zaman içerisinde farklı sonuçlanabileceğini ön gören mevzuat, gerçeğe en yakın ölçümün yapılmasını temin etmek için üfleme testinin alkol alım zamanından en az 20 dakika geçtikten sonra (Prgf 18) ve bir kez yapılmasını (Prgf. 19) amirdir.

Somut olayda olduğu gibi müteaddit testlerin kişinin hukuki durumunu etkileyecek düzeyde farklı neticeler vermesi kuvvetle muhtemeldir. Bunu öngören kural koyucu, işlemlerde özellikle sağlıklı koşulların temin edilerek ölçümün bir kez yapılmasını kararlaştırmıştır.

İtirazı inceleyen sulh ceza hakimliği de mevzuatın bu düzenlemesine itibar etmek suretiyle kararında ilk ölçüm sonucunu esas almıştır. Bu değerlendirmesini yaparken başvuranın ölçüm sonuçlarının kendi lehine çıkması noktasındaki gayretlerini de kararında değerlendirmiştir.

Bilimsel olarak zaman içerisinde alkol seviyesinin düşeceğinde bir tereddüt bulunmamaktadır. Adli Tıp Kurumu’nun bu konudaki verileri de alkol seviyesindeki düşme hızının kişiye göre farklılık göstereceğini ortaya koymaktadır. Başvurucunun kendi özel gayretlerinin varlığı da dikkate alındığında sonradan yapılan ölçümlerin düşük çıkması gayet normal olup, bu durum ilk ölçümün hatalı olduğu yönündeki bir kabule de hayatiyet kazandırmaz.

Kaldı ki mevzuat idari cezalar açısından ilk ölçümden sonra ikinci bir ölçüm yapılmasına da imkân tanımamaktadır.

Aksinin kabul edilmesi durumunda müteaddit kereler yapılacak çeşitli ölçümlerin bu alandaki uygulamayı etkisizleştireceğinde tereddüt bulunmamaktadır.

Bu bilgiler çerçevesinde ilk ölçüm sonuçlarını dikkate almak suretiyle uygulama yapan sulh hakimliğinin sonradan alınan sonuçlara itibar etmemesinin yerinde olduğunu değerlendirdiğimizden, ihlal yönündeki çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.


Üye

Yıldız SEFERİNOĞLU

Üye

Basri BAĞCI

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FAZİLET BEYHAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/35534)

 

Karar Tarihi: 3/3/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucular

:

1. Fazilet BEYHAN

 

 

2. Ş.G.Ö.

 

 

3. Z.Ö.Ö.

Başvurucular Vekili

:

Av. Yusuf ÖZDOĞRU

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, koşulları oluşmasına karşın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına gerekçesiz olarak karar verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru 23/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
  5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
  2. Bakırköy 32. Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 26/9/2019 tarihli kararıyla başvurucular hakkında tehdit ve hakaret suçlarını işledikleri gerekçesiyle kesin nitelikli adli para cezalarına hükmetmiştir.
  3. Mahkeme kararında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun (HAGB) uygulanmamasına dair herhangi bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmıştır.
  4. Başvurucular 23/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  5. İLGİLİ HUKUK
  6. İlgili hukuk için bkz. Emre Ongurlar, B. No: 2016/9607, 10/1/2019, § 14.
  7. İNCELEME VE GEREKÇE
  8. Anayasa Mahkemesinin 3/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
  9. Başvurucuların İddiaları
  10. Başvurucular, koşulları oluştuğu hâlde HAGB kurumunun kendilerine uygulanmadığını ve mahkûmiyet kararının bu kurumunun uygulanmama nedenine dair bir gerekçe içermediğini belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucuların bir kısmı, isminin kamuya açık belgelerde gizlenmesi talebinde bulunmuştur.
  11. Değerlendirme
  12. Anayasa Mahkemesi daha önce ilk derece mahkemesinin gerekçeli kararında HAGB kurumunun adli sicil kaydı bulunmayan başvurucular yönünden uygulanmamasına dair bir nedene yer verilmemesini gerekçeli karar hakkı yönünden incelemiş ve ihlal sonucuna varmıştır (Emre Ongurlar,§§ 16-27). Bu başvuruda da söz konusu karardan ayrılmayı gerektirecek bir durum söz konusu olmadığından başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  13. Giderim Yönünden
  14. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.
  15. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamayapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiğiyargımercilerince yapılması gereken iş yenidenyargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
  16. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucuların tazminat talebi kabul edilmemiştir.
  17. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Kamuya açık belgelerde başvurucular Ş.G.Ö. ve Z.Ö.Ö.'nün kimliklerinin gizli tutulması taleplerinin KABULÜNE,
  2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  3. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  4. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bakırköy 32. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2017/151, K.2019/664) GÖNDERİLMESİNE,
  5. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,
  6. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
  7. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  8. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/3/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CANSU GÜNEŞ SEFEROĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/3706)

 

Karar Tarihi: 29/6/2022

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Yüksel GÜNARSLAN

Başvurucu

:

Cansu Güneş SEFEROĞLU

Vekili

:

Av. Gül SEFEROĞLU

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı bir iddianın karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru 4/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
  5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
  2. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu (Başsavcılık) tarafından DHKP/C terör örgütünün faaliyetlerine ilişkin olarak yürütülen bir soruşturma kapsamında 17/1/2013 tarihli mahkeme kararına istinaden 18/1/2013 tarihinde Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş dergisini yayımlayan Ozan Yayıncılık isimli işyerinde arama gerçekleştirilmiştir.
  3. Arama sırasında başvurucu ile birlikte anılan işyerinde bulunan kişiler yakalanarak gözaltına alınmıştır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde alınan ifadesinde susma hakkını kullanan başvurucu, 20/1/2013 tarihli savcılık ifadesinde DHKP/C terör örgütü üyesi olmadığını, olay günü bir kaç arkadaşını ziyaret amacıyla Yürüyüş dergisinin mizanpajının yapıldığı Ozan Yayıncılık'a ait daireye gittiğini, gece geç vakit olması nedeniyle bu adreste kaldığını, işyerinde geçici olarak bulunduğu sırada yapılan operasyon ile yakalanıp gözaltına alındığını beyan etmiştir.
  4. Soruşturma sonucunda Başsavcılık tarafından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından cezalandırılması talebiyle 9/3/2015 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Toplam on beş şüpheli hakkında düzenlenen iddianamenin başvurucuya ilişkin kısmı şöyledir:

"Şüphelinin DHKP/C silahlı terör örgütünün yayın organı olan Yürüyüş Dergisinde yakalandığı, aramalarda elde edilerek el konulan '17/04/2014 MUTFAK 1.NÖB 2.NÖB' başlıklı çizelgede Güneş şeklinde yazılmak suretiyle isminin yer aldığı, nöbet listesinde yer alan örgüt mensuplarının, DHKP/C terör örgütünün faaliyetlerinin deşifre edilmemesi amacıyla, güvenlik güçlerince yapılacak bir operasyonda adrese girmeden, içerdeki suç unsuru malzemelerin imha edilmesi, sırayla diğer örgüt mensuplarının istirahati sırasında tedbir alınması, kalınan adresteki düzenin sağlanması günlük temizlik yemek ihtiyaçlarını giderilmesi amacıyla nöbet sistemi getirdikleri,

Şüphelinin gözaltında iken parmak izi alınacağı sırada direnç göstererek 'İNSANLIK ONURU İŞKENCEYİ YENECEK, İŞKENCE YAPMAK ŞEREFSİZLİKTİR, İŞKENCECİ KÖPEKLER SIRA SİZE GELECEK' demek suretiyle örgütsel tavır sergilemesi yanında, 20/01/2013 tarihli Zor Kullanma Tutanağı altında imzası bulunan 357877, 358402 ve 316721 sicil numaralı TEM Şube Görevlilerine ve 280784 sicil numaralı Olay Yeri İnceleme Görevlisine yönelik zincirleme hakaret suçu ile direnme suçunu da işlediği, ..."

  1. İddianamenin kabulü ile açılan dava İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2015/125 sırasına kaydedilerek görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 27/3/2015 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda -diğerlerinin yanı sıra- 387877, 358402, 316721 ve 280784 sicil numaralı zabıt mümzilerinin tanık olarak hazır edilmesi için ilgili emniyet müdürlüğüne müzekkere yazılmasına ve duruşmanın 3/6/2015 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir.
  2. İddianamede bahsedilen 20/1/2013 tarihliZor Kullanma Tutanağı'nda imzası olduğu belirtilen 280784 sicil numaralı polis memurunun konuya ilişkin beyanı istinabe yoluyla Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesinde alınmıştır. 11/5/2015 tarihli Duruşma Tutanağı'nda, talimata ekli beyan ve tutanak bulunmadığı belirtilmiştir. Anılan polis memurunun tanık sıfatıyla verdiği ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Olay tarihinde İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğünde görev yapmaktaydım. İddianamede adları geçen sanıkları tanımam, ancak bahsi geçen DHKP/C Terör Örgütü üyelerinin gözaltı pros[e]dürlerine görevli polis memurlarına uygulatmamakta, parmak izi alımı, üst araması, doktor raporu, ifade alma v.s gibi işlemler esnasında polise gerek sözlü, gerek fiili mukavemette bulunmaktalar, buna istinaden video kaydı eşliğinde önce şahsa ilgili kanun maddeleri ve C.Savcısı talimatları bildirilerek, bu işlemlerin yasal işlem olduğu ve yapılmasının zorunlu olduğu söylenerek ikna çabaları sonucunda örgüt üyelerinin çok az bir kısmının rızaları sağlanarak işlemlerin yapıldığı, büyük bir kısmının da kademeli olarak zor kullanılarak yasal işlemlerin yapıldığı, yapılan bu işlemler de görüntü kaydına alınmaktadır. Bahsi geçen olayı tam hatırlamıyorum, ancak işimiz dolayısıyla maruz kaldığımız tehdit, hakaret ve görevimizin icrasının engellenmesine ilişkin fiillerin mevcudiyeti halinde durumu tutanak altına alırdık, iddianameye konu hakkında da tutanak tuttuğumuzu hatırlıyorum, dolayısıyla altında imzam bulunan tutanakta ne yazılmışsa doğrudur. İddianamede bahsi geçen ifadeler de sürekli karşılaştığımız ve olağan haline gelen durumlardır."

  1. Yargılamanın 3/6/2015 tarihli ilk celsesinde 358402 sicil numaralı polis memuru tanık olarak dinlenmiştir. Anılan tanık ifadesinde özetle; olayı ve bu kapsamda başvurucunun "İşkenceci köpekler sıra size gelecek."diyerek direndiğini hatırlamadığını, konuya ilişkin tutanak tuttuklarını hatırladığını beyan etmiştir. Söz konusu Duruşma Tutanağı'nda, başvurucu ile ilgili iddiaya konu 20/1/2013 tarihli zor kullanma tutanağıbulunamadığından duruşmada okunamadığı ve tanığa gösterilemediği belirtilmiştir.
  2. İddianamede bahsedilen 316721 sicil numaralı polis memurunun konuya ilişkin beyanı istinabe yoluyla 22/6/2015 tarihinde Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesinde alınmıştır. Tanık ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"İddianamenin konusu olan olayla ilgili İstanbul'da görev yaptığımda görevli olduğum için bilgim vardır. Ben olay sırasında İstanbul'da görevliydim. İddianamede geçen şahıslarda beyanlardan Cansu Güneş SEFEROĞLU [S.A.] isimli bayan şahısların isimlerini anımsıyorum. Fakat bu kişilerin hangi olayda ve ne zaman kendilerine hangi işlemi yaptığımıza hatırlamıyorum. Çünkü biz İstanbul'da defalarca bu operasyonlara katılıyorduk. Ben muhtemelen bu şahısların yakalanmaları sırasında görevli idim. Fakat aradan uzun zaman geçmesinden dolayı bu kişilerin nasıl ne şekilde yakaladığımızı hatırlayamıyorum."

  1. Başvurucu yargılamanın 20/10/2015 tarihli celsesinde müdafii eşliğinde savunma yapmıştır. Mahkeme, başvurucu ile birlikte sanıklardan A.D. ve A.E.K. hakkında zor kullanma sırasında kayda alınan kamera görüntülerinin istenmesine karar vermiştir. Başvurucunun savunmasının ilgili kısmı şöyledir:

"... suç tarihinde yürüyüş dergisine arkadaşıma ziyaret amaçlı gitmiştim, burada göz altına alındım, ben bir gazeteciyim, gazetecilik bölümünden mezun oldum, evim uzak olduğu için o gece orada kaldım, bana 3 tane kelepçe takılmıştı, biz ağır işkenceden geçirildik, ben kimseye tehdit ve hakarette bulunmadım, bizim saçımızdan tutularak yere yatırıldık, o şekilde kelepçelendik, buna tepki olmak için işkence yapmak şerefsizliktir şeklinde söz söyledim, hakkımdaki suçlamaları kabul etmiyorum, ..."

  1. Yargılama kapsamında daha önce beyanı alınan 280784 sicil numaralı polis memurunun konuya ilişkin anlatımı istinabe yoluyla 24/12/2015 tarihinde Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesinde ikinci defa alınmıştır. Anılan polis memurunun tanık sıfatıyla verdiği ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bana okumuş iddianamedeki olayı üzerinden uzun zaman geçtiği için tam olarak hatırlamıyorum. İddianamede [belirtilen] hususlar (DHKPC mensuplarının polis memurlarına ettiği küfür hakaret tehdit zorluk çıkarma) İstanbul'da [çalıştığım] süre içerisinde bir çok defa yaşadım. Bu şahısların polisin yapmış olduğu bütün [idari] ve adli işlemlerde zorluk çıkardığı, direndiği ve görevi yaptırmamaya çalıştığını gördüm. Parmak izi almak işlemi yapılırken kamera video işlemi de yaptığımızdan dolayı zaten bir çok video kayıtlarında belirtmiş olduğum durumlar görülmektedir. ... İddianamede bahsi geçen hususlar doğrudur."

  1. Yargılama kapsamında daha önce dinlenen 316721 sicil numaralı polis memurunun beyanı istinabe yoluyla Alanya 2. Ağır Ceza Mahkemesinde 21/1/2016 tarihinde ikinci defa alınmıştır. İlgili Duruşma Tutanağı'nda 20/1/2013 tarihli tutanak bulunmadığından tanığa okunamadığı belirtilmiştir. Anılan polis memurunun tanık sıfatıyla verdiği ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Ben Terör Şube Sol Büroda çalışmaktaydım. DHKP/C örgütünün üyeleri göz altına alındığında biz parmak [izlerini] alıyorduk. İddianamede ismi geçen sanıkları tanımam Cansu Güneş Seferoğlu isimli sanığı şuan hatırlamıyorum. 20/01/2013 tarihli zor kullanma tutanağında bu şekilde tutanak düzenlediysek tutanaktaki imza ban aittir. Ancak ben şu anda Cansu Güneş isimli şahsı da hatırlamıyorum. Tutanakta belirtilen ifadeleri söylediğini de şu an hatırlamıyorum."

  1. Olaya ilişkin kamera kayıtlarını içeren 3 adet CD, 1/3/2016 tarihli altıncı celse öncesinde Mahkemeye iletilmiştir. Söz konusu celseye ait Duruşma Tutanağı'nda 387877 sicil numaralı polis memuruna ilişkin olarak yazılan talimata bila ikmal cevap verildiği belirtilmiştir. Mahkeme söz konusu celse sonunda"kolluk tarafından gönderilen CD'lerin bilirkişiye tevdii ile iddianamede sanıkların tarif edilen eylemleri karşısında görevi yaptırmamak açısından sanıkların kolluk görevlilerine karşı herhangi bir şekilde cebir veya tehdit içeren eylemlerinin söz ve davranışlarının olup olmadığı, hakaret edip etmedikleri hususları yönünden rapor aldırılmasına" karar vermiştir. Anılan Duruşma Tutanağı'nda 387877 sicil numaralı polis memurunun huzurda veya istinabe yoluyla dinlenilmesine ya da dinlenilmesinden vazgeçilmesine dair herhangi bir değerlendirmeye yer verilmemiştir.
  2. Bilirkişi M.S. tarafından hazırlanan ve 17/5/2016 tarihli yedinci celse öncesinde Mahkemeye ulaştırılan 15/5/2016 tarihli teknik bilirkişi raporunda incelenen CD'lerden birinde başvurucunun adliyeye götürülme görüntülerinin bulunduğu belirtilmiştir. Söz konusu raporun sonuç kısmında başvurucunun direnişte bulunarak"İnsanlık onuru işkenceyi yenecek, işkence yapmak şerefsizliktir, kahrolsun faşizm yaşasın mücadelemiz, haklıyız kazanacağız"şeklinde sloganlar attığı tespitine yer verilmiştir.
  3. Yargılamanın 10/1/2017 tarihli onuncu celsesinde iddia makamı tarafından esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Anılan mütalaada başvurucunun parmak izi alınacağı sırada birden fazla olan görevlilere ''işkenceci köpekler"şeklinde sözlerle hakaret ettiği ifade edilerek hakaret suçundan mahkûmiyetine, terör örgütüne üye olma ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından beraatine karar verilmesi talep edilmiştir. Başvurucu ve müdafiinin katılmadığı 24/1/2017 tarihli bir sonraki celsede hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan beraatine, kamu görevlisine karşı görevinden ötürü hakaret ve kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla tehdit kullanarak direnme suçlarından mahkûmiyetine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Yine, 19.01.2013 tarihindeki gözaltında parmak izi alınması işlemi sırasında sanıklardan Cansu Güneş Seferoğlu'nun, işlemi yapan 357877, 358402, 316721 ve 280784 sicil sayılı TEM Şube ve Olay Yeri İnceleme Şube görevlilerine hitaben örgütsel tavır ve tepkinin ötesinde şeref, onur ve haysiyetini ihlal edecek ve görevini yapmasını engelleyecek surette 'işkenceci köpekler sıra size gelecek' şeklinde sözler sarf etmek suretiyle üzerine atılı Kamu Görevlisine Görevinden Dolayı Zincirleme Biçimde Hakaret ve Kamu Görevlisine Karşı Tehdit Suretiyle Zincirleme Biçimde Görevini Yaptırmamak İçin Direnme suçlarını işlediği sonuç ve vicdani kanaatine varılmakla, atılı bu suçlardan dolayı anılan sanıkların ayrı ayrı cezalandırılması cihetine gidilmiş ve netice olarak aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir."

  1. Başvurucu müdafiince mahkûmiyet hükümlerine karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. İstinaf başvuru dilekçesinde özetle, mahkeme kararının iddianamedeki gibi tutanağa geçirildiği oysa başvurucu ile ilgili CD bilirkişi tarafından incelendiğinde suç olarak tespit edilen sözlerin söylenmediğinin anlaşıldığı, Türk Ceza Kanunu'nda yazılı görevi yaptırmamak için direnme suçunun oluşmadığı belirtilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 23. Ceza Dairesinin (Daire) 27/11/2018 tarihli kararıyla istinaf başvurusu esastan reddedilmiştir. Anılan ret kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

Sanıklara yükletilen görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret eylemleriyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemlerin sanıklar tarafından işlendiğinin kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların kanun yolu denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, ... [a]nlaşıldığından, ... İSTİNAF BAŞVURUSUNUN ESASTAN REDDİNE, ... karar verildi."

  1. Başvurucu 4/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  2. 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un 29. maddesi ile değişik 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 286. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereği, madde metninde belirtilen suçlar bakımından bölge adliye mahkemesi ceza daireleri kararlarının temyiz edilebilmesi mümkün hâle gelmiştir.
  3. Başvurucu 7/11/2019 tarihli ek beyan dilekçesi ile anılan Kanun değişikliği sonrasında temyizi mümkün hâle gelen hakaret suçundan verilen hükme ilişkin olarak temyiz kanun yoluna başvurduğunu bildirmiştir. Söz konusu dilekçede ayrıca görevi yaptırmamak için direnme suçu yönünden verilen cezanın infazının devam ettiği ve hakaret suçuna ilişkin temyiz isteminin bireysel başvurudan feragat anlamına gelmediği belirtilmiştir. Öte yandan yargılama hakaret suçu açısından temyiz kanun yolu aşamasında devam etmektedir.
  4. İLGİLİ HUKUK
  5. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Görevi yaptırmamak için direnme"kenar başlıklı 265. maddesinin (1) ve (4)numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (4) Suçun, silahla ya da var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır."

  1. 7188 sayılı Kanun'un 29. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"5271 sayılı Kanunun 286 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

(3) İkinci fıkrada belirtilen temyiz edilemeyecek kararlar kapsamında olsa bile aşağıda sayılan suçlar nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları temyiz edilebilir:

  1. a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
  2. Hakaret (madde 125, üçüncü fıkra),

...”

  1. 5271 sayılı Kanun'un geçici 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" f) 286 ncı maddenin üçüncü fıkrasında yapılan düzenleme, bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren on beş gün içinde talep etmek koşuluyla aynı suçlarla ilgili olarak bölge adliye mahkemelerince verilmiş kesin nitelikteki kararlar hakkında da uygulanır. Bu bendin uygulandığı hâlde, cezası infaz edilmekte olan hükümlülerin, 100 üncü madde uyarınca tutukluluğunun devam edip etmeyeceği hususu, hükmü veren ilk derece mahkemesince değerlendirilir."

  1. Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 27/9/2021 tarihli ve E.2021/24793, K.2021/22615 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"TCK'nın 265. maddesinde 'görevi yaptırmamak için direnme' başlığıyla 'seçenekli hareketli' ve 'amaçlı bir fiil' olarak düzenlenen ve görevin yapılmasını önleme maksadıyla kamu görevlisine karşı gelinmesi eylemleri cezalandırılan suç tipinde; hareketin icra vasıtalarının 'cebir veya tehdit' şeklindeki icrai davranışlarla işlenebileceğinin öngörüldüğü ve belirtilen tipik hareketleri içermeyen pasif direnme fiillerinin bu suçu oluşturmayacağı göz önüne alındığında, suça sürüklenen çocuğun olay günü, hakkında arama kararı olan arkadaşının karakola götürülmesini engellemek için ekip aracının kapısını tutarak aracın hareket etmesini engellediği biçimindeki eyleminde, 10/03/2015 tarihli tutanak içeriği ile müşteki ve katılan beyanlarında kamu görevlisine görevini yaptırmamak için gerçekleştirilen cebir veya tehdit eyleminden açıkça bahsedilmemesi karşısında, direnme suçunda aranan cebir veya tehdit unsurlarının somut olayda ne şekilde gerçekleştiği kanıtlara dayalı olarak tartışılıp gösterilmeden CMK'nın 230/1-c maddesine aykırı olarak, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle mahkumiyet kararı verilmesi, ... [bozmayı gerektirmiştir.]"

  1. Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 10/2/2022 tarihli ve E.2020/22261, K.2022/4391 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Müştekilerin [...] şüphelinin iş yerini mühürleme işlemi için gittikleri ve mühürleme işlemi yaparken sanığın mağdurlara hitaben 'bir daha gelirseniz çevik kuvvet ile gelin, pompalı tüfekle karşılayacağım sizi, .., gerekeni yapacağım..' şeklinde sözle tehdit ettiğinin kabul olunduğu olayda, eyleminin bir bütün halinde TCK'nın 265. maddelerinde tanımlanan görevi yaptırmamak için direnme suçunu oluşturduğu [...] gözetilmeden, suç vasfında hataya düşülerek yasal olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde tehdit suçundan düşme kararı verilmesi, ... [bozmayı gerektirmiştir.]"

  1. İNCELEME VE GEREKÇE
  2. Anayasa Mahkemesinin 29/6/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
  3. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
  4. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
  5. Başvurucu, dosyadaki tüm deliller isnat edilen görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlemediğini göstermekte iken aleyhe hiçbir delil bulunmadığı hâlde cezalandırıldığını, suçlamaya esas alınan 20/1/2013 tarihli Zor Kullanma Tutanağı'nınesasen mevcut olmadığını, direnme suçunun dayanağının gerekçeli kararda izah edilmediğini ve dosya kapsamına uygun olmayan gerekçeler ile mahkûm edildiğini ve Daire kararının matbu nitelikte olduğunu beyan ederek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  6. Bakanlık görüşünde; yargılama kapsamında başvurucu lehine ve aleyhine delillerin toplandığı, tutanağı düzenleyen tutanak tanıklarının beyanlarına başvurulduğu, dosya kapsamında yer alan CD ile ilgili bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, toplanan delillere karşı başvurucu ve müdafiinin savunmalarının dinlendiği ve ilgili kararda belirtilen gerekçe ile başvurucunun kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla tehdit kullanarak direnme suçunu işlediğinin Mahkemece sabit kabul edildiği beyan edilmiştir.
  7. Değerlendirme
  8. Anayasa’nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

  1. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkının görünümlerinden olan gerekçeli karar hakkıkapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
  2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  3. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  4. Esas Yönünden
  5. Genel İlkeler
  6. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."denilerek kararlarını gerekçeli olarak yazma yükümlülüğü mahkemelere yüklenmiştir. Anayasa'nın 36. maddesi, 141. maddesinin üçüncü fıkrası ışığında yorumlandığında adil yargılanma hakkı gerekçeli karar hakkını da güvence altına almaktadır. Öte yandan adil yargılanma hakkı, doğası gereği gerekçeli karar hakkını da içermektedir. Bu sebeple gerekçeli karar hakkı Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının temel güvencelerinden biridir (Hilmi Kocabey ve diğerleri, B. No: 2018/27686, 17/11/2021, § 77).
  7. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
  8. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
  9. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35). Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıtvermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
  10. Öte yandan istinaf/temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus istinaf/temyiz merciinin bir şekilde istinafta/temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Yasemin Ekşi, § 57). Ancak istinaf/temyiz incelemesi sırasında ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların istinaf/temyiz mercilerince cevapsız bırakılmış olması gerekçeli karar hakkının ihlaline neden olabilir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Caner Kandırmaz, B. No: 2013/3672, 30/12/2014, § 31).
  11. Anayasa Mahkemesinin gerekçeli karar hakkı bağlamındaki görevi uyuşmazlığın esası yönünden önem taşıyan meselelere ilişkin olarak derece mahkemelerinin ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya koyup koymadıklarının incelenmesinden ibarettir. Anayasa Mahkemesinin derece mahkemesinin gerekçelerinin hukuka uygun olup olmadığını denetleme gibi bir görevi bulunmadığı gibi derece mahkemesi kararlarındaki hukuka aykırılıkları gidermek de Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Halit Kabadağ,B. No: 2019/3589, 23/11/2021, § 30).
  12. İlkelerin Olaya Uygulanması
  13. Somut olaya konu iddianamede, 20/1/2013 tarihliZor Kullanma Tutanağı'nınbaşvurucuya isnat edilen görevi yaptırmamak için direnme suçuna ilişkin tek delil olarak belirtildiği görülmektedir (bkz. § 7). Söz konusu belgenin kovuşturma evresinde bulunamadığı gerekçesiyle başvurucuya ve iddianameye göre tutanakta imzası bulunan polis memurlarına gösterilemediği duruşma tutanaklarından anlaşılmaktadır (bkz. §§ 9, 10, 14). Dahası yine duruşma tutanaklarında Zor Kullanma Tutanağı'nın Mahkeme heyetince incelendiğine ilişkin herhangi bir tespite de yer verilmemiştir.
  14. Başvurucu, yargılamanın tüm aşamalarında kamu görevlilerine "işkenceci köpekler sıra size gelecek"şeklinde sözler söylediği iddiasına itiraz etmiş ve isnat edilen suçları işlemediğini savunmuştur.
  15. Mahkeme tarafından ilgili kolluk biriminden temin edilen kamera kayıtları üzerinde yaptırılan inceleme neticesinde hazırlanan bilirkişi raporunda, başvurucunun "işkenceci köpekler sıra size gelecek" şeklinde sözler söylediğine ilişkin bir tespite yer verilmemiştir (bkz. § 16). İfadesi Mahkeme huzurunda alınan 358402 sicil numaralı polis memuru ile istinabe yoluyla ikişer defa dinlenilen 280784 ve 316721 sicil numaralı polis memurları olayı ve başvurucuyu hatırlamadıklarını beyan etmiş, benzer olaylarda DHKP/C terör örgütü üyelerinin tavır ve davranışlarına ilişkin soyut ve genel açıklamalarda bulunmuştur. Ayrıca kovuşturma evresinde bulunamadığıiçin kendilerine gösterilemeyenZor Kullanma Tutanağı'na ilişkin olarak 280784 ve 358402 sicil numaralı polis memurları olayı hatırlamamakla birlikte olaya ilişkin tutanak tuttuklarını hatırladıklarını (bkz. §§ 9-10), 316721 sicil numaralı polis memuru ise tutanak düzenlendiyse tutanaktaki imzanın kendisine ait olduğunu beyan etmiştir (bkz. § 14).
  16. Somut olayda ilk derece mahkemesi, gerekçeli kararında başvurucunun gözaltında iken parmak izi alınması işlemi sırasında işlemi yapan kolluk görevlilerine hitaben "işkenceci köpekler sıra size gelecek" şeklinde sözler söyleyerek tehdit suretiyle zincirleme biçimde görevini yaptırmamak için direnme suçunu işlediği sonucuna varmıştır (bkz. § 17). Ancak Mahkeme, mahkûmiyet hükmüne esas aldığı delillerin neler olduğunu, iddianamede bahsedilen 20/1/2013 tarihli Zor Kullanma Tutanağı'nın dava dosyasında mevcut olup olmadığı, dinlenen polis memurlarının beyanları ile bilirkişi raporundaki tespitlerin içeriği ve tüm bunların başvurucuya isnat edilen eylem ile ilişkisini açıklamamıştır. Daire de bahse konu mahkûmiyet hükmüne yönelik istinaf başvurusunu soyut ifadelerle reddetmiştir (bkz. § 18).
  17. Mahkemenin mahkûmiyet kararının gerekçesinde -başvurucunun tüm iddialarını gerekçelendirmek zorunda olmamakla birlikte- başvurucunun savunmasına temel teşkil eden, sonuca etkili olabilecek iddialar hakkında değerlendirme yapmayarak bunu yanıtsız bırakması gerekçeli karar hakkını ihlal edebilir. Mahkeme gerekçeli kararında, olaya ilişkin somut açıklamalarda bulunmayan tanık anlatımları ile başvurucunun savunmasını destekleyen bilirkişi raporu içeriği değerlendirilmemiştir. Ayrıca birden fazla kişiye isnat edilen muhtelif suçlar ile ilgili olarak geniş kapsamlı bir yargılama yürüten mahkemenin gerekçeli kararında savunma, iddia ve tanık anlatımları ile dosya kapsamındaki deliller yargılamaya konu eylemler ile ilişkilendirilmediğinden bireysel başvuruya konu görevi yaptırmamak için direnme suçu açısından hangi beyan veya delillere itibar edildiği anlaşılamamıştır. Bununla birlikte Mahkemenin dava dosyasındaki mevcudiyeti tartışmalı olanZor Kullanma Tutanağı'nın iddianamede kısmen ifade edilen içeriği ile uyumlu bir sonuca ulaştığı görülmektedir.
  18. Sonuç olarak ilk derece mahkemesi, görevi yaptırmamak için direnme suçundan verdiği mahkûmiyet kararında soyut ifadelere yer vererek başvurucu hakkındaki iddiaları ayrı ve açıkça tartışmamıştır. Diğer bir ifadeyle başvurucunun parmak izi alma işlemini gerçekleştiren polis memurlarını tehdit ettiğine ilişkin yeterli bir gerekçe ortaya koymamıştır. İstinaf incelemesi sırasında da bu eksikliğin telafi edilmediği anlaşılmaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
  19. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  20. Kamu Görevlisine Görevinden Dolayı Hakaret Suçuna İlişkin İhlal İddiaları
  21. Başvurucunun İddiaları
  22. Başvurucu, olay sırasında kolluk görevlilerine hakaret etmediğinin bilirkişi raporu içeriği ile doğrulanmasına rağmen cezalandırıldığını beyan ederek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  23. Değerlendirme
  24. 7188 sayılı Kanun ile 5271 sayılı Kanun'un 286. maddesine eklenen (3) numaralı fıkra kapsamındaki suçlarla ilgili olarak daha önce bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerince verilen kesin nitelikteki kararlar bakımından temyiz kanun yolu açılmıştır. Başvurucu da 7/11/2019 tarihli ek beyan dilekçesiyle kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçundan kurulan hükme yönelik olarak temyiz kanun yoluna başvurduğunu bildirmiştir (bkz. §§ 20-21).
  25. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
  26. Somut olayda Anayasa Mahkemesince inceleme yapıldığı tarih itibarıyla başvurucu hakkındaki yargılama -kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçu yönünden- temyiz merciinde devam etmektedir. Başvurucunun anılan suça dair adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkin şikâyetlerinin temyiz kanun yolunda incelenme imkânı bulunmaktadır. Bu çerçevede başvurucu tarafından temyiz süreci beklenmeden ileri sürülen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerin bireysel başvuruya konu edildiği görülmüştür. Dolayısıyla olağan başvuru yolları tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
  27. Açıklanan gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesinedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
  28. Diğer İhlal İddiaları
  29. Başvurucu; iddianamede sicil numaraları belirtilen dört tanıktan yalnızca birinin duruşmada dinlenildiğini, diğer tanıklara soru sorma imkânı verilmediğini, lehine olan delillerin dikkate alınmadığını, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ile masumiyet karinesine uygun bir yargılama yürütülmediğini ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  30. Başvuruda gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden diğer şikâyetler hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
  31. Giderim Yönünden
  32. Başvurucu ihlalin tespiti ile yeniden yargılamaya karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
  33. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.
  34. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamayapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargımercilerince yapılması gereken iş yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
  35. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  2. Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçuna ilişkin ihlal iddiasının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
  3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  4. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2015/125, K.2017/10) GÖNDERİLMESİNE,
  5. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
  6. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  7. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/6/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.