TAM YARGI DAVASI AÇMA SÜRESİNİN TESPİTİNDE EYLEMİN İDARİLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMEMESİ

TAM YARGI DAVASI AÇMA SÜRESİNİN TESPİTİNDE EYLEMİN İDARİLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMEMESİ

Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmeleri durumunda, mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır.

İdari yargı makamlarınca, özellikle idarenin kusuru veya ihmalinin bulunduğu durumlarda, şikâyet edilen eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıkış anının yahut  bu zararların ancak ceza yargılamasını sonuçlandıran nihai kararın kesinleştiği tarihte gerçekleşebileceğinin tartışılmamış olması, öngörülebilir olmayan bir yoruma neden olarak davanın esasının incelenmemesi sonucunu doğurabilir.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EMRE ÇALIKOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/4686)

 

Karar Tarihi: 4/11/2015

R.G. Tarih ve Sayı: 29/12/2015-29577

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Recep ÜNAL

Başvurucu

:

Emre ÇALIKOĞLU

Vekili

:

Av. Ceyhun GÖKDOĞAN

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, işkence yapıldığı mahkeme kararı ile sabit olduğu hâlde failler tespit edilemediğinden işkence suçunun cezasız kalması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının, bu kapsamda ortaya çıkan manevi zararların tazmini için açılan davanın reddedilmesi nedenliyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru, 10/6/2013 tarihinde İstanbul 20. Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
  5. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
  6. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
  7. Başvuru konusu olay ve olgular 5/6/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 10/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
  8. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 26/8/2015 tarihinde bildirilmiş; başvurucu, süresi içinde Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmuştur.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

  1. Olaylar
  2. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
  3. Ceza Soruşturması
  4. Başvurucu 12/11/1999 tarihinde, kamuoyunda “Adnan Hocacılar” adıyla bilinen gruba yönelik yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınmıştır. Başvurucu, bu süre zarfında kendisine bir kısım kolluk görevlileri tarafından fiziksel işkence uygulandığını iddia etmiştir.
  5. Başvurucunun anılan fiiller nedeniyle şikâyeti üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda ilgili kolluk görevlileri hakkında, “efrada suimuamele” suçunu işledikleri iddiası ile 22/9/2004 tarihli ve E.2004/21585 sayılı iddianame ile İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
  6. Yargılama sonucunda İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/12/2005 tarihli ve E.2004/367, K.2005/517 sayılı kararı ile sanıkların delil yetersizliği nedeniyle beraatlarına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

“...

İddia, sanıkların aşamalardaki birbirleri ile uyumlu anlatımları, tanık beyanları, tutanaklar, adli rapor formları ve adli tıp şube müdürlüğü raporları ve tüm dosya içeriğine göre; katılan Emre Çalıkoğlu’nun suç tarihinde cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak suçundan yapılan bir soruşturma nedeni ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şubesinde gözaltına alındığı ve bu süre içinde katılana fiziki işkence yapıldığı anlaşılmakta ise de; bunun yargılanan sanıklar tarafından yapıldığını gösterir somut kanıtlara ulaşılamadığı ve şüphe halinden sanıkların yararlanması gerektiği ciheti ile tüm sanıkların bera(a)tlerine karar verilmesi gerektiği sonuç ve vicdani kanaatine varılmıştır.

...”

  1. Temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 9/5/2007 tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesinin beraat kararı onanmıştır.
  2. Tazminat Davası
  3. Başvurucu, 7/10/2011 tarihinde ilgili idareye başvuruda bulunarak maruz kaldığı işkence nedeniyle uğradığı zararların tazminini talep etmiştir.
  4. Tazmin talebine olumsuz cevap verilmesi üzerine başvurucu, maruz kaldığı işkence fiili nedeniyle İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesinde idare aleyhine 22/11/2011 tarihinde manevi tazminat davası açmıştır.
  5. Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararı ile 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası (birinci cümlenin Anayasa’ya aykırı olduğu, ikinci ve üçüncü cümlelerin ise uygulama olanağının kalmadığı gerekçeleriyle) iptal edilmiştir.
  6. Anılan Anayasa Mahkemesi kararı üzerine, İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11/7/2012 tarihli ve E.2011/386, K.2012/359 sayılı kararı ile “yargı yolunun caiz olmadığı”gerekçesiyle başvurucunun davası reddedilmiştir.
  7. Başvurucu, maruz kaldığı işkence olayına ilişkin olarak İstanbul 3. İdare Mahkemesinde 27/7/2012 tarihinde yeniden tazminat (tam yargı) davası açmıştır.
  8. İstanbul 3. İdare Mahkemesi Hâkimliğinin 10/8/2012 tarihli ve E.2012/1327, K.2012/1520 sayılı kararı ile başvurucunun davasının, “2577 sayılı Kanun’un 14/3-e ve 15/1-b maddeleri uyarınca süre aşımı nedeniyle” reddine karar verilmiştir.
  9. Başvurucu, İdare Mahkemesi Hâkimliği kararına karşı Bölge İdare Mahkemesine itiraz yoluna başvurarak kararın bozulmasını talep etmiştir.
  10. İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 27/12/2012 tarihli ve E.2012/30535, K.2012/22706 sayılı kararı ile başvurucunun itirazının, 19/4/2013 tarihli ve E.2013/5019, K.2013/6254 sayılı kararı ile de başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir.
  11. Karar düzeltme talebinin reddine dair karar, başvurucuya 9/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
  12. Başvurucu 10/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  13. İlgili Hukuk
  14. İlgili Mevzuat
  15. 6100 sayılı Kanun’un, Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararı ile iptal edilen 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklıdır.”

  1. 6100 sayılı Kanun’un “Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:

“(1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.

(2) Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir.”

  1. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Görevli olmayan yerlere başvurma” kenar başlıklı 9. maddesi şöyledir:

“1. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/2 md.) Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir.

  1. Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir.”
  2. 2577 sayılı Kanun’un “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“1. İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.

  1. Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.”
  2. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:

“…

  1. Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:

  1. e) Süre aşımı,

Yönlerinden sırasıyla incelenir.

  1. Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.

…”

  1. 2577 sayılı Kanun’un “İlk inceleme üzerine verilecek karar” kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:

“1. Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;

  1. b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,

Karar verilir.

…”

  1. İlgili Yargı Kararları
  2. Anayasa Mahkemesi Kararı
  3. Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararı şöyledir:

“…

İptali istenen kuralla, idari işlemler ve idari eylemler ile idarenin sorumlu tutulabildiği diğer durumlarda vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalarda asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğu öngörülmektedir.

Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, 'İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır'; 155. maddesinin birinci fıkrasında ise 'Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar' hükmü yer almaktadır.

Anayasa Mahkemesinin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa'da adlî ve idarî yargı ayrımına gidilmiş ve idarî uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idarî yargı, özel hukuk alanına giren konularda adlî yargı görevli olacaktır. Bu durumda idarî yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasakoyucunun mutlak bir takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idarî yargının denetimine bağlı olması gereken idarî bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde yasakoyucu tarafından adlî yargıya bırakılabilir.

Dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusu kapsama alınmakta ve bu tazminat davalarına bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmektedir. Buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlar kapsama alınmadığından, sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini davaları idari yargıda görülmeye devam edecek, bu durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idarî yargıda bir bölümünün adlî yargıda görülmesi yargılamanın bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşılabilecektir. Esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kavramları, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve kişilerin idare karşısında korunma kapsamını genişleten kavramlardır. İdare hukukunda, idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri, fedakârlığın denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesi mümkündür. Özel hukuk alanındaki kusursuz sorumluluk halleri ise belirli konular için düzenlenmiş olup sınırlıdır. İdarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği tartışmasız bulunan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlara ilişkin davaların idarî yargı yerlerinde görülmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi aynı idari eylem, işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden olduğu söylenemez.

Öte yandan, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 43. maddesine göre, Mahkemenin, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya aykırılığı hususunda ileri sürülen gerekçelere dayanma zorunluluğu yoktur. Mahkeme, taleple bağlı kalmak şartıyla başka gerekçeyle de Anayasaya aykırılık kararı verebilir. Bu nedenle iptali istenen kural Anayasa'nın 157. maddesi yönünden de incelenmiştir. Anayasa'nın 157. maddesinin birinci fıkrasında, 'Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.' hükmü yer almaktadır. Anayasa'nın 157. maddesi gereğince asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar, adli yargının değil; askeri idari yargının yani Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görev alanına girmektedir. İptal konusu kural ile, vücut bütünlüğünün kısmen ya da tamamen yitirilmesine yol açan eylem veya işlem, bir askeri hizmete ilişkin olsa ve bir asker kişiyi ilgilendirse bile, bundan kaynaklanan uyuşmazlıklar asliye hukuk mahkemesinin görev alanı kapsamına alınmaktadır. Asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların kanunla adli yargının görev alanına sokulması Anayasa'nın 157. maddesine de aykırılık oluşturur.

Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural, Anayasa'nın 125., 155. ve 157. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

B- İptal Sonucu Yasa'nın Diğer Hükümlerinin Uygulama Olanağını Yitirip Yitirmediği Sorunu

6100 sayılı Kanun'un 3. maddesinin birinci cümlesinin iptal edilmesi sonucu kalan bölümünün uygulama kabiliyeti kalmadığından, 6216 sayılı Kanun'un 43. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca 3. maddenin kalan bölümünün de iptali gerekir.

…”

  1. Danıştay Kararları
  2. Danıştay Onuncu Dairesinin 5/5/2008 tarihli ve E.2006/4068, K.2008/3140 sayılı içtihadı şöyledir:

“…

Dava, davacının adam öldürmeye azmettirmekten ötürü tutuklanarak hakkında tahkikat yapıldığı sırada işkenceye maruz kaldığından bahisle 25.000,00.-YTL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

… İdare Mahkemesince; tazminata konu işkence eyleminin 22.3.1995 tarihinde gerçekleştiği, dolayısıyla, eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde idareye başvurularak bu eylemden ötürü uğranıldığı ileri sürülen maddi veya manevi zararların tazmininin istenilmesi, bu isteğin kısmen veya tamamen reddi halinde ret işleminin tebliğ tarihinden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde bir cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği günden itibaren dava süresi içinde dava açılması gerekirken, eylem tarihinden itibaren beş yıl geçtikten sonra ilk olarak 10.10.2005 tarihinde açılan ve dilekçe ret kararı ile yenilenen bu davanın süresinde bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, davada süreaşımı olmadığı ileri sürülerek Mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Dava ve temyiz dosyasının incelenmesinden; davacının 1.12.1995 tarihinde adam öldürmeye azmettirmek suçundan dolayı tutuklandığı, … Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 26.3.2003 tarih ve … sayılı kararının 14. sayfasında, tüm sanıkların ifadelerinin Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 135/a maddesine aykırı olarak yasak sorgu yöntemleri kullanılarak alındığı hususuna yer verildiği ve davacının hazırlık soruşturmasını yapan zamanın … İlçe Jandarma Komutanı ile diğer kolluk kuvvetlerinin davacıya işkence yaptıklarından bahisle ilgililer hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulmasına, davacının da beraatine karar verildiği, anılan kararın Yargıtay …nin 27.7.2005 tarihli kararı ile onanması ve davacının beyanına göre bu kararın adı geçene 5.10.2005 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 10.10.2005 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13 üncü maddesinde; idari eylemler nedeniyle hakları ihlal edilen ilgililerin, eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde idareye başvurup haklarının yerine getirilmesini isteyebilecekleri; bu isteklerin reddi üzerine altmış günlük dava açma süresi içerisinde dava açabilecekleri hükme bağlanmıştır.

Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.

İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır.

Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak gene de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu; yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.

Bu itibarla, 2577 sayılı Yasanın 13 üncü maddesinde öngörülen sürenin görev kusurunun ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun dava konusu olayda idarenin kusurunun ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.

Tazmini istenen zarar idarenin hizmet kusuru nedeniyle uğranılan zarar olduğuna göre, işkence olayında idarenin personelinin kusuru bulunup bulunmadığının belirlenmesine bağlıdır.

Olayda, davacının dilekçesinde işkence gördüğünü belirttiği tarih olan 22.3.1995 tarihi, eylemin ortaya çıktığı tarih olarak kabul edilebilirse de, Yasada öngörülen idari eylemin ortaya çıktığı tarihin bu tarih olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır.

İdarenin hizmet kusuru, davacının yargılanması sırasında, adı geçenin hazırlık soruşturmasını yapan zamanın … İlçe Jandarma Komutanı ile diğer kolluk kuvvetlerinin davacıya işkence yaptıklarının tespitine ilişkin … Ağır Ceza Mahkemesi kararının Yargıtay Birinci Ceza Dairesince onanmasıyla 27.7.2005 tarihinde kesinlik kazanmıştır.

Bu durumda, olayda eylemin idariliğinin kesin olarak öğrenildiği tarih, Yargıtay Birinci Ceza Dairesinin … Ağır Ceza Mahkemesi kararını onadığı tarih olduğundan, davacının, … Ağır Ceza Mahkemesi kararının, Yargıtay Birinci Ceza Dairesinin 27.7.2005 tarihli onama kararıyla kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde idareye başvurup haklarının yerine getirilmesini istemesi mümkün olduğundan, bu tarihten itibaren bir yıllık süre içerisinde açıldığı anlaşılan davanın süresinde olduğu açıktır.

Öte yandan; idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari yargıda dava açmadan önce ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini talep etmeleri gerekmektedir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde idari yargıda dava açılması imkanı tanınmıştır. Bir başka ifadeyle idari yargıda dava açabilmek için ilgilinin idareye başvurup ön karar alma şartı getirilmiştir. Bu şart yerine getirilmeksizin dava açılmasının tek istisnası görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi olup, bu halde idareye başvuru şartı aranmamaktadır. Bu istisnanın dışında idareye başvurmadan dava açılması halinde idari yargı mercii tarafından dava dilekçesinin görevli idare merciine tevdiine karar verilip ön karar alınması gereklidir.

Bakılan davada ise, davacının, 25.000,00.-YTL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi için 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca ilgili idare olan İçişleri Bakanlığı'na bir başvurusunun bulunup bulunulmadığı anlaşılamamaktadır.

Belirtilen nedenle, İdare Mahkemesince bu husus araştırılarak, bir başvuru yapılmaksızın doğrudan dava açılması durumunda dava dilekçesinin ilgili idareye tevdi yoluna gidilmesi, başvurunun olması durumunda ise uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüne, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca … İdare Mahkemesinin 25.1.2006 tarih ve … sayılı kararının BOZULMASINA, dava dosyasının yeniden bir karar verilmek üzere anılan İdare Mahkemesine gönderilmesine 5.5.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

  1. Danıştay Onuncu Dairesinin 12/12/2011 tarihli ve E.2008/9143, K.2011/5581 sayılı kararı şöyledir:

“…

Dava, davacılardan A… Ö… eşi, M… Ö… ve M… Ö… un babası İ… Ö… ile M… Ö… un 30.10.1999 tarihinde … Jandarma Komutanlığınca küçükbaş hayvan hırsızlığı yaptıkları iddiasıyla usulsüz gözaltına alındıkları, işkenceye uğradıkları ve bu yapılanlara dayanamayan İ… Ö… un intihar ettiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle, Jandarma Komutanlığının kimi personelinin hürriyeti tahdit ve işkence suçlarından mahkumiyeti yolunda … Ağır Ceza Mahkemesince verilen 4.6.2007 tarihli … karardan sonra yapıldığı anlaşılan başvurunun reddine ilişkin 19.11.2007 tarihli işlemin iptali ile davacıların, İ… Ö… un usulsüz gözaltına alınması, işkenceye uğraması ve bu yapılanlara dayanamayarak intihar etmesi nedeniyle 30.000,00’er TL; M… Ö… un kendisinin usulsüz gözaltına alınması ve işkenceye uğraması nedeniyle ayrıca 40.000,00 TL manevi ve A… Ö… un eşinin desteğinden yoksun kalması nedeniyle 30.000,00 TL maddi zararın 30.10.1999 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

… İdare Mahkemesince, ölüm olayının gerçekleştiği 30.10.1999 tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde belirtilen 1 ve 5 yıllık süreler içinde idareye başvurulmadığı, Ağır Ceza Mahkemesi kararından sonra yapılan başvuruya verilen 19.11.2007 tarihli cevap üzerine 28.12.2007 gününde açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.

Davacılar tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülen İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu(’)nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.

İdari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olan tam yargı davalarının açılabilmesi, eylemin idariliğinin ve zararın bilinmesine bağlıdır.

İdari eylem, idarenin faaliyetleri sırasında yaptığı bir hareketi, aldığı bir tutumu, başka anlatımla, öncesinde bir idari işlem bulunmayan salt maddi tasarrufları veya gerçekleşen bir olayı anlatır.

Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.

Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara aykırılık taşıması nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.

Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun(’)un 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.

Dosyanın incelenmesinden, davacılardan A… Ö… un eşi, M… Ö… ve M… Ö…’un babası İ… Ö… ile M… Ö…’un 30.10.1999 tarihinde … Jandarma Komutanlığınca küçükbaş hayvan hırsızlığı yaptıkları iddiasıyla usulsüz gözaltına alındıkları, işkenceye uğradıkları ve bu yapılanlara dayanamayan İsmail ...’un intihar ettiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle Jandarma Komutanlığının kimi personelinin hürriyeti tahdit ve işkence suçlarından mahkumiyeti yolunda ... Ağır Ceza Mahkemesince verilen karardan sonra yapıldığı anlaşılan başvurunun 19.11.2007 tarihli işlemle reddi üzerine 28.12.2007 tarihinde dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, eylemin idariliğinin ... Jandarma Komutanlığının kimi personelinin hürriyeti tahdit ve işkence suçlarından mahkumiyeti yolunda verilen 4.6.2007 günlü ... Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşen kararıyla ortaya çıkabileceği dikkate alındığında, bu tarihten sonra yapıldığı anlaşılan başvurunun 19.11.2007 tarihli işlemle reddi üzerine 28.12.2007 tarihinde açılan davada süre aşımı, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen Mahkeme kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulu Kanunu'nun 49. maddesine uygun bulunan temyiz isteminin kabulüne, ... İdare Mahkemesinin 3.1.2008 tarihli, … sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine 12.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

  1. İNCELEME VE GEREKÇE
  2. Mahkemenin 4/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 10/6/2013 tarihli ve 2013/4686 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:
  3. Başvurucunun İddiaları
  4. Başvurucu, maruz kaldığı işkencenin mahkeme kararı ile sabit olduğunu, buna rağmen adli makamların failleri tespit edemediklerini ve dolayısıyla cezalandıramadıklarını, bunun yanında manevi zararlarının da tazmin edilmediğini, bu kapsamda süresinde yaptığı başvuruların ilgili mahkemelerce haksız olarak reddedildiğini ve anılan mahkemelerin adil yargılama yapmadıklarını, bu nedenlerle işkence ve kötü muamele yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
  5. Değerlendirme
  6. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16; M. Aydın Gürül, B. No: 2012/682, 2/10/2013, § 18). Başvurucunun maruz kaldığı işkence mahkeme kararı ile sabit olmasına rağmen adli makamların failleri tespit edemedikleri ve bu nedenle eylemin cezasız kaldığı yönündeki şikâyetinin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağı yönünden incelenmesi gerekir. Diğer taraftan başvurucunun, maruz kaldığı işkence nedeniyle açtığı manevi tazminat davasının usule ilişkin nedenlerle reddedilmesini konu alan şikâyetinin, adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.
  7. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  8. Başvurucu, maruz kaldığı işkencenin mahkeme kararı ile sabit olduğunu, buna rağmen adli makamların failleri tespit edemediklerini ve dolayısıyla işkence eyleminin cezasız kaldığını, diğer yandan belirtilen işkence fiilleri nedeniyle uğradığı zararların tazmini talebini konu alan tazminat davasının reddedildiğini, bu nedenlerle işkence ve kötü muamele yasağı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  9. Kabul edilebilirliğe ilişkin Bakanlık görüşünde, başvurucunun iddialarının gözaltında kötü muameleye ilişkin olduğu, bu iddialarla ilgili etkin iç hukuk yolunun idari yargıda açılan tazminat davası değil, beraatla sonuçlanan ceza davası olduğu, söz konusu ceza davasının 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiş olması nedeniyle somut başvurunun zaman yönünden kabul edilebilirolup olmadığının takdirinin Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir.
  10. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında somut başvurunun işkence davasına değil, tazminat davasına dayandığını; başvurunun zaman bakımından değerlendirmesinin işkence eylemiyle ilgili değil, işkence eylemi sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik olması gerektiğini, tazminata ilişkin anılan dava sürecinin de Bölge İdare Mahkemesinin itirazın reddine dair kararı ile 19/4/2013 tarihinde kesinleştiğini, bu nedenle başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında olduğunu belirtmiştir.
  11. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

  1. Anılan hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Anayasa Mahkemesinin yetki kapsamının, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde genişletilmesi mümkün değildir (Hasan Taşlıyurt,B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).
  2. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması, hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk,B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
  3. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiği İddiası
  4. Başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlali iddiasına dayandırdığı şikâyetleri, maruz kaldığı işkence mahkeme kararı ile sabit olmasına rağmen adli makamların failleri tespit edememelerine ve dolayısıyla işkence eyleminin cezasız kalmasına, bir başka ifadeyle somutlaştırılmak gerekirse İlk Derece Mahkemesinin delil yetersizliği gerekçesiyle hükmettiği beraat kararına ilişkindir. Bu karar, Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından 9/5/2007 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Buna göre başvuruya konu yargılama sürecini sonuçlandıran beraat kararının 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği ve dolayısıyla başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerinin Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dışında kaldığı açıktır.
  5. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altında alınmış olan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarının, zaman bakımından yetkisizliknedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
  6. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiği İddiası
  7. Başvurucunun, daha önce maruz kaldığı işkence eylemi nedeniyle uğradığı zararlarının tazminini konu alan yargılama süreci, 23/9/2012 tarihinden sonra Bölge İdare Mahkemesinin 19/4/2013 tarihli kararı ile kesin olarak karara bağlanmıştır. Bu çerçevede somut başvurunun, tazminat davasının reddini konu alan şikâyetlere ilişkin kısmının, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında yer aldığı anlaşılmaktadır.
  8. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmayan mahkemeye erişim hakkı kapsamındaki başvurunun, kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  9. Esas Yönünden
  10. Başvurucu, süresinde yaptığı ve tazminat talebini konu alan yargısal başvuruların, ilgili mahkemelerce haksız olarak reddedilmesinden şikâyet etmektedir (bkz. § 32).
  11. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun katılan sıfatıyla yer aldığı dava sonucunda Ağır Ceza Mahkemesinin başvurucuya işkence yapıldığını doğruladığı fakat sanıkların bu fiili işleyip işlemedikleri noktasında somut delil bulunmadığı gerekçesiyle beraat kararı verildiği ve anılan kararın 9/5/2007 tarihinde kesinleştiği, söz konusu beraat kararıyla başvurucuya uygulanan işkence fiilinin, yargı kararıyla da tespit edildiği ve bu fiilin idari bir nitelik taşıdığı, olayda kişisel bir kusur tespit edilemediği hususunun, başvurucu açısından 9/5/2007 tarihi itibarıyla kesinlik kazandığı, bu nedenle başvurucunun 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesi uyarınca kesin kararı öğrendiği tarihten itibaren bir yıllık süre içinde idareye başvurması ve sonrasında bu davayı açması gerektiği, oysa başvurucunun manevi zararlarının tazmini istemiyle ancak 7/10/2011 yılında idareye başvurduğu ve idarenin olumsuz cevabı sonrasında Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açtığı, oysa başvurucunun haklarının ihlal edildiği ve manevi zarara uğradığı yönündeki iddiasının, idari veya adli yargı yerleri önünde yasalarla öngörülen usul kurallarına uygun biçimde dile getirmesinin beklendiği, dolayısıyla başvurucunun kendi kusuru nedeniyle manevi zararlarının tazmini imkânından mahrum kaldığının anlaşıldığı, kötü muamele şikâyetine ilişkin olarak etkin iç hukuk yolunun ceza davası olması nedeniyle tazminat davasının süre yönünden reddedilmesinin soruşturmanın etkinliğine etkisi olup olmadığı bakımından değerlendirilmesi gerektiği ve fakat bu konuda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir.
  12. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde, 12/11/1999 ile 18/11/1999 tarihleri arasında gördüğü işkence sebebiyle uğradığı manevi zararın tazmini istemiyle idareye başvurduğunu, idareye başvurması için öngörülen sürenin başlangıcının işkence yapıldığının mahkeme kararıyla sabit görüldüğü ve kararın Yargıtay tarafından onandığı 9/5/2007 tarihi olduğunu, bu tarihten sonra öncelikle ilgili mevzuatta öngörülen sürede idareye başvurulduğunu, idarenin olumsuz cevabı üzerine 22/11/2011 tarihinde, o tarihte yürürlükte olan 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesi gereğince Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açıldığını, sonrasında anılan Mahkemece verilen görevsizlik kararının kesinleştiği 27/7/2012 tarihinde İdare Mahkemesinde dava açıldığını, 2577 sayılı Kanun’un 9. maddesi çerçevesinde, davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesinin hukuki dayanağının olmadığını belirtmiştir.
  13. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için benimsediği temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açık keyfîlik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
  14. Somut başvuruda da Anayasa Mahkemesinin görevi, usul kurallarının uygulanması konusunda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerini denetlemek olmayıp usule ilişkin uygulamanın, kişinin mahkemeye erişim hakkını, Anayasa’ya aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını denetlemektir (Neriman Polat, B. No: 2012/1223, 5/11/2014, § 33).
  15. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç., B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).
  16. Mahkemeye erişim hakkı adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biridir. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için süre ve şekil gibi birtakım koşullar öngörülmesi, dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde katı olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin gereği olup mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen koşulların açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yorumlanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamadığı takdirde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin kabulü gerekir (Remzi Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27; KamilKoç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 59; Neriman Polat, B. No: 2012/1223, 5/11/2014, § 35).
  17. Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını, dava açmak veya kanun yoluna başvurmak isteyen kişilerin ilgili mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Geffre/Fransa,B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34). Bu nedenle mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 21).
  18. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmeleri durumunda, mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz.Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006, § 24).
  19. Somut olayda başvurucunun maruz kaldığı işkence nedeniyle yapılan ceza yargılaması sonucunda, işkence sabit görülmüş ancak bu eylemlerin, haklarında kamu davası açılan sanıklar tarafından işlendiğinin tespit edilememesi nedeniyle beraat kararı verilmiştir. Başvurucu ceza davasının bu şekilde kendisi bakımından sonuçsuz kalması üzerine 22/11/2011 tarihinde, o tarih itibarıyla yürürlükte bulunan 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki “Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. …” hükmüne istinaden Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır.
  20. Ancak Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli kararı ile başvurucunun açtığı davanın “yargı yolu” bakımından dayanağı olan 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası iptal edilmiştir. Anılan Anayasa Mahkemesi kararı üzerine, İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11/7/2012 tarihli kararı ile “yargı yolunun caiz olmadığı” gerekçesiyle başvurucunun davasının reddine karar verilmiştir. Başvurucu, işkence olayına ilişkin olarak 27/7/2012 tarihinde, İstanbul 3. İdare Mahkemesinde yeniden tazminat davası açmıştır. İstanbul 3. İdare Mahkemesi Hâkimliğinin 10/8/2012 tarihli ve E.2012/1327, K.2012/1520 sayılı kararı ile başvurucunun davasının, “2577 sayılı Kanun’un 14/3-e ve 15/1-b maddeleri uyarınca süre aşımı nedeniyle” reddine karar verilmiştir.
  21. Bu şekilde tazminat davası, “süre aşımı” nedeniyle reddedilen başvurucu, kendisine karşı işlenen işkence eylemi sonucunda uğradığı zararların tazmini konusundaki taleplerini inceletme imkânından mahrum bırakılmıştır. Ortaya çıkan bu sonuç, başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale oluşturmuştur.
  22. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Özkan Şen, § 58; Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, §39; İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 33).
  23. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Ayrıca bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz (İbrahim Can Kişi, § 34; Neriman Polat, § 42).
  24. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer verilen güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Tahir Gökatalay, §41).
  25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinde adil yargılanma hakkının sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen bunun hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamı taşımadığını, hakkın niteliği gereği mahkemeye erişim konusunda devletin birtakım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu ve bu nedenle Sözleşmeci devletlerin bu konuda bir takdir alanına sahip olduklarını kabul etmektedir. Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57; GarcíaManibardo/İspanya, B. No: 38695/97, 15/2/2000, § 36; Sabri Güneş/Türkiye, B. No: 27396/06, 24/5/2011, § 56).
  26. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların, kanuni olması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38; İbrahim Can Kişi, § 36).
  27. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu birtakım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların kamu otoritesine hangi müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (KarlisA.Ş., B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 34; Günay Okan, B. No: 2013/8114, 17/9/2014, § 22; Mahmut Manbaki, B. No: 2012/731, 15/10/2014, § 41).
  28. Kanunilik şartı, hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların yalnızca şeklî olarak kanunla düzenlenmesi ile sınırlı olmayıp bunların içerik olarak da belirli bir amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalarına ilişkin gerekliliği de ifade etmektedir. Bu açıdan kanun metni; bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarına dair yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun, aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir nitelikte olması gerekir (Günay Okan, B. No: 2013/8114, 17/9/2014, § 22; Neriman Polat, § 46).
  29. AİHM içtihatlarına göre de bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak suretiyle bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı, arzu edilir bir durum olmakla birlikte bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun -işin doğası gereği- yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüller içermektedir (Kayasu/Türkiye, B. No: 64119/00, 76292/01, 13/11/2008, § 83).
  30. Danıştay, başvuruya konu dava ile benzerlik arz eden davalara ilişkin içtihatlarında, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik tam yargı davalarının açılabilmesinin, eylemin idariliği ve zararın bilinmesine bağlı olduğunu kabul etmektedir. Danıştay içtihadına göre bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar, bazı durumlarda değişik araştırma ve incelemelerden hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir. Anılan içtihada göre özellikle kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken gerçekleştirdikleri görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davalarında eylemin idariliği; zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı yoksa görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkacağından 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin, eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması gerekmektedir (bkz. §§ 29, 30).
  31. İlk Derece Mahkemesinin, süre aşımı nedeniyle ret kararının gerekçesi şöyledir:

“...

Olayda, davacının işkenceye uğradığını iddia ettiği gözaltı süresinin 18.11.1999 tarihinde sona erdiği ve uğradığını iddia ettiği işkenceden gözaltı süresinin sona erdiği tarih itibariyle haberdar olduğunun kabulü gereken davacının, yukarıda yer verilen hükümler uyarınca bu tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemesi, bu talebin reddi üzerine 60 günlük dava açma süresi içerisinde dava açması gerekirken 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde belirtilen süreler geçirildikten çok so(nr)a işkenceye uğradığından bahisle tarafına 10.000,00 TL tazminat ödenmesi istemiyle 27.07.2012 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan işin esasının incelenmesi olanağı bulunmamaktadır.

Öte yandan 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde öngörülen süreler geçirildikten so(nr)a görevli olmayan Adli Yargı mercilerinde açılmış bulunan davanın görev yönünden reddedilmiş olmasının da geçirilmiş olan dava açma süresini yeniden ihya etmeyeceği tartışmasızdır.

...”

  1. Görüldüğü üzere somut başvuruya konu İlk Derece Mahkemesi kararında, dava açma süresinin hesaplanmasında, işkence fiilinin işlendiği tespit edilen tarih esas alınmış ve Danıştay içtihatlarında istikrarlı olarak vurgulanan “eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarih” bakımından davanın süre yönünden kabul edilebilir olup olmadığı değerlendirilmemiştir. Bir başka ifadeyle İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun gözaltında maruz kaldığı işkence eyleminin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıkışının, ceza yargılamasını sonuçlandıran nihai kararın kesinleştiği tarihte gerçekleşebileceğini tartışmamış ve davanın esas yönünden incelenmesinin bu bağlamda mümkün olup olmadığı konusunda bir inceleme yapmamıştır.
  2. Buna göre İlk Derece Mahkemesinin usul kurallarına ilişkin, istikrarlı Danıştay uygulaması ile bağdaşmayan ve dolayısıyla öngörülebilir olmayan yorumu, başvurucunun tazminat davasının esasının incelenmesine engel olmuştur. Bu şekilde mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamanın, ilgili Kanun’a ve yerleşik Danıştay içtihadına aykırı olduğu, bu bağlamda hukuki olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
  3. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
  4. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
  5. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  1. Başvurucu, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
  2. Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmakta olup ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından hukuki yarar bulunduğundan yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
  3. Yeniden yargılama yapılması, tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeterli tatmin sağladığından başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
  4. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  5. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Başvurucunun,
  2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği yönündeki iddiasının zaman bakımından yetkisizliknedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
  3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  5. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin İstanbul 3. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
  6. Başvurucunun manevi tazminat talebinin REDDİNE,
  7. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
  8. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına

4/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.