USULSÜZ TEBLİGAT İDDİALARININ DEĞERLENDİRİLMEMESİ

USULSÜZ TEBLİGAT İDDİALARININ DEĞERLENDİRİLMEMESİ

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET TÜRKO BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/5949)

 

Karar Tarihi: 12/3/2015

R.G. Tarih- Sayı: 16/5/2015-29357

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

Raportör

:

Bahadır YALÇINÖZ

Başvurucu

:

Ahmet TÜRKO

Vekili

:

Av. Sadık GÖKKAYA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, 1-12/2004 dönemi için tarh edilen vergi ziyaı cezalı gelir vergisinin tahsili için düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada, Anayasa’nın 2., 11., ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 2/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 8/4/2014 tarihide kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 5/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Bakanlık görüşünü 8/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 16/10/2014 tarihinde bildirilmiş, başvurucu görüşe cevap vermemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, çalıştığı firmanın işleri nedeniyle 2004 yılında Ankara ilinde ikamet ettiği dairesini satarak, Adana iline taşınmıştır.

9. Ankara Defterdarlığı İhbarlar ve Denetim Koordinasyon Gelir Müdürlüğünün 1/6/2005 tarihli yazısına ekli liste ve formlar ile Seğmenler Vergi Dairesinin 1/2/2006 yazısına ekli listede aralarında başvurucunun da bulunduğu değer artışı kazancı elde eden kişiler hakkında Başkent Vergi Dairesince gerekli işlemlerin yapılması istenmiştir.

10. Başkent Vergi Dairesi, başvurucunun dairesini satışından dolayı elde ettiği gelirin matrahının takdiri için dosyayı Takdir Komisyonuna sevk etmiş ve Komisyonun kararına istinaden 10/10/2006 tarihli vergi ceza ihbarnamesiyle başvurucu adına 1-12/2004 dönemi için vergi ziyaı cezalı gelir vergisi tarh etmiş, düzenlenen vergi ceza ihbarnamesini, başvurucu tarafından dairenin satın alınması sırasında doldurulan bilgi formunda ve daha sonra dairenin satışı sırasında düzenlenen resmi senette beyan edilen Çetin Emeç Bulvarı 6. Cadde No:35/1 Çankaya/ANKARA adresine göndermiştir.

11. 13/10/2006 tarihli adres tespit tutanağından başvurucunun belirtilen adreste tanınmadığı ve muhtarlık kayıtlarında başvurucuya rastlanılmadığı tespit edilmiş, bunun üzerine ihbarname 9/10/2009 tarihinde yayınlanan gazete ilanıyla ilanen tebliğ edilmiştir.

12. Başvurucu, 2/3/2012 tarihinde Başkent Vergi Dairesinden, dairesinin alış fiyatına ilişkin olarak düzeltme talebinde bulunmuş, Başkent Vergi Dairesi 5/3/2012 tarihinde düzeltme fişi düzenlemiş ve 6/3/2012 tarihli ödeme emri ile alacağın tahsilini istemiştir.

13. Başvurucu, ilanen tebliğin yapıldığı tarihte Adana ilinde ikamet ettiğini, nüfus kayıtları sorgulansa idi adresine ulaşılabileceğini, diğer taraftan 1999 yılından beri aynı şirkette çalıştığını, çalıştığı yerden sorgulama yapılsa idi yine adresine ulaşılabileceğini belirterek vergi ziyaı cezalı ihbarnamenin usulüne uygun tebliğ edilmeksizin düzenlenen ödeme emrine konu alacağın kaldırılması istemiyle yürütmeyi durdurma talepli olarak Ankara 2. Vergi Mahkemesinde dava açmıştır.

14. Ankara 2. Vergi Mahkemesi dava dilekçesini tebligata çıkarmış, Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı 15/5/2012 tarihinde kayda giren dilekçesi ile savunmasını sunmuş, bu savunma 14/6/2012 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu 16/7/2012 tarihinde savunmaya cevap dilekçesini Mahkemeye sunmuş, Mahkeme aynı gün E.2012/535, K.2012/1433 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:

 “Dava dosyasının incelenmesinden; dava konusu ödeme emri içeriği vergi ve cezaya ilişkin ihbarnamenin 13.10.2006 tarihinde davacının bilinen adresinde ilgilinin adreste tanınmadığından tebliğ edilemediği, bu durumun ilgili mahalle muhtarı beyanıyla doğrulandığı ve tutanak altına alındığı, tebligat yapılamadığı gerekçesiyle yerel gazete ve vergi dairesi ilan listesinde ilanen tebligat yoluna gidildiği, ilan listesinin ayrıca ilgili mahalle muhtarlığına bu yazının gönderildiği görülmüştür.

Olayda; dava konusu ödeme emri içeriği vergi ve cezaya ilişkin ihbarnamenin usulüne uygun olarak ilanen tebliğ edildiği ve amme alacağının usulüne uygun olarak kesinleştiğinden kesinleşen alacak için davacı şirket adına ödeme emri düzenlenmesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmamaktadır.

 Açıklanan nedenlerle, davanın reddine…”

15. Başvurucu, bu karara karşı yaptığı itiraz başvurusunda, davalı idarenin savunmasına süresinde cevap vermesine rağmen bu dilekçesinin tebliğe çıkarılıp dava dosyasının tekemmül ettirilmesi gerekirken aynı gün davanın karara bağlanmasının usul hatası olduğunu, ihbarnamenin adrese tebliğinin ve ilanen tebliğinin usulüne uygun yapılmadığını, yeterli araştırma yapılmış olsaydı tebliğ adresinin belirlenebileceğini belirterek, İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasını istemiştir.

16. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 21/1/2013 tarih ve E.2012/10269, K.2013/975 sayılı kararı ile itirazı reddetmiştir.

17. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusuna ait dilekçede de itiraz dilekçesinde yer alan hususlar belirtilmiş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 13/6/2013 tarih ve E.2013/9599, K.2013/10553 sayılı kararıyla bu talebi de reddetmiştir.

18. Karar başvurucuya 9/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu 2/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

20. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesi şöyledir:

“1. Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur.

2. Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir.

3. Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri kabul edilmez.

…”

21. 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:

“Bilinen adrese gönderilen mektuplar posta idaresince muhatabına teslim edildiği tarihte tebliğ edilmiş sayılır.”

22. 213 sayılı Kanun’un 101. maddesi şöyledir:

“Bu kanuna göre bilinen adresler şunlardır:

1. Mükellef tarafından işe başlamada bildirilen adresler;

2. Adres değişikliğinde bildirilen adresler;

 3. İşi bırakmada bildirilen adresler;

4. Vergi beyannamelerinde bildirilen adresler;

5. Yoklama fişinde tesbit edilen adresler;

6. Vergi mahkemesinde dava açma dilekçelerinde ve cevaplarında gösterilen adresler;

7. Yetkili memurlar tarafından bir tutanakla tesbit edilen adresler (İlgilinin tutanakta imzası bulunmak şartiyle);

8. Bina ve arazi vergilerinde komisyonlarca tahrir varakalarında tesbit edilen adresleri.

Mektupların gönderilmesinde bu adreslerden tarih itibariyle tebligat yapacak makama en son olarak bildirilmiş veya bu makamca tesbit edilmiş olanı nazara alınır.”

23. 213 sayılı Kanun’un 103. maddesi şöyledir:

“Aşağıda yazılı hallerde tebliğ ilan yoliyle yapılır.

1. Muhatabın adresi hiç bilinmezse;

2. Muhatabın bilinen adresi yanlış veya değişmiş olur ve bu yüzden gönderilmiş olan mektup geri gelirse;

3. Başkaca sebeplerden dolayı posta ile tebliğ yapılmasına imkan bulunmazsa;

4. Yabancı memleketlerde bulunanlara tebliğ yapılmasına imkan bulunmazsa.”

24. 21/7/1953 tarih ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 1. maddesi şöyledir:

“Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer'i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile; bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur.

Türk Ceza Kanununun para cezalarının tahsil şekli ve hapse tahvili hakkındaki hükümleri mahfuzdur.”

25. 6183 sayılı Kanun’un 58. maddesinin birinci fıkrası ise şöyledir:

“Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 12/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/8/2013 tarih ve 2013/5949 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

27. Başvurucu, dava dosyası tekemmül etmeden İlk Derece Mahkemesinin karar verdiğini, birinci savunmaya verdiği cevap dilekçesinin davalı idareye tebliğinin yapılmadığını, davada yürütmenin durdurulması talebi hakkında karar verilmediğini, vergi ziyaı cezalı ihbarnamenin yeterli araştırma yapılmayarak ilanen tebliğ edildiğini, 1999 yılından beri aynı şirkette çalıştığını, çalıştığı yerden sorgulama yapılsa veya nüfus kayıtları araştırılsa idi adresine ulaşılabileceğini, bu nedenle ilanen yapılan tebligatın usulsüz olduğunu belirterek, Anayasa’nın 2., 11., ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş, tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Başvurucu, yaptığı bireysel başvuruda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi ile mahkeme erişim hakkının ihlal edildiğinden şikâyet etmektedir. Bu nedenle, başvurucunun şikâyetlerinin iki başlık halinde değerlendirilmesi gerekmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlali İddiası

29. Başvurucu, ödeme emrinin iptali istemiyle açtığı davada savunmaya cevap dilekçesinin davalı idareye tebliğ edilmemesi sonucu dava dosyasının tekemmül etmeksizin karar verilmiş olmasından şikâyet etmektedir.

30. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurunun bu kısmının silahların eşitliği çerçevesinde incelenmesi gerektiği, başvurucunun davalı idarenin savunmasına karşı sunduğu savunmaya cevap (2. dilekçe) dilekçesinin davalı idareye tebliğe çıkarılmadığı, 2. dilekçenin davalı idareye tebliğe çıkarılması durumunda idarenin vereceği 2. savunmaya başvurucunun cevap veremeyeceği, ancak davalı idarenin ikinci savunmasında başvurucunun cevaplandırmasını gerektiren hususların davanın görülmesi sırasında anlaşılması halinde davacıya cevap vermesi için derece mahkemesince bir süre verilebileceği hususlarının dikkate sunulması gerektiği ifade edilmiştir.

31. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup, bu hak adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 25).

32. Taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi, mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar arasında eşitliğin sağlanması ve bu dengenin yargılamanın her aşamasında korunmasını ifade etmekte olup, bu usuli güvence gereğince, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmalıdır (B.No. 2013/2116, 23/1/2014, § 18; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. De Haes ve Gijsels/Belçika, B. No. 19983/92, 24/02/1997, § 53).

33. Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda, mahkemece tarafların dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkanı verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ruiz-Mateos/İspanya, B. No.12952/87, 23/06/1993, § 63). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup, bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda, davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır. Çelişmeli yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor olması, medeni bir hakka ilişkin yargılamada tarafların duruşmada hazır bulunması da dahil olmak üzere, yargılamanın bütününe aktif olarak katılmalarını gerektirir (B. No. 2013/1780, 20/3/2014, § 25).

34. Anayasa Mahkemesinin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri bağlamında yapacağı inceleme, başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (B. No. 2013/2116, 23/1/2014, § 19).

35. 2577 sayılı Kanun’un 16. maddesinde, dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneğinin davalıya, davalının vereceği savunmanın davacıya, davacının ikinci dilekçesinin davalıya, davalının vereceği ikinci savunmanın da davacıya tebliğ edileceği belirtilmiş ve tarafların, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilecekleri düzenlenmiştir.

36. Başvuru konusu olayda, Ankara 2. Vergi Mahkemesinde açılan davada, davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesine cevap verme süresinin son günü başvurucu tarafından cevap dilekçesi verildiği, bu dilekçenin tebligata çıkarılmadığı ve dilekçenin verildiği gün davanın esası hakkında karar verildiği görülmektedir. Bunun yanında başvurucu, bireysel başvuru formunda, cevap dilekçesinin dava dosyasına girmeden dahi kararın verilmiş olabileceğini ifade etmiştir.

37. Diğer taraftan başvurucu, Ankara 2. Vergi Mahkemesince verilen karara karşı yaptığı itiraz başvurusunda ve itiraz başvurusunun reddine ilişkin karara karşı yaptığı karar düzeltme başvurusunda, davalı idare tarafından Ankara 2. Vergi Mahkemesine sunulan savunma dilekçesinde ileri sürülen hususlara yönelik olarak açıklama yapmış ve bu hususlara ilişkin karşı iddialarını sunma fırsatı bulmuştur.

38. Bu kapsamda başvurucunun yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakılmasının söz konusu olmadığı ve başvuruya konu yargılama sürecine bir bütün olarak bakıldığında, başvurucuya karşı tarafça ileri sürülen veya dava dosyasına intikal eden dava malzemesine ulaşma, bunları tetkik ile beyan ve itirazlarını ileri sürme imkânı verilerek yargılamaya aktif katılımının temin edildiği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak somut olayda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesine yönelik açık ve görünür bir ihlalin bulunmadığı anlaşılmaktadır.

39. Açıklanan nedenlerle, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali İddiası

40. Başvurucu, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş olup, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

41. Başvurucu, vergi ziyaı cezalı ihbarnamenin yeterli araştırma yapılmadan ilanen tebliğinin yapıldığını ve bu nedenle yapılan ilanen tebligatın usulsüz olduğunu belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

42. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun son adresinin tespit edilebilmesi maksadıyla adres araştırması yapılması halinde, uyuşmazlık konusu ödeme emri içeriği alacağa ilişkin ihbarnameden haberdar olabileceği ve vergi mahkemelerince ödeme emrine nazaran daha ayrıntılı inceleme yapılan vergi/ceza ihbarnamesini mahkeme önüne taşıyarak yargılama yapılmasını isteyebileceği hususlarının göz önünde bulundurulması gerektiği ifade edilmiştir.

43. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

44. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.

 Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.

Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”

45. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

46. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (E.2013/64, K.2013/142, K.T. 28/11/2013). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin 'Adil yargılanma hakkı' kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

47. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). AİHM, mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).

48. 6183 sayılı Kanun’un 1. maddesine göre kamu alacakları, Devlete ve diğer kamu tüzel kişilerine ait vergi, resim, harç, mahkeme masrafı, vergi cezası, para cezası, gecikme zammı ve gecikme faizi gibi alacaklardır. 6183 sayılı Kanun’un esası, vergiler başta olmak üzere kamu alacağını güvence altına almak ve ödenmediği takdirde kamu alacağını zora dayanarak, Devlet gücü ve memurları eliyle tahsil etmektir (B. No: 2013/2420, 14/1/2014, § 27).

49. Kamu alacağını ödemekle yükümlü olan borçlunun, bu alacak ile ilgili ödeme emri çıkartılması aşamasına gelmeden alacağın esasına ilişkin yargı mercilerine başvurma hakkı bulunmaktadır. Özel kanununda hüküm bulunan hâllerde ödeme vadesinde, yoksa 6183 sayılı Kanun’un 37. maddesine göre tebliğden itibaren bir aylık süre içinde yargı yerlerine başvurarak kamu alacağının esası dava konusu edilebilecektir. Kamu alacağı esasının dava konusu edilmemesi veya dava konusu edilmesine rağmen alacakta hukuki sakatlık bulunmadığına karar verilmesi durumunda alacak kesinleşmiş olacak ve tahsili için ödeme emri düzenlenecektir. 6183 sayılı Kanun’un 58. maddesinin birinci fıkrasına göre bu aşamada ödeme emrine itiraz hâlinde mahkeme davayı sırf tahsile ilişkin olarak, böyle bir borcun olmadığı, borcun kısmen ödendiği ve borcun zamanaşımına uğradığı nedenleriyle sınırlı olarak inceleyebilecektir (B. No: 2013/2420, 14/1/2014, § 28).

50. Başvuru konusu olayda, başvurucu, ödeme emrine karşı açtığı davada ve dava hakkında verilen karar üzerine yaptığı itiraz ve karar düzeltme taleplerinde, ihbarnamenin posta yoluyla usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği ve kamu alacağının usulüne uygun kesinleşmediği hususlarını ileri sürmüştür. Ankara 2. Vergi Mahkemesi ise ödeme emrinin dayanağını teşkil eden ihbarnamenin posta yoluyla tebliğinin 13/10/2006 tarihinde başvurucunun bilinen adresinde tanınmadığı için yapılamadığı, bu durumun ilgili mahalle muhtarının beyanıyla birlikte tutanak altına alındığı, posta yoluyla tebligat yapılamadığı için ilanen tebligat yapma yoluna gidildiği ve sonuç olarak kamu alacağının usulüne uygun kesinleştiği gerekçesiyle ödeme emrine karşı açılan davayı reddetmiş, karara karşı yapılan itiraz ve karar düzeltme talepleri de Ankara Bölge İdare Mahkemesince reddedilerek, karar kesinleşmiştir.

51. Görüldüğü üzere Derece Mahkemeleri, başvurucu tarafından ihbarnameye konu olan dairenin satın alınması sırasında doldurulan bilgi formunda ve daha sonra dairenin satışı sırasında düzenlenen resmi senette beyan edilen başvurucunun ev adresinin 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 101. maddesi çerçevesinde bilinen adres olduğu gerekçesiyle bu adrese yapılamayan ihbarname tebliği için ilanen tebligat yoluna gidilmesinde hukuka aykırılık bulmamıştır.

52. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (E.2013/64, K.2013/142, K.T. 28/11/2013).

53. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).

54. AİHM, Sözleşme sisteminin, bazı durumlarda, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşme’nin 6. maddesiyle güvence altına alınan haklardan etkili olarak yararlanılmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almasını gerektirdiğini (Vaudelle/Fransa, B. No: 35683/97, 3/1/2001 §52), bunun her şeyden önce hakkında dava açılan kişinin durumdan haberdar edilmesini gerektirdiğini ifade etmektedir (Dilipak ve Karakaya/Türkiye, B. No:7942/05 ve 24838/05, 4/3/2014 §77).

55. 213 sayılı Kanun 100. Maddesinde, bilinen adrese gönderilen mektupların muhatabına teslim edildiği tarihte tebliğ edilmiş sayılacağını belirtmiş, 101. maddesinde ise sayma yoluyla bilinen adreslerin neler olduğunu kural altına almıştır. Bu maddeye göre mükellef tarafından işe başlamada bildirilen adreslerin, adres değişikliğinde bildirilen adreslerin, işi bırakmada bildirilen adreslerin, vergi beyannamelerinde bildirilen adreslerin, yoklama fişinde tespit edilen adreslerin, vergi mahkemesinde dava açma dilekçelerinde ve cevaplarında gösterilen adreslerin, yetkili memurlar tarafından bir tutanakla tespit edilen adreslerin, bina ve arazi vergilerinde komisyonlarca tahrir varakalarında tespit edilen adreslerin bilinen adresler olarak sayıldığı görülmektedir.

56. Aynı Kanun’un 103. maddesinde ise muhatabın adresi hiç bilinmediği, muhatabın bilinen adresi yanlış veya değişmiş olduğu ve bu yüzden gönderilmiş olan mektup geri geldiği, başkaca sebeplerden dolayı posta ile tebliğ yapılmasına imkân bulunmadığı ve yabancı memleketlerde bulunanlara tebliğ yapılamadığı durumlarda ilan yoluyla tebliğin yapılacağı belirtilmiştir.

57. Başvuru konusu olayda ise vergi ceza ihbarnamesinin 213 sayılı Kanun’un 101. maddesinde sayılan ve “bilinen adres” olarak nitelendirilen adreslerin dışında bir adrese posta yoluyla tebliğ edilmeye çalışıldığı, ancak adreste başvurucunun tanınmadığından bahisle ilanen tebliğ yoluna gidildiği, başvurucunun ilanen tebliğden haberdar olamaması ve buna bağlı olarak dava açamaması üzerine alacağın kesinleştiği gerekçesiyle ödeme emrinin düzenlendiği ve başvurucu tarafından ödeme emrine karşı açılan davada tebligatın usulüne uygun olarak yapıldığı tespitine yer verildiği görülmektedir.

58. Bu durumda, vergi dairesinin 213 sayılı Kanun’da sayılan bilinen adresler dışında bir adrese gönderdiği ihbarnamenin tebliğinin yapılamamış olması nedeniyle ilanen tebliğ yolunu kullandığı, başvurucunun adresinin araştırılması için çalışma yaptığı konusunda bir verinin dava dosyası kapsamında bulunmadığı ve bu sebeple başvurucunun güncel adresine ulaşmada yeterli özeni göstermediği anlaşılmakla, başvurucunun ihbarnameye karşı dava açma hakkını kullanmasının engellenmesi ve bu sebeple ihbarnameye konu kamu alacağının kesinleşmesi sonrasında düzenlenen ödeme emrine karşı sınırlı bir itiraz hakkı bulunması nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği anlaşılmaktadır.

59. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

60. Başvurucu, anayasal haklarının ihlal edildiğini belirterek ve ihlalin ortadan kaldırılması yönünde karar verilmesini talep etmektedir.

61. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

62. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olduğundan, tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

63. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği şikâyetinin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın Ankara 2. Vergi Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

C. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

D. 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

12/3/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ ELUYĞUN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/6102)

 

Karar Tarihi: 14/4/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Ali Feyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Alparslan ALTAN

Raportör

:

Yakup MACİT

Basvurucu

:

Ali ELUYĞUN

Vekili

:

Av. Yılmaz KIYAK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, iş mahkemesine açılan alacak davasında temyiz talebinin karar düzeltme niteliğinde olduğu kabul edilerek reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 23/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 24/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 3/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 11/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucuya ait sürücüsü N.E. olan araç, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) sigortalısı S.B.nin kullandığı araç ile çarpışmış; kazada S.B. vefat etmiştir.

9. SGK, müteveffa sigortalının hak sahiplerine Kurumun 27.011,03 TL peşin değerli aylık bağladığını, Kanun gereği Kurumun yapılan yardımların peşin değeri için üçüncü kişilere rücu edebileceğini belirterek yardıma konu miktarın peşin değerinin tahsili amacıyla Kırıkkale İş Mahkemesinde E.2009/227 sayılı dosyasında tazminat davası açmıştır.

10. Mahkeme, dava dilekçesi ve duruşma gününün tebliği için "S...tepe Mah. 61. Sokak... Etlik/Ankara" adresine tebligat çıkarmış; muhatabın tanınmadığı ve muhtarlık kaydının bulunmadığı gerekçesiyle evrak tebliğ edilmeden iade edilmiştir.

11. Mahkeme 5/5/2009 ve 30/6/2009 tarihli celselerde başvurucunun adresinin tespiti için Nüfus Müdürlüğüne yazı yazılmasına ilişkin ara karar vermişse de celse arası davacı SGK vekilinin dilekçe ekinde sunduğu nüfus kaydındaki yerleşim yeri adresi olan "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresine tebligat çıkarmış, tebligatın "muhatabın adresten taşındığı" belirtilerek 13/8/2009 tarihinde bilâ ikmal iadesi üzerine 20/10/2009 tarihli celsede 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 35. maddesi gereği tebligat çıkarılmasına karar verilmiş; 15/12/2009 tarihli duruşma gününü bildirir davetiye 6/11/2009 tarihinde aynı adreste başvurucuya tebliğ edilmiştir.

12. Mahkeme 15/12/2009 tarihli ve E.2009/227, K.2009/934 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir.

13. Mahkemenin gerekçeli kararı başvurucuya, 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresinde tebliğ edilmiştir.

14. Karar, diğer davalı N.E. tarafından temyiz edilmiş; duruşmalı yapılan temyiz incelemesi için başvurucu adına anılan adrese davetiye çıkarılmış; tebligat evrakı, "muhatabın nakil almadan taşındığı, adreste bulunan evin yıkıldığı" belirtilerek 11/10/2010 tarihinde iade edilmiştir. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 19/10/2010 tarihli ve E.2010/2829, K.2010/13933 sayılı ilamı ile başvurucunun yokluğunda hükmü bozmuştur.

15. Bozma üzerine dosya, Mahkemenin E.2010/1173 sırasına kaydedilmiş; başvurucu adına bozma ilamı ve duruşma gününü bildirir davetiye yine aynı adrese tebliğe çıkarılmış, tebligat evrakı "gösterilen adrestekibinanın yıkıldığı ve muhatabın nakil almadan taşındığı" belirtilerek 30/12/2010 tarihinde iade edilmiştir.

16. 3/5/2011 tarihli duruşma gününü bildirir davetiye "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresinde 7201 sayılı Kanun'un 35. madde hükmüne göre 4/4/2011 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

17. Mahkeme 3/5/2011 tarihli ve E.2010/1173, K.2011/466 sayılı kararı ile diğer davalı N.E. açısından davanın reddinekarar vermiştir.

18. Gerekçeli karar, başvurucuya aynı adreste 7201 sayılı Kanun'un 35. madde hükmüne göre 8/8//2011 tarihine tebliğ edilmiştir.

19. Davacı SGK'nın temyizi üzere karar, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 13/12/2011 tarihli ve E.2011/13814, K.2011/17949 sayılı ilamı ile bozulmuştur.

20. Bozma üzerine dosya, Mahkemenin E.2012/89 sırasına kaydedilmiş; bozma ilamı ve duruşma gününü içerir davetiye yine "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresine tebliğe çıkarılmış, tebligat evrakı "adı geçen mahallede sokak ve adres numarasının bulunmadığı adresin yanlış olduğu, muhatabın ismen tanınmadığı muhtar kaydının olmadığı" belirtilerek 29/2/2012 tarihinde iade edilmiştir.

21. Yargıtay ilamı ve bilirkişi raporunu içeren 14/6/2012 tarihli duruşma gününü bildirir davetiyeaynı adreste 7201 sayılı Kanun'un 35. madde hükmüne göre 22/5/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

22. Mahkeme 14/6/2012 tarihli ve E.2012/89, K.2012/724 sayılı kararı ile başvurucu açısından davanın kabulüne, diğer davalı N.E. açısından davanın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"...

Mahkememiz kararı davalı N.E. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkememizkararı Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 2010/2829-13933 sayılı ve19.10.2010 tarihli bozma kararıyla ".....devletin vatandaşları karşısındaki sosyal ve ekonomik yükümlülüklerini yerine getirmek amacı ile oluşturduğu yeni yasal düzenlemelerin, sosyal güvenlik yasalarıyla sağlanan yardımlardan yararlanmayı kolaylaştırması, bu politikalar gereğince oluşan kurum giderlerinin, kusurlu eylem tarihi itibariyle kurum zararına yol açmamış olan kişilere rücu edilmesi, hukuk devletinin temel unsurlarından olan hukuki güvenlik ilkesini ve hukuksal kurulların öngörülebilirliği gereğine ilişkin ilkenin ihlaline yol açacağı... Sonradan yürürlüğe giren yasa uyarınca oluşan durum nedeni ile davalının tazmin sorumluluğu yoluna gidilmesine olanak bulunmadığından, davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü yönünde hüküm kurulmasının usul ve yasaya uygun olmadığı..."gerekçesi ilebozulmuştur.

Mahkemeceusul ve yasaya uygun bulunan yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verilerek mahkememizin2010/1173 esas 2011/466 karar03.05.2011 tarihli kararı ileaçılan davanın davalı NöbediEraslan yönünden reddine kararı verilmiştir.

Mahkememiz kararı bu defa davacı vekili tarafındantemyiz edilmiştir.

Yargıtay 10. Hukuk dairesi 2011/13814 esas-17949 karar sayılı13.12.2011 tarihli kararı ile "...Dava, 23.08.1998 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu vefat eden Bağ-kur sigortalısının hak sahiplerine davacı Kurumca bağlanan aylığın ilk peşin değerinin; davalı N.E.’den kusurlu sürücü olarak, diğer davalı Ali Eluygundan ise kazaya karışan bu aracın işleteni sıfatıyla rücuan tahsili istemine ilişkin olup, ilk hükmün Dairemizce bozulmasından sonra verilen kararda davalılardan N.E. hakkında karar verildiği, diğer davalı hakkında karar verilmediği anlaşılmıştır.

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesinde “Hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir” hükmüyer almaktadır. Mahkemece verilen ilk hükmün bozulmakla ortadan kalktığı ve infazı kabil bir hüküm içermediği yönü ve hükmü temyiz etmeyen davalı nedeniyle kurum yararına oluşan usulü kazanılmış hak durumu da gözetilerek, anılan maddede belirtilen unsurları içeren, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösterir, infazda tereddüde yol açmayacak bir hüküm oluşturulması yasal gereğine uyulmayıp, davalı Ali Eluygun hakkında hüküm kurulmamış olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..." gerekçesi ile bozulmuştur.

Mahkememiz kararı mahkememizce bozma kararı usul ve yasaya uygun bulunmakla tekrar uyma kararı verilmiştir. Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda hükmü temyiz etmeyen davalı nedeniyle davacı kurum yararına oluşan usulu kazanılmış hak durumuda gözetilerek aşağıda ki şekildekarar vermek gerekmiştir.

H Ü K Ü M: Yukarıda izah olunan nedelerle;

1- Açılan davanın davalı N.E. yönünden REDDİNE,

Davalı N.E. yargılamada kendini vekil ile temsil ettirdiğinden reddedilen miktarüzerinden tayin ve takdir olunan 3.221,21.TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya ödenmesine,

2- Davacının, diğer davalı Ali Eluygun yönünden davanın KABULÜ ile 27.011,03 TL alacağın tahsis onay tarihi olan 22/03/2008 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı Ali Eluygun'dan alınarak davacıya ödenmesine,

..."

23. Gerekçeli karar "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresinde 7201 sayılı Kanun'un 21. madde hükmüne göre 4/7//2012 tarihine başvurucuya tebliğ edilmiştir.

24. Davacı SGK'nın temyizi üzerine karar, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 2/10/2012 tarihli ve E.2012/16493, K.2012/17097 sayılı ilamı ile onanmıştır.

25. Davacı SGK, Kırıkkale 4. İcra Müdürlüğünün E.2013/1047 sayılı dosyasında başvurucu aleyhine ilamlı takip başlatmış; icra emri "S..tepe Mah. 1...3 sokak. Öz... Ap.. No: ./2. Keçiören/Ankara" adresinde 29/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

26. Başvurucu 24/4/2013 tarihli dilekçesinde, yargılama sırasında"S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresine çıkarılan tebligatların geçersiz olduğunu; 21/5/2012 tarihli tebligat şerhinde evin yıkıldığının belirtildiğini, buna rağmen 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine uygun olmayan bir usulle yıkılmış bir evin kapısına tebligat evrakının yapıştırılmasının mümkün olmadığını, Keçiören Belediye Başkanlığının yazısından açıkça anlaşılacağı üzere evin 19/11/2009 tarihinde yıkıldığını, karara esas olan 21/5/2012 tarihli tebligatın geçerli olmaması nedeniyle temyiz süresini elinde olmayan sebeplerle kaçırdığını, Nüfus Müdürlüğü yazısından adresinin "S..tepe Mah. 1...3 sokak. Öz... Ap.. No: ./2. Keçiören/Ankara" olduğunun anlaşıldığını belirterek eski hâle getirme talebiyle kararı temyiz etmiştir.

27. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, başvurucunun dilekçesini karar düzeltme istemi niteliğinde değerlendirerek 18/6/2013 tarihli ve E.2013/11277, K.2013/13781 sayılı ilamı iletalebi reddetmiştir. İlamın ilgili kısmı şöyledir:

"...

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 8. maddesinin son fıkrası hükmüne göre İş Mahkemelerinden verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna başvurulmaz. Bu bakımdan, davalı Ali Eluygun'un karar düzeltme isteği niteliğini taşıyan başvurusunun reddi gerekir.

SONUÇ: Yukarıda yazılı sebepten ötürü karar düzeltme talebinin REDDİNE, 18/6/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi."

28. Ret kararı, 19/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 13/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

B. İlgili Hukuk

29. 7201 sayılı Kanun'un 21. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir ve memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.

Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.

..."

30. 7201 sayılı Kanun'un 32. maddesi şöyledir:

"Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır.

Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur."

31. 7201 sayılı Kanun'un 11/1/2011 tarihli ve 6099 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki 35. maddesi şöyledir:

"Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.

Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve yeni adres tebliğ memurunca da tespit edilemediği takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi, tebliğ tarihi sayılır.

Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.

Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, taraflar arasında yapılan, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde hükümleri uygulanır."

32. 7201 sayılı Kanun'un yürürlükte olan 35. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.

Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.

Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.

..."

33. 25/1/2012 tarihli ve 28184 sayılıResmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girenTebligat Kanunu'nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in (Yönetmelik) 30. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine meşruhat verilerek çıkarılan tebligatlar hariç olmak üzere, muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek olanlardan hiçbiri gösterilen adreste sürekli olarak bulunmazsa, tebliğ memurunun, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti veya meclisi üyeleri, kolluk amir ve memurlarından araştırarak beyanlarını tebliğ mazbatasına yazıp imzalatması, imzadan çekinmeleri halinde bu durumu yazarak imzalaması gerekir."

34. Yönetmelik'in 53. maddesi şöyledir:

"(1) Tebliğ, usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliği öğrenmiş ise geçerlidir. Aksi takdirde tebligat yapılmamış sayılır. Muhatap, her ne şekilde olursa olsun tebliğ evrakını veya davetiyeyi alırsa ya da bunların içeriğini öğrenirse tebliği öğrenmiş sayılır.

(2) Muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi olarak kabul edilir.

(3) Tebliğin usulüne aykırı yapılmış olması halinde, muhatabın tebliği öğrendiğinin ve bunun tarihinin iddia ve ispatı mümkün değildir."

35. 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı mülga Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu'nun 63. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Üçüncü bir kimsenin suç sayılır hareketi ile bu Kanunda sayılan yardımların yapılmasını gerektiren bir halin doğmasında, Kurum, sigortalı veya hak sahiplerine gerekli bütün yardımları yapar.

Ancak, Kurum, yapılan bu yardımların ilk peşin değeri için üçüncü kişilere, istihdam edenlere, (...) ve diğer sorumlulara rücu eder. Bu kimselerin hak sahiplerine yaptıkları ödemeler dolayısıyla Kurumun zarara uğraması halinde, hak sahiplerine rücu hakkı saklıdır."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Mahkemenin 14/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu 23/8/1998 tarihinde meydana gelen trafik kazasına karışan 06 M. 3. plakalı aracın işleteni olduğunu, kazaya karışan diğer araç sürücüsünün vefatı üzerineSGK'nın ölenin yakınlarına bağladığı aylığın ilk peşin değerinin tahsili için dava açtığını, Mahkemenin davayı kendisi açısından kabul ederken diğer davalı sürücü açısından reddettiğini, yargılama sırasında kendisine yapılan tebligatların geçersiz olduğunu, davadan haberinin olmadığını, tebligatların yapıldığı adreste bulunan binanın 19/11/2009 tarihinde yıkıldığını, bu adrese gönderilen 28/2/2012 tarihli tebliğ mazbatasında belirtilen adresin var olmadığı ve kendisinin adresten taşındığı bildirilmesine rağmen sonraki aşamada 21/5/2012 tarihinde aynı adrese 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre tebligat yapılarak kararın kesinleştirildiğini, bu nedenle kesinleşme işleminin geçersiz olduğunu, icra emri ile birlikte davadan haberdar olduğunu ve eski hâle getirme talebiyle kararı temyiz ettiğini ancak Yargıtayın talebini karar düzeltme istemi niteliğinde gördüğünü ve reddettiğini, bu nedenle hak arama hürriyetinin zedelendiğini, bunun yanında kendisi ile aynı durumda olan araç sürücüsü hakkında davanın reddedilmesinin eşitlik ilkesine de aykırı olduğunu belirterek Anayasa'nın 10. ve 36. maddelerinde düzenlenen eşitlik ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; Yargıtay kararının iptali ile eski hâle getirme talebinin kabulüne karar verilmek suretiyle mağduriyetinin giderilmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

38. Başvurucu, yargılama sırasında kendisine yapılan tebligatların usulsüz olması nedeniyle davadan icra emrinin tebliği ile birlikte haberdar olduğunu belirterek temyiz süresinin kararı öğrendiğini beyan ettiği tarihten başlatılması gerektiğini ancak Yargıtayın, dilekçesini karar düzeltme istemi niteliğinde kabul ederek temyiz incelemesi yapmadığını belirtmiş; buna göre başvuru, mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.

39. Başvurucunun mahkemeye erişim hakkı bağlamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin başvurusunun açıkça dayanaktan yoksun olmaması ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmaması nedeniyle başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

40. Başvurucu, tebligatların usulsüz olması nedeniyle davadan haberinin olmadığını, icra emrinin tebliği ile birlikte durumu öğrendiğini ve kararı temyiz ettiğini ancak Yargıtayın, dilekçesini karar düzeltme talebi niteliğinde kabul ederek esasa yönelik iddialarını değerlendirmediğini belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

41. Bakanlık görüşünde başvurucuya yargılama sırasında yapılan tebliğ işlemlerinde hukuka aykırı bir durumun bulunup bulunmadığı, başvurucunun duruşmalara katılımının sağlanıp sağlanmadığı, bu kapsamda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edilip edilmediği hususundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu belirtilmiştir.

42. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında önceki iddialarını yinelemiştir.

43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

44. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

45. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

46. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).

47. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).

48. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlamaların; hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34; Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).

49. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40).

50. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93,22095/93; 22/10/1996, § 51).

51. Bunun yanında bir mahkemeye başvuru hakkının yasal birtakım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).

52. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması, derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır (Kemal İnan, B. No: 2013/1524, 6/10/2015, § 49).

53. Başvurucu; yargılama safahatında kendisine yapılan tebligatların usulsüz olduğunu, karardan icra emrinin tebliği ile birlikte haberdar olduğunu ve hemen temyiz ettiğini, ancak Yargıtayın dilekçesini karar düzeltme istemi niteliğinde kabul ettiğini, tebligatların usulsüz olup olmadığı ve bu çerçevede temyiz hakkının bulunup bulunmadığı hususlarındaki iddialarının Yargıtay ilamında cevaplandırılmayarak temyiz hakknın elinden alındığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

54. Somut olayda SGK tarafından açılan rücuen alacak davasında Mahkemenin, başvurucuya yapılan tebligatların usulüne uygun olduğunu kabul ederek başvurucunun yokluğunda davanının kabulüne karar verdiği, kararın Yargıtay tarafından onandığı, başvurucunun usulsüz tebligat nedeniyle kararı temyiz ettiği; Yargıtayın, talebi karar düzeltme istemi niteliğinde değerlendirerek reddettiği anlaşılmıştır.

55. 7201 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte olan 35. maddesinin birinci ve ikinci fıkrasında kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimsenin, adresini değiştirmesi hâlinde yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecbur olduğu, bu durumda bundan sonraki tebliğlerin bildirilen yeni adrese yapılacağı, adresini değiştiren kimsenin yenisini bildirmediği ve yeni adresinin tebliğ memurunca da tespit edilemediği takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshasının eski adrese ait binanın kapısına asılacağı ve asılma tarihinin tebliğ tarihi sayılacağı belirtilmiş, aynı maddenin dördüncü fıkrasında daha önce tebligat yapılmamış olsa bile taraflar arasında yapılan, imzası resmî merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.

56. 7201 sayılı Kanun'un 21. maddesinin birinci fıkrasında kendisine tebligat yapılacak kimse veya Kanun'un diğer hükümlerine göre tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbirinin gösterilen adreste bulunmaması veya tebellüğden imtina etmesi hâlinde tebliğ memurunun tebliğ olunacak evrakı o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir ve memurlarına imza mukabilinde teslim edeceği ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber adreste bulunmama hâlinde tebliğ olunacak şahsa keyfîyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirileceği İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarihin tebliğ tarihi sayılacağı belirtilmiştir.

57. Yönetmelik'in 30. maddesinin birinci fıkrasında ise adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine meşruhat verilerek çıkarılan tebligatlar hariç olmak üzere muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek olanlardan hiçbiri gösterilen adreste sürekli olarak bulunmazsa tebliğ memurunun adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti veya ihtiyar meclisi üyeleri, kolluk amir ve memurlarından birini araştırarak beyanlarını tebliğ mazbatasına yazıp imzalatması, bu kişilerin imzadan çekinmeleri hâlinde de bu durumu yazarak imzalaması gerektiği hususu düzenlenmiştir.

58. Somut olayda Kırıkkkale İş Mahkemesine açılan alacak davasında Mahkemenin, davalı sıfatıyla başvurucuya dava dilekçesi ve duruşma gününün tebliği için "S...tepe Mah. 61. Sokak... Etlik/Ankara" adresine tebligat çıkardığı, muhatabın tanınmadığı ve muhtarlık kaydının bulunmadığı gerekçesiyle evrakın tebliğ edilmeden Mahkemeye iade edildiği, davacı SGK vekilinin dilekçe ekinde sunduğu nüfus kaydındaki yerleşim yeri adresi olan "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara"adresine çıkarılan tebligatın "muhatabın adresten taşındığı" belirtilerek 13/8/2009 tarihinde bilâ ikmal iadesi üzerine 20/10/2009 tarihli celsede 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesi gereği aynı adrese tebligat çıkarılmasına karar verilerek dava dilekçesini içeren 15/12/2009 tarihli duruşma gününü bildirir davetiyenin 6/11/2009 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği anlaşılmıştır.

59. Yargılamanın bundan sonraki aşamasında tebligatların "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresinde 7201 sayılı Kanun'un 35. maddesine göre başvurucuya tebliğ edildiği; 13/8/2009, 11/10/2010, 30/12/2010, 29/2/2012 tarihlerinde iade edilen tebligatlarda ise "muhatabın adresten taşındığı", "muhatabın nakil almadan taşındığı, adreste bulunan evin yıkıldığı", "gösterilen adrestekibinanın yıkıldığı ve muhatabın nakil almadan taşındığı", "adı geçen mahallede sokak ve adres numarasının bulunmadığı adresin yanlış olduğu, muhatabın ismen tanınmadığı muhtar kaydının olmadığı" şerhlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır.

60. Başvurucuya en son gerekçeli kararın "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresinde 7201 sayılı Kanun'un 21. madde hükmüne göre 4/7//2012 tarihine tebliğ edildiği, tebligat tutanağına “Tebligat adresine gidildi. Adresinin sürekli kapalı olması ve tebliğ imkansızlığı nedeniyle Tebligat Kanunu'nun 21. maddesi gereği bağlı bulunduğu mahalle muhtarı İ.U.' ya teslim edilerek 2 no'lu form kapısına yapıştırıldı. Komşusu Ş.Ç.'ye haber verildi." şerhi verilerek 2/7/2012 günlü şerh altının tebliğ memuru tarafından imzalandığı anlaşılmıştır.

61. 7201 sayılı Kanun'un 21. maddesine göre yapılacak tebligatlara ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun verdiği bir kararda, muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek olandan hiçbirinin gösterilen adreste bulunmaması hâlinde tebliğ memurunun adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar kurulu ve meclisi üyeleri, zabıta amiri ve memurlarından tahkik ederek beyanlarını tebliğ tutanağına yazıp altını imzalatması, imzadan çekilmeleri hâlinde de bu durumu yazarak kendisinin imzalaması gerekeceği, tebliğ işleminin geçerliliğinin posta memurunun yapacağı tahkikata göre muhatabın bu adreste bulunduğunun tespitine ve bu işlemi tebligat parçasına yazarak maddede belirtilen kişilere imzalatmasına bağlı olduğu, 7201 sayılı Kanun'un 21. maddesine göre yapılan tebligatlarda tebliğ tarihinin iki numaralı fişin (ihbarnamenin) kapıya yapıştırıldığı tarih olduğu, tebliğ tarihinin bu şekilde belirlenmesi ve geçerli sayılabilmesinin posta memurunun araştırma yapması ve muhatabın o anda adreste olmamakla birlikte tevziat saatlerinden sonra geldiğinin tevsik edilmesine bağlı olduğu, açıklanan durumu beyan eden ilgililerin imzadan çekinmesi hâlinde posta memurunun çekinme nedeniyle araştırma sonucunu kendisi imzalamakla yetineceği belirtilmiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12/12/2007 tarihli ve E.2007/12-976, K.2007/973 sayılı ilamı).

62. Bunun yanında 7201 sayılı Kanun'un 32. maddesinde tebligatın usulüne aykırı yapılmış olması hâlinde muhatap tebliğe muttali olmuş ise tebligatın geçerli sayılacağı, muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği hususu düzenlenmiştir.

63. Yine Yönetmelik'in 53. maddesinde tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile muhatabın tebliği öğrenmesi hâlinde geçerli olacağı, aksi takdirde tebligatın yapılmamış sayılacağı, muhatabın her ne şekilde olursa olsun tebliğ evrakını veya davetiyeyi alması ya da bunların içeriğini öğrenmesi hâlinde tebliği öğrenmiş sayılacağı, muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği, tebliğin usulüne aykırı yapılmış olması hâlinde muhatabın tebliği öğrendiğinin ve bunun tarihinin iddia ve ispatının mümkün olmadığı belirtilmiştir.

64. Usulsüz tebligat ile ilgili Yargıtayın verdiği kararlarda 7201 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca muhatabın usulsüz tebliği öğrendiği tarih olarak bildirdiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabulü gerekeceği ve temyiz süresinin buna göre değerlendirileceğini belirtmiştir (Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 6/6/2006 tarihli ve E.2006/1080, K.2006/6071 sayılı ilamı, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 12/7/2011 tarihli ve E.2011/16738, K.2011/15736 sayılı ilamı).

65. Başvurucunun 24/4/2013 tarihli temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü temel iddiaların usulsüz tebligat nedeniyle 7201 sayılı Kanun'un 32. maddesine göre karardan haberdar olduğunu öğrendiği tarihe göre temyiz süresinin başlatılarak temyiz talebinin esastan incelenmesi gerektiği hususlarına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

66. Başvurucunun dilekçesinde tebligatların usulsüzlüğü iddiaları çerçevesinde dile getirdiği yargılama safahatında daha önce "S..tepe Mah. 1... Sokak... Keçiören/Ankara" adresine çıkarılan tebligat şerhlerinde adresin yanlış olduğu, adresteki evin yıkıldığı, muhatabın adresten taşındığı, ismen tanınmadığı, muhtarlık kaydının olmadığı hususları belirtilirken aynı adreste 7201 sayılı Kanun'un 21. madde hükmüne göre 4/7//2012 tarihinde “Tebligat adresine gidildi. Adresinin sürekli kapalı olması ve tebliğ imkansızlığı nedeniyle Tebligat Kanunu'nun 21. maddesi gereği bağlı bulunduğu mahalle muhtarı İ.U.'ya teslim edilerek 2 no'lu form kapısına yapıştırıldı. Komşusu Ş.Ç.'ye haber verildi." şerhi verilerek gerekçeli kararın tebliğ edilmesi karşısında yukarıda belirtilen mevzuat ve Yargıtay kararlarına göre tebligatın geçerli olup olmadığı, yine 7201 sayılı Kanun'un 32. maddesine göre başvurucunun kararı öğrendiğini beyan ettiği tarihe göre temyiz talebinin süresinde olup olmadığına ilişkin ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren iddiaların Yargıtay kararında değerlendirilmeden dilekçenin karar düzeltme talebi niteliğinde olduğu kabul edilerek iş mahkemelerinden verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna başvurulamayacağına dair yapılan yorumun, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri bağlamında öngörülebilirlik sınırları içinde olmadığı ve başvurucunun mahkemeye ulaşmasını aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren nitelikte olduğu; bu açıdan başvurucunun mahkemeye erişim hakkının zedelendiği sonucuna ulaşılmıştır.

67. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkınınihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

68. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

69. Başvurucu, anayasal haklarının ihlal edildiğini belirterek ihlalin tespiti ile temyiz talebinin esastan değerlendirilmesini talep etmektedir.

70. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, adil yargılanma hakkının unsurlarından olan mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmesinden kaynaklandığından ve ihlalin yeniden yargılama yapılarak ortadan kaldırılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeyegönderilmesine karar verilmesi gerekir.

71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 harç ve 1.800,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Kırıkkale İş Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

14/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.