VASIFLI (GEREKÇELİ) İKRARIN SÖZ KONUSU OLDUĞU DURUMLARDA İSPAT YÜKÜ KARŞI TARAFA GEÇER

VASIFLI (GEREKÇELİ) İKRARIN SÖZ KONUSU OLDUĞU DURUMLARDA İSPAT YÜKÜ KARŞI TARAFA GEÇER

T.C.

Yargıtay

23. Hukuk Dairesi         

2014/8720 E. 

2014/7891 K.

    MAHKEMESİ : İstanbul(Kapatılan) Anadolu 14. Asliye Ticaret Mahkemesi
    TARİHİ : 12/02/2013
    NUMARASI : 2013/203-2013/1

    Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

    -K A R A R-
    Davacı vekili, taraflar arasındaki güven ilişkisi kapsamında, müvekkili şirketin davalı şirkete geri ödeneceği düşüncesiyle 10.000,00 TL borç para verdiğini, ancak davalının verilen meblağı geri ödememesi üzerine hakkında başlattıkları ilamsız icra takibinin davalının haksız itirazı üzerine durduğunu ileri sürerek, davalının itirazının iptali ile icra inkâr tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı temsilcisi, davalı şirket tarafından davacı şirkete ön ve avan proje hizmeti verildiğini, bu hizmetin e-mail gönderimi ile olduğunu ve bu hizmetin karşılığı olarak davacının 10.000,00 TL ödeme yaptığını, davacıya herhangi bir borçlarının olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
    Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; taraflar arasında İ. Konutları T. M. T. Projesine ilişkin davalı tarafından ifa edilen hizmet ilişkisinin bulunduğu, davacı tarafından davalının Z. Bankası’ndaki hesabına 10.000,00 TL’nin EFT yoluyla gönderildiği, banka dekontunda gönderilen bedelin mahiyetine ilişkin açıklama bulunmadığı, sadece davalı şirketin unvanı olan “B.P.Danışmanlık San. Tic. Ltd. Şti.” ibaresinin yazılı olduğu, EFT yoluyla yapılan ödemenin paranın davacı tarafından davalıya borç olarak verildiğini ispatlamaya yetmeyeceği, kaldı ki davalı tarafından yerine getirilen tasarım hizmetinin söz konusu olduğu, yapılan ödemenin hizmet bedeline ilişkin bir ödeme olabileceği, bu hususta davacı tarafın iddiasını kanıtlar herhangi bir yazılı delil ve belge ibraz edemediği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
    Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
    1)Dava, ödünç verildiği iddia edilen paranın tahsili için başlatılan ilamsız icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
    YHGK’nın 09.06.2004 tarih ve 4-362 E, 347 K; 12.10.2011 tarih ve 19-473 E, 607 K. sayılı ilamında açıklandığı üzere;
    (İkrarın yapıldığı ve tamamlanmış işlemin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan) HMK’nın 188. (HUMK’nın 236.) maddesinde, taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır. Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir. (İkrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için Bkz: Prof.Dr.Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.Baskı Cilt: 2, Ankara 2001, sayfa: 2037 ve devamı; Prof.Dr.Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1-2, 3. Bası, Formül Matbaası, İstanbul 1984, Sayfa: 549 ve devamı; Prof.Dr.Necip Bilge, Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3.Baskı, Sevinç Matbaası, Ankara 1978, sayfa: 510 ve devamı; Dr.Süha Tanrıver, Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, sayfa: 212 ve devamı.)
    İkrardan söz edilebilmesi için, taraflardan birisinin bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
    Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.
    Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise HMK’nın 188/1. (HUMK’nın 236/1.) maddesi uyarınca kesin delil niteliğindedir. İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkâr da denilmektedir. Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.
    Vasıflı ikrarda, (gerekçeli inkarda) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir. Davacının dayandığı asıl vakıa ile davalının hukuki niteliğini değiştirip ekleme yaparak ikrar ettiği vakıa arasında bağ vardır, bu eklenen vakıa, asıl vakıa ile aynı anda ya da daha önce doğar. Daha sonra doğmuşsa ve hukuki niteleme aynı kalmışsa bağlantılı ya da bağlantısız bileşik ikrardan söz edilir.
    Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır. Öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte; iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
    Bağlantılı bileşik ikrar, vasıflı ikrara benzemektedir. Çünkü, her ikisinde de ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile asıl (ikrar edilen) vakıa arasında bir bağlantı vardır. Yalnız, vasıflı ikrara eklenen vakıa asıl vakıa ile aynı andaki veya ondan önceki bir vakıa olduğu halde, bileşik ikrara eklenen vakıa asıl vakıadan sonraki tarihte doğmuş (ortaya çıkmış) olan bir vakıadır. Bu benzerlik nedeniyle de, vasıflı ikrar gibi, bağlantılı bileşik ikrarın da bölünememesi gerekir. Bağlantısız bileşik ikrarda, ikrara eklenen vakıa, ikrar edilen vakıa olmadan da mevcuttur. Asıl ve karşı alacak arası bağ yoktur, başka hukuki ilişkinin varlığını bunu iddia eden kanıtlamalıdır. Bu nedenle, ispat yükü ikrar edene geçer. (Bkz: Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt 2, 2001, İstanbul, Sh 2061 vd.)
    Somut olayda, davalı tarafça 10.000,00 TL’nin alındığı kabul edilmekle birlikte, bu paranın, davacının iddia ettiği gibi ödünç olarak alınmadığı, davacı şirkete ön ve avan proje hizmeti verildiği, bu hizmetin karşılığı olarak bu bedelin alındığı savunulmaktadır. Niteliği itibariyle vasıflı (gerekçeli) ikrarın söz konusu olduğu bu durumda, paranın ödünç olarak verildiğini ispat yükümlülüğü davacı tarafta olup, mahkemece de isabetli olarak ispat yükü davacıya yükletilmiştir.
    Öte yandan, dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan, Borçlar Kanunu’nun 457 ve ardından gelen maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal nitelikçe, bir ödeme vasıtası olup, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini (havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını) ileri süren havaleci (muhil), bu idiasını kanıtlamakla yükümlüdür. YHGK’nın 12.03.2003 tarih, 3-118 E, 158 K. sayılı ilamı bu yöndedir.
    Somut olayda, havaleci durumundaki davacı, değinilen yasal karine karşısında, davalıya yaptığı dava konusu havalenin, bir borcun ödenmesinden başka bir amaca yönelik bulunduğunu kanıtlama yükümü altındadır. Başka bir ifadeyle, havale kavramından hareketle yapılacak değerlendirmeye göre de, somut olayda kanıtlama yükümlülüğü davacıya aittir.
    Bu açıklamalara ve dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
    2)Bir vakıayı ispat yükü kendisine düşen taraf o vakıayı başka delillerle ispat edemediği taktirde diğer tarafa yemin teklif edebilir. Ancak ispat yükü kendisine düşen taraf bütün delillerle iddiasını veya savunmasını ispatlamaya çalışıp bunu başaramadığı taktirde son çare olarak yemin deliline başvurur. HMK’nın 232/2. maddesi uyarınca tüzel kişiye teklif edilen yemin, tüzel kişinin yetkili organı tarafından eda edilir. Bu temsilci yemin konusu işlemin yapıldığı tarihteki değil, yemin teklif edildiği zamanki temsilcisidir. Ayrıca, birlikte temsil söz konusu olduğu taktirde yeminin bağlayıcı olabilmesi için birlikte temsile yetkili kişilerin tamamının da yemin etmesi zorunludur.
    Öte yandan, HMK m.119, 1/f’ye göre, davacı, dava dilekçesine, her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini yazmalıdır. Hükmün gerekçesine göre; davacı dava açarken, dayandığı vakıaların hangi delillerle ispat edileceğini de belirtmek zorundadır. Delil bir ispat aracı olarak, ileri sürülen bir vakıanın doğruluğunu ispat etmeye yaradığı için, dava dilekçesinde her bir vakıa bakımından o vakıayı ispata yarayan ispat araçlarının da belirtilmesi önemlidir. Uygulamada, tarafların iddia veya savunmada bulunurken yeterli araştırma yapmadan vakıalar ileri sürdükleri veya bunların delillerini ortaya koymadan dilekçeler verdikleri görülmektedir. Özellikle taraflarca hazırlama ilkesinin geçerli olduğu davalarda, mahkemenin yargılamayı doğru yürütebilmesi ve makul bir sürede karar verebilmesi için, delillerin vakıalarla bağlantısı kurularak mahkeme önüne getirilmiş olması gerekir. Bu da tarafların dayandıkları delilleri ve her bir delilin hangi vakıanın ispatı için kullanılacağını belirtmeleriyle mümkün olabilir. Buna göre davacı, dava dilekçesinde delillerini, kural olarak, hasretmiş olur. Yani dava dilekçesinde ”delillerim şunlardan ibarettir” der ve bu şekilde delillerini hasretmiş olan davacı, sonradan başka(yeni) delil gösteremez. Böylece, davacı yemin dahil bütün delillerinin nelerden ibaret olduğunu dava dilekçesinde gösterir. Dava dilekçesindeki ”sair kanunî deliller” deyiminin bir anlamı olmaz, dava dilekçesinde sair deliller denilmiş olsa bile, (dava dilekçesinde) açıkça yemin delili de yazılı değilse davacı, davalıya yemin teklif edemeyecek, dolayısıyla mahkeme de davacıya yemin teklifine hakkı olduğunu hatırlatamaz. Yukarıdaki açıklamalar, HMK m.119,1/f’deki ifadenin yorumu ile varılan sonuçlardır. (Bkz. Prof. Dr. Baki Kuru, Prof. Dr. Ramazan Arslan, Prof. Dr. Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, Ders Kitabı, 22. Baskı, Ankara, 2011, Sh. 295; aynı yönde Bkz. Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez, Prof. Dr. Oğuz Atalay, Prof. Dr. Muhammet Özekes, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine göre Medeni Usul Hukuku, 12. Bası, Ankara, 2011, Sh. 329, 504) Dairemizin 04.02.2014 tarih ve 2013/6432 E., 2014/703 K; 19.02.2014 tarih ve 2013/7092 E., 2014/1182 K; 14.05.2014 tarih ve 2013/9255 E., 2014/3771 K. sayılı ilamları bu yöndedir.
    Bu durumda mahkemece, “Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı HMK’nın 194. maddesi ile, tarafların, hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtilmesi zorunluluğu, yani somutlaştırma yükü getirildiği, bu yükümlülük gereği HMK’nın 119/1-f maddesi uyarınca davacının iddia ettiği herbir vakıanın hangi delille ispat edileceğini dava dilekçesinde açıkça belirtmesi esasının düzenlendiği, bu bendin, dava dilekçesindeki eksikliğin tamamlanması için süre verilen hallerden sayılmadığı, 140/5. madde hükmünün de aynı yönde düzenleme içerdiği, ”sonradan delil gösterilmesi” başlıklı 145. madde hükmünün hakime takdir hakkı verdiği, sonradan gösterilen delili nazara alma zorunluluğu yüklemediği, ne var ki davanın bu düzenlemeleri içeren 6100 sayılı HMK’nın yürürlük tarihinden önce açılmış olduğu ve ispat yükü kendisine düşen davacı tarafın dava dilekçesinde ve delil listesinde, ”her türlü hukuki delil ” ve ” diğer yasal kanıtlar’ ” demek suretiyle yemin deliline dayanmış olduğu da gözetilerek, yemin teklif etme hakkının hatırlatılması, HMK’nın 232. ve 229. maddeleri hükümleri de gözetilerek oluşacak uygun sonuca göre bir hüküm kurulması gerekirken, eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır.
    SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 05.12.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.