SAVUNMA İÇİN GEREKLİ ZAMAN VE KOLAYLIKLARA SAHİP OLMA HAKKI

SAVUNMA İÇİN GEREKLİ ZAMAN VE KOLAYLIKLARA SAHİP OLMA HAKKI

Suç isnadı altındaki kişiye savunma hakkının şeklen değil gerçek anlamda sağlanması gerekir. Bunun için suç isnadı altındaki kişi, savunma için yeterli imkâna yani gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmalıdır.

Verilen sürenin ve sağlanan kolaylıkların Anayasa'nın 36. maddesi açısından yeterli/gerekli olup olmadığının  yargılamanın bütünlüğü içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır.

 "Gerekli zaman" yargılanan kişinin, hakkındaki iddiaları öğrendikten sonra savunma için zorunlu hazırlıkları yapabileceği süreyi ifade etmektedir. Sürenin yeterli olup olmadığı, yargılama faaliyetinin bütünü gözönüne alınarak değerlendirilmelidir. Savunma için "gerekli kolaylık" kavramı ise şüpheliye/sanığa savunma için yardımcı olacak veya olabilecek zorunlu olan imkânları ifade etmekte ve "silahların eşitliği"ni sağlamayı amaçlamaktadır.

İlgili Kararlar:

♦ (Yıldıray Özbey ve diğerleri, B. No: 2014/18932, 8/9/2015)  
♦ (Ufuk Rifat Çobanoğlu, B. No: 2014/6971, 1/2/2017)
♦ (Ayşe Eşlik, B. No: 2014/15969, 21/6/2017)  
♦ (İbrahim Kaya, B. No: 2017/29474, 28/1/2020) 
♦ (Batuhan Şengül, B. No: 2017/29295, 21/7/2020)  
♦ (M.D., B. No: 2018/33546, 28/1/2021) 
♦ (Cengiz Mutlu, B. No: 2018/35088, 28/1/2021) 
♦ (Fethi Oğuz, B. No: 2019/38141, 14/9/2021)  
♦ (Abdulğafur Akcan, B. No: 2021/1730, 4/7/2022) 
♦ (Özgür Şakir Beller, B. No: 2019/22043, 15/6/2022) 

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YILDIRAY ÖZBEY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/18932)

 

Karar Tarihi: 8/9/2015

R.G. Tarih- Sayı: 27/10/2015-29515

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

Raportör

:

Okan TAŞDELEN

Başvurucular

:

1. Yıldıray ÖZBEY

 

 

2. İsmail ÖZBEY

 

 

3. Lokman ÖZBEY

Vekili

:

Av. Ahmet GÜL

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, mahkûmiyet kararı verilirken mahkemece yeterince araştırma yapılmaması, tanıkların dinlenmemesi, benzer konudaki mahkeme kararlarının dikkate alınmaması, derece mahkemelerinin kararlarının yeterince gerekçelendirilmemesi, temyiz aşamasında suç tarihleri değiştirilerek bu hususta savunma yapma imkânının tanınmaması, yargılamanın uzun sürmesi ve idarece düzenlenen raporda suçlayıcı ibarelerin bulunması nedenleriyle gerekçeli karar, tanık dinletme, savunma, makul sürede yargılanma ve genel olarak adil yargılanma hakları ile masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru 3/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
  5. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 5/2/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
  6. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
  7. Bakanlığın 27/4/2015 tarihli yazısı, 6/5/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular karşı beyanlarını 15/5/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuşlardır.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Olaylar
  2. Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
  3. Başvuruya Konu Yargılama
  4. Başvurucular kardeş olup mahkûmiyetlerinin konusunu oluşturan “Rota … Limited Şirketi” (Şirket) isimli şirkette belli dönemlerde işçi olarak çalışmışlardır.
  5. 3/9/2004 tarihinde kendisini C.A. olarak tanıtan bir kişi, anılan Şirkette çalışan başvurucular ve diğer üç kişinin, komisyon karşılığı sahte fatura verdikleri yönünde ihbarda bulunmuştur.
  6. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmış, anılan Şirkete ait iş yerinde 6/1/2005 tarihinde arama gerçekleştirilmiştir. Aramada 14 ayrı firmaya ait fatura ve 6 ayrı firmanın kaşesi bulunmuştur.
  7. 6/1/2005 tarihinde gözaltına alınan başvurucu Yıldıray Özbey; savcılık ifadesinde iş yerinin H.Ç. isimli kişiye ait olduğunu, kendisinin işçi olduğunu ve bu kişi adına iş takibi yaptığını, imza yetkisinin veya ortaklığının bulunmadığını, aramada bulunan fatura ve belgeleri daha önce görmediğini, sahte fatura satmadığını ve H.Ç.nin böyle bir iş yapıp yapmadığını bilmediğini söylemiştir.
  8. Aynı gün tanık olarak ifadesi alınan F.G., başvurucu Yıldıray Özbey’in iş yerinde nakliyecilik yaptığını, fatura ve kaşelerin devamlı kilitli tutulan bir odada bulunduğunu, kendisinin bunları daha önce görmediğini ve başvurucunun sahte fatura satıp satmadığını bilmediğini belirtmiştir.
  9. Başvurucu İsmail Özbey, yakalanmasının ardından 18/12/2005 tarihinde verdiği ifadesinde, Rota … Ltd. Şti.de işçi olarak çalıştığını, liman sahasında konteyner çekimi ve evrak takibiyle ilgilendiğini, fatura işlemleriyle ilgisi bulunmadığını, iş yerinde ele geçen C. Nakliyat Ltd. Şti.ye ait faturaları soy ismini bilmediği Y. adlı kişinin bıraktığını, M. Reklam Ltd. Şti.ye ait kaşeye ilişkin bilgisinin bulunmadığını belirtmiştir.
  10. İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından, sahte faturaların neden olduğu vergi kaybına ilişkin 22/5/2008 tarihli ve 2008-465/20 sayılı “Vergi Tekniği Raporu” hazırlanmıştır. Raporda, aramalarda ele geçen belgelere ve verilen ifadelere atıfla, başvurucular İsmail ve Lokman Özbey'in sigortalı işçi olarak çalıştıklarını söylemelerine rağmen bu hususu ispat edici belge sunamadıkları, Şirketin muhasebecisinin ifadesinde Şirketin işlerini, başvurucular Lokman ve Yıldıray Özbey'in takip ettiğini belirttiği, başvurucu İsmail Özbey'in bir işçinin bilebileceğinden fazlasını bildiği, Şirket adına bastırılan faturaları üç defa teslim aldığı, arabasında başka mükelleflere ait belge ve kaşelerin bulunduğu ifade edilmiştir.
  11. Vergi Tekniği Raporu'nda ayrıca, başvurucular ile H.Ç. isimli kişinin sadece Rota … Ltd. Şti.ye ait faturaları değil, başka şirketlere ait faturaları da belli bir komisyon karşılığı sattıkları kanaatine ulaşıldığı ifade edilmiştir. Rapora göre başvurucular anılan Şirketin işçisi değil, gayriresmî sahibidirler ve birden çok şirketi sahte fatura ticaretinde kullanmaktadırlar. Raporda, başvurucuların sahte fatura işini adi ortaklık şeklinde yaptıkları ve Şirketin komisyon karşılığı sahte fatura ticareti yapmak maksadıyla faaliyet gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle, başvurucuların da dâhil olduğu adi ortaklığa ilişkin KDV yönünden ilgili vergi dairesince, mükellefiyet tesis ettirilmesi teklif edilmiştir.
  12. İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı ek olarak 22/5/2008 tarihli ve 2008-465/25 sayılı “Vergi Suçu Raporu” hazırlamıştır. Vergi Tekniği Raporu temelinde düzenlenen bu raporda, başvurucuların da dâhil oldukları adi ortaklığın, sahte fatura düzenleyerek vergi kaybına sebebiyet vermesi eylemi bakımından suçun maddi ve manevi unsurlarının oluştuğu, başvurucular ile H.Ç.nin 04/01/1961 tarihli ve213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 359. maddesi uyarınca hapis cezasıyla cezalandırılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Dava açılmak üzere konunun ilgili Cumhuriyet başsavcılığına bildirilmesi kararlaştırılmıştır.
  13. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı 13/10/2008 tarihinde, başvurucular ile Şirketin müdürü olan H.Ç. hakkında 213 sayılı Kanun'a muhalefet (sahte belge düzenleme) suçundan dava açmıştır. İddianamede suç tarihleri “1/4/2004, 1/4/2005, 1/4/2006, 1/4/2007, 1/4/2008” olarak gösterilmiştir.
  14. Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan 10/4/2009 tarihli ilk duruşmada, başvuruculara çıkartılan tebligatların bilatebliğ iade edildiği belirtilmiş ve adreslerinde bulunamayan başvurucuların ifadelerinin alınabilmesi için haklarında yakalama emri çıkartılması kararlaştırılmıştır.
  15. Başvurucular, 22/7/2009 tarihli duruşmada da hazır bulunmamışlardır. Haklarındaki yakalama emri infaz edilen başvurucular Yıldıray ve İsmail Özbey, 24/7/2009 tarihinde açılan ara duruşmada ifade vermişlerdir. Başvurucu Yıldıray Özbey 2003 yılının birinci ve ikinci ayında, diğer başvurucu ise 2004 yılının Ocak ve Ağustos ayları arasında işçi olarak çalıştıklarını ve H.Ç.nin, Şirketin sahibi olduğunu söylemişlerdir. Başvurucular, aleyhlerindeki suçlamaları kabul etmemişlerdir.
  16. 24/11/2009 tarihli duruşmada sanık H.Ç. dinlenmiştir. Diğer sanık beyanlarının da okunmasından sonra H.Ç., firmada bir miktar hissesinin olduğunu ve ayrıca Şirketin müdürlüğünü yaptığını ancak diğer sanıkların hisselerinin daha fazla olduğunu söylemiştir.
  17. Başvurucu Lokman Özbey ise yakalanmasının ardından 10/3/2010 tarihinde dinlenebilmiştir. Başvurucu, Şirkette 2004 yılında 6-7 ay kadar işçi olarak çalıştığını, Şirkette ortaklık ya da müdürlük yapmadığını ve atılı suçu işlemediğini belirtmiştir.
  18. Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesi, dosyaya ilişkin bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. 26/2/2010 havale tarihli bilirkişi raporunda, 22/5/2008 tarihli Vergi Suçu Raporu'ndaki başvurucular ile Şirket arasında adi ortaklık bulunduğu tespiti ile bahse konu rapordaki diğer bulgulara yer verilmiştir. Bilirkişi raporunda, aralarında adi ortaklık bulunan başvurucular ile H.Ç.nin sahte fatura düzenleyerek vergi kaybına yol açtıkları ile sahte ve yanıltıcı belge düzenledikleri sonucuna ulaşılmıştır.
  19. 3/5/2011 tarihli duruşmada başvurucular vekili, sahte fatura kullandıkları iddia edilen diğer firmalar hakkında işlem yapılıp yapılmadığının araştırılmasını talep etmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi, bu konunun araştırılmasına gerek görmemiş ve başvurucuların talebini reddetmiştir.
  20. Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesi, 17/6/2011 tarihli ve E.2008/1413, K.2011/515 sayılı kararıyla başvurucuların atılı suçtan mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, “Rota … firmasının yetkilisi olan sanık H. ile diğer sanıkların oluşturduğu adi ortaklığın birlikte hareket ederek 2003, 2004, 2005, 2006, 2007 yılı vergi dönemleri içinde gerçeğe aykırı fatura ve belgeler düzenledikleri bu şekilde üzerlerine atılı suçu işledikleri iddia, savunma, vergi suçu inceleme [r]aporu, bilirkişi raporu, ekli belgeler ile tüm dosya kapsamından anlaşıldığı”nıbelirtmiştir. Suç tarihi olarak ise iddianamede gösterilen tarihlere yer verilmiştir.
  21. Başvurucular bu kararı, adi ortaklığı gösteren herhangi bir somut delilin bulunmadığı, vergi tekniği raporunun gerçeği yansıtmadığı, vergi raporundaki ön yargı ve varsayıma dayalı iddiaların delil gibi kabul edildiği, haklarında fatura düzenlenen firmalar hakkında dava açılıp açılmadığının araştırılmadığı, üzerlerine atılı suçu iştirak iradesiyle işleyip işlemediklerinin ve suçlamalarla ilgilerinin bulunup bulunmadığı hususunda eksik inceleme sonucu hüküm kurulduğu; bilirkişi incelemesinin, sahteliği iddia edilen faturalar getirildikten sonra yaptırılması gerektiği gibi gerekçelerle temyiz etmişlerdir. Ek olarak başvurucular, İsmail ve Lokman Özbey’in sanık H.Ç.nin işçisi olduğunu ve Şirket yetkilisi H.Ç.nin talimatları doğrultusunda işletmenin ticari faaliyetinin doğasına uygun eylemlerde bulunduklarını, başvurucu Yıldıray Özbey’in ise kardeşi olan başvurucuları ziyaret için Şirkete geldiğini ileri sürmüşlerdir.
  22. Yargıtay 11. Ceza Dairesi 9/6/2014 tarihli ve E.2012/27217, K.2014/11200 sayılı ilamında öncelikle, suç tarihlerinin karar başlığında yanlış gösterildiği, sanıklara atılı eylemlerin sahte fatura düzenlemek olması ve KDV beyannamelerinin matrahlı belirtilmesi karşısında bu tarihlerin Mahkemesince, “31/12/2003, 31/12/2004, 31/12/2005, 31/12/2006, 31/12/2007” şeklinde düzeltilebileceğini belirtmiştir. Yargıtay; kararın devamında, başvurucular hakkında 2003-2004 yılları için verilen cezaların zaman aşımı nedeniyle düşürülmesine, 2005-2006 yılları için verilen cezaların onanmasına ve 2007 yılı için verilen hükmün ise suç tarihinde yürürlükte bulunmayan kanun uyarınca ceza tayin edilmesi nedeniyle bozulmasına karar vermiştir.
  23. Başvurucular nihai karardan, yeniden duruşma günü bildirilmesi amacıyla 12/11/2014 tarihinde yapılan çağrıyla haberdar olduklarını belirtmişlerdir.
  24. Başvurucular 3/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
  25. Bozma sonrası yargılamaya İstanbul 30. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2014/50 sayılı dosyası üzerinden devam edilmektedir.
  26. Başvurucuların itiraz yoluna başvurması üzerine dosyanın 5/12/2014 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği ve itiraz incelemesinin henüz sonuçlanmadığı anlaşılmaktadır.
  27. Bağlantılı Yargılamalar
  28. Başvurucular, anılan olaylar nedeniyle ilgili Vergi Dairesince vergi cezalı tarhiyatların kesilmesi üzerine 2004-2007 dönemleri için 4 ayrı dava açmışlardır.
  29. İstanbul 11. Vergi Mahkemesi 30/12/2011 tarihli ve E.2011/1182, K.2011/3358 (2004 vergilendirme dönemi); E.2011/1183, K.2011/3361 (2007 vergilendirme dönemi); E.2011/1184, K.2011/3359 (2005 vergilendirme dönemi); E.2011/1185, K.2011/3360 (2006 vergilendirme dönemi) sayılı kararları ile başvurucuların Rota Ltd. Şti. aracılığıyla sahte belge düzenleme organizasyonuna dâhil olduklarının somut olarak tespit edilemediğine ve dava konusu cezalı tarhiyatların hukuka aykırı olduğuna hükmetmiştir.
  30. Vergi Mahkemesi, kararında şu değerlendirmede bulunmuştur: “Olayda, Rota ... Ltd.Şti., İsmail Özbey, Lokman Özbey, Yıldıray Özbey adi ortaklığı hakkında düzenlenen 22.05.2008 tarih ve VDENR-2008/465-20 vergi tekniği raporundaki tespitler, Rota ... Ltd.Şti. tarafından düzenlenen faturaların komisyon karşılığı düzenlendiğini ortaya koymakta ise de, vergi tekniği raporunda yer alan tespitler davacıların firma çalışanları olduklarını göstermekte olduğu, firma çalışanları olması hali de başlı başına komisyon geliri elde etme amacının varlığını göstermeyeceği, ücret geliri elde etmek amacıyla kasıtlı veya kasıtsız olarak bu fiilin yapılabileceği, kastın varlığı halinde her bir davacı hakkında ancak iştirak fiilinden dolayı vergi ziyaı cezasının kesilebileceği hususları dikkate alındığında, davacıların komisyon geliri elde etmek amacıyla sahte fatura düzenleme organizasyonu içerisinde yer aldıkları yönünde somut tespitlerin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
  31. Danıştay Dokuzuncu Dairesi 9/2/2015 tarihli ve E.2012-5061, K.2015/345; E.2012-5418, K.2015/343; E.2012-5419, K.2015/342; E.2012-5420, K.2015/344 sayılı ilamları ile ilk derece mahkemesi kararlarını onamıştır.
  32. İlgili idare, onama kararlarına karşı karar düzeltme başvurusunda bulunduğundan mahkeme kararları henüz kesinleşmemiştir.
  33. İlgili Hukuk
  34. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usulü Kanunu’nun 359. maddesinin (b) bendinin (1) numaralı alt bendinin, 23/01/2008 tarihli ve 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir:

b) Vergi Kanunları uyarınca tutulan veya düzenlenen ve saklanma ve ibraz mecburiyeti bulunan;

1) Defter, kayıt ve belgeleri yok edenler veya defter sahifelerine yok ederek yerine başka yapraklar koyanlar veya hiç yaprak koymayanlar veya belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar (sahte belge, gerçek bir muamele veya durum olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belgedir.),

Hakkında on sekiz aydan üç yıla kadar ağır hapis cezası hükmolunur.”

  1. İNCELEME VE GEREKÇE
  2. Mahkemenin 8/9/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 3/12/2014 tarihli ve 2014/18932 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:
  3. Başvurucuların İddiaları
  4. Başvurucular, bilirkişi raporunda Şirketle ne şekilde adi ortaklık içerisinde olduklarının tartışılmadığını, Şirkette sigortalı çalıştıklarına ilişkin araştırma yapılmadığını ve buna dair sundukları belgenin de dikkate alınmadığını, Mahkemenin sadece vergi denetmeni raporuna ve tekrarı niteliğindeki bilirkişi raporuna dayandığını ve kendi sundukları hukuki mütalaaya ve delillere itibar etmediğini; Şirketin diğer ortağının, muhasebe işlemlerini yapan kişilerin ve iş yapılan firma yetkililerinin mal alım satımından sorumlu kişinin taleplerine aykırı olarak dinlenmediğini, adına sahte fatura düzenlendiği iddia edilen firmalar hakkında dava açılıp açılmadığının araştırılmadığını, adi ortaklık ilişkisini aydınlatmaya yönelik taleplerinin kabul edilmediğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca, mahkemelerin kararlarını yeterince gerekçelendirmediğini, hangi nedenle başvurucuların adi ortaklık içinde olduklarının ortaya konulmadığını, konunun uzmanı olan vergi mahkemesince, vergi kaybı cezasının iptal edilmesine rağmen mahkûm edildiklerini, 2003 yılına dair açılmış bir dava olmamasına rağmen bu yıla ait vergileme dönemine ilişkin de suçlu bulunduklarını, Yargıtayın suç tarihlerini değiştirmesi sonucunda savunma haklarının kısıtlandığını ve zaman aşımından düşmesi gereken 2005 yılana ait suçlamaya ilişkin cezanın da onandığını ve yargılamanın uzun sürdüğünü belirtmişlerdir. Başvurucular bu nedenlerle, Anayasa'nın 36. ve 141. maddelerinde düzenlenen silahların eşitliği, tanıklarının dinlenmelerin sağlanması, gerekçeli karar, savunma ve makul sürede yargılanma haklarını içerecek şekilde adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular son olarak mahkûmiyetlerine dayanak yapılan “Vergi Tekniği Raporu”nda kendilerine suç isnadı yapılmasının ve suçlayıcı ifadeler kullanılmasının, Anayasa'nın 38. maddesindeki masumiyet karinesine aykırı olduğunu iddia etmişlerdir.
  5. Başvurucular ileri sürdükleri ihlallere dayanarak yeniden yargılama yapılması, cezanın infazının durdurulmasına karar verilmesi ve her biri için 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuşlardır.
  6. Değerlendirme
  7. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucuların adil yargılanma hakkına yönelik iddialarının; yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı, savunma hakkının kısıtlanması, gerekçeli karar ile makul sürede yargılanma hakları altında ele alınmalarının uygun olacağı değerlendirilmiştir. Masumiyet karinesine yönelik şikâyetler ise ayrıca incelenecektir.
  8. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  9. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
  10. Başvurucular, Vergi Tekniği Raporu’nda kendilerine suç isnadı yapılmasının ve suçlayıcı ifadeler kullanılmasının, masumiyet karinesine aykırılık oluşturduğunu iddia etmişlerdir.
  11. Bakanlık tarafından bu konuya ilişkin bir görüş bildirilmemiştir.
  12. Anayasa’nın 38. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.”

  1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.”

  1. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
  2. Masumiyet karinesi, sadece bir mahkemenin, yargılamasını yaptığı sanıkların suçluluğuna ilişkin erken görüş açıklamalarını değil, aynı zamanda devam eden soruşturmalara yönelik kamu makamlarının beyanlarını da kapsar(Aynı yöndeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı için bkz. Sildikovy/Rusya, B. No: 73455/11, 20/06/2013, § 194).
  3. Bu nedenle, kişilerin mahkemelerce suçlu bulunmasının öncesinde kamu makamlarının bu kişilere ve eylemlerine yönelik kullanacakları kelimeleri dikkatle seçmeleri önem taşımaktadır. Diğer yandan bir ifadenin masumiyet karinesini ihlal edip etmediği, bu ifadenin geçtiği özel koşullar çerçevesinde incelenmelidir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Daktaras/Litvanya, B. No: 42095/98, 10/10/2000, §§ 41-43).
  4. Somut başvuruda, başvurucuların da aralarında bulunduğu kişilerin komisyon karşılığı sahte fatura verdiklerine ilişkin başlatılan savcılık soruşturması kapsamında, olayın İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığınca vergisel boyutuna ilişkin denetimler yapılmış ve Vergi Tekniği Raporu hazırlanmıştır.
  5. Hazırlanan raporun muhatabı, gerekli vergilendirme işlemlerini yapacak olan vergi dairesidir. Bu rapor, kamuoyunu bilgilendirme amacıyla yapılan beyanlar ya da dağıtılan bilgilendirme notlarıyla aynı biçimde ele alınamaz. Hazırlanan rapor, kişilerin erişimine açık değildir ve başvurucuların da bu yönde herhangi bir beyanı bulunmamaktadır.
  6. Vergi Tekniği Raporu, aynı zamanda herhangi bir vergi suçunun işlenip işlenmediğine ilişkin düzenlenen Vergi Suçu Raporu’na dayanak olmuştur. Belirtilen ikinci raporun muhatabı ise yetkili Cumhuriyet Başsavcılığıdır.
  7. Yukarıdaki tespitler doğrultusunda, Vergi Tekniği Raporu’nda her ne kadar başvurucuların adi ortaklık hâlinde komisyon karşılığı sahte fatura verilmesi işlemini yaptıkları yönünde tespitler bulunuyorsa da bu raporun kamuoyunun erişimine sunulmaması ve gerekli vergi işlemlerinin yürütülmesine matuf olması nazara alındığında raporda kullanılan ifadeler somut başvurunun koşullarında masumiyet karinesinin ihlali sonucunu doğurmayacaktır.
  8. Bu itibarla başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
  9. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiaları
  10. Bir bütün olarak ele alındığında açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmeyen başvurucuların adil yargılanma hakkı altındaki şikâyetlerinin, kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  11. Esas Yönünden
  12. Gerekçeli Karar Hakkı Yönünden
  13. Başvurucular, derece mahkemelerinin kararlarının yeterli gerekçe içermediğini ve ne şekilde adi ortaklık içinde olduklarının kararlarda açıklanmadığını ileri sürmüşlerdir.
  14. Adalet Bakanlığı yazısında, başvurucuların “mahkeme kararlarının yeterince gerekçelendirilmediğine” ilişkin şikâyetlerine yönelik görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
  15. Başvurucular, Bakanlık görüşünün lehlerine değerlendirilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.
  16. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

  1. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.

  1. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir. …

  1. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013,§ 38).
  2. Hakkaniyete uygun yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı, Anayasa'nın 141. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, mahkemelerin uyması gereken bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir. Bir muhakemede usule ilişkin koruma sağlayan adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri olan gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 31).
  3. Anayasa'daki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Anayasa'nın 36. maddesine göre "tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi" vardır (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Dulaurans/Fransa,B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımının, anılan mahkemenin başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmasına neden olması hâlinde Sözleşme'nin 6. maddesi, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84-85).
  4. Mahkemeler, “kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme” yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Hadjıanastassıou/Yunanistan,B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33) tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri, § 34).
  5. Mahkemelerin bu yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya, karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Diğer bir ifadeyle derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26; Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
  6. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, §35).
  7. Ayrıca insan haklarına ilişkin güvenceler soyut ve teorik olarak değil, uygulamada ve etkili bir şekilde sağlanmalıdır. Buna göre mahkemelerin, ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Diğer bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır (Sencer Başat ve diğerleri, §36).
  8. Makul gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24). Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve kanıtları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması gerekmez. Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene sahip olması beklenir (Sencer Başat ve diğerleri, §37).
  9. Zira bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması "gerekçeli karar hakkı" yönünden zorunludur (Sencer Başat ve diğerleri, § 38).
  10. Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgilive yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması, hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
  11. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmalıdır (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. GarcíaRuiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26). Ancak başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları ile başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin, temyiz incelemesinde tartışılmaması, gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Faik Gümüş, B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).
  12. Somut olayda başvurucuların adi ortaklık içerisinde sahte fatura verdikleri iddialarının dayanağını Vergi Tekniği Raporu oluşturmaktadır. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulan Vergi Suçu Raporu da bir önceki rapordaki bulgular temelinde hazırlanmıştır. Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesi, yargılama esnasında bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi, vergi raporlarındaki tespitleri özetlemekle yetinmiş ve sonuç kısmında başvurucuları, neden Şirket işçisi değil de adi ortak olarak kabul ettiğini açıklamaksızın “şirket müdürü H.Ç. ile Yıldıray Özbey, Lokman Özbey, İsmail Özbey Adi Ortaklığının sahte fatura düzenleyerek vergi ziyaına sebebiyet verdikleri tespit edilmiş … muhteviyatı ile sahte ve yanıltıcı belge düzenledikleri anlaşılmış(tır)” değerlendirmesinde bulunmuştur.
  13. Başvurucular, haklarındaki suçlamaları ısrarla reddetmişler, temyiz dilekçelerinde de adi ortaklığı gösteren herhangi bir somut delilin bulunmadığını ve raporlardaki bu yöndeki tespitlerin gerçeği yansıtmadığını ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle başvurucuların adi ortaklık içerisinde olup olmadıkları, başvuruya konu uyuşmazlığın çözümü bakımından makul biçimde karşılanması gereken esaslı bir unsur teşkil etmektedir. Çünkü başvurucuların adi ortaklığa dâhil olmadıklarının tespiti hâlinde Vergi Mahkemesinin kararlarında belirtildiği gibi ücret geliri elde etmek amacıyla kasıtlı veya kasıtsız olarak komisyon karşılığı sahte fatura verilmesi eyleminde bulunduklarının araştırılması gerekecekti (bkz. § 32).
  14. İlk derece mahkemesi, kararında başvurucuların diğer sanık H.Ç. ile ne şekilde adi ortaklık oluşturduklarına yönelik bir değerlendirmede bulunmamıştır. Mahkeme, başvurucuların adi ortaklık hâlinde üzerlerine atılı suçu işlediklerinin “iddia, savunma, vergi suçu inceleme [r]aporu, bilirkişi raporu, ekli belgeler ile tüm dosya kapsamından anlaşıldığı”nıbelirtmekle yetinmiştir. Yargıtay ilamında da adi ortaklık ilişkisinin sübutu bakımından herhangi bir ek gerekçelendirmeye yer verilmeksizin mahkeme kararı onanmıştır.
  15. Başvuruya konu ceza kovuşturmasının bütününe bakıldığında başvurucuların temel iddialarının, komisyon karşılığı sahte fatura verdiği belirtilen Şirkette herhangi bir adi ortaklıklarının bulunmadığı savunması olduğu görülmektedir. Başvurucular bu kapsamda, Vergi Tekniği Raporu’ndaki tespitin de somut delilerle değil, varsayıma dayalı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu rapordaki sonuç, herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın Vergi Suçu Raporu’na ve bilirkişi raporuna da aktarılmıştır (bkz. §§ 15 ve 21).
  16. Mahkeme, mahkûmiyet hükmünü “adi ortaklık ilişkisinin varlığı” kabulü üzerinden kurmakla birlikte neden bilirkişi ve vergi raporlarındaki tespitleri başvurucuların “sadece işçi olarak çalıştıkları” savunmasına tercih ettiğine dair bir açıklama getirmemiştir. Kararda “iddia, savunma, vergi suçu inceleme raporu, bilirkişi raporu, ekli belgeler ile tüm dosya kapsamına” yapılan soyut bir atfın, başvurucuların hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmelerine imkân tanıyacağı kabul edilemez. Böyle bir atıfla, başvurucuların ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren, uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaları tartışılmış ve karşılanmış olmayacaktır.
  17. Bu itibarla, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  18. Savunma Hakkı Yönünden
  19. Başvurucular, 2003 yılına dair açılmış bir dava olmamasına rağmen bu yıla ait vergileme dönemine ilişkin de suçlu bulunmalarından, Yargıtayın suç tarihlerini değiştirmesi sonucunda savunma haklarının kısıtlanmasından ve zaman aşımı nedeniyle düşmesi gereken 2005 yılına ait suçlamaya ilişkin cezanın da onanmasından şikâyet etmişlerdir. Başvurucular, suç tarihlerinin değiştirilmesinin bozma yoluyla gerçekleştirilmesi gerektiğini, böylelikle son fatura tarihlerinin düzenlenişi ya da kullanılışı yönünden farklı bir savunma öne sürüp Yargıtay görüşünü çürütebileceklerini belirtmişlerdir.
  20. Bakanlık yazısında, bu husus kanun yolu şikâyeti kapsamında değerlendirilmiş ve görüş sunulmasına gerek duyulmadığı bildirilmiştir.
  21. Başvurucular bu konuda görüş belirtmemişlerdir.
  22. Sözleşme’nin“Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

  1. a)Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
  2. b)Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;
  3. AİHM “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa'nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunmahakkı”dır. Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). Bu sebeple AİHM'e göre hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir (Aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992 §§ 49 ve 50; Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980, § 33).
  4. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan özel güvencelerin, (1) numaralı fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun yargılanma hakkı” ışığında değerlendirilmesi gerekir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz.Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No: 25444/94, 25/3/1999, §§ 51-54). Bu nedenle yalnızca (3) numaralı fıkrada sayılan haklara uygun olarak yapılan bir ceza yargılamasının adil olduğu, birinci fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun yargılanma hakkı” ilkesi ışığında değerlendirilmeksizin söylenemez (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Deweer/Belçika, B. No: 6903/75, 27/2/1980 § 56).
  5. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendinde, hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden … ayrıntılı olarak haberdar edilmek”hakkı, kişinin savunmasını hazırlayabilmesi için getirilmiş bir güvencedir. Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınmış olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ışığında (3) numaralı fıkranın (a) bendi, cezai konularda hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmasının temel ön koşulu olarak şüpheli veya sanığa detaylı bilgi verilmesini öngörmektedir (Erol Aydeğer, § 35).
  6. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (a) bendi, bilgilendirmenin şekline ilişkin herhangi bir yükümlülük içermemekle birlikte bu güvence, şüpheliye veya sanığa hakkındaki “suçlamayı bildirme” konusunda özel bir çaba gösterilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Bu nedenle (a) bendi uyarınca sanığa verilecek bilgi, kendisinin hangi fiil nedeniyle suçlandığını ve bu fiilin hukuki nitelemesinin ne olduğunu içermeli ve detaylı olmalıdır. Ceza kovuşturmasında esaslı bir yeri olan iddianamenin tebliğ edilmesiyle sanığın, yazılı bir biçimde, suçlamaların maddi ve hukuki temelinden resmî olarak haberdar olduğu kabul edilmektedir. Öte yandan yargılama sırasında suçun hukuki niteliğinin değişmesi hâlinde de sanığa yöneltilen suçlamanın değişen hukuki niteliği ve nedenleri hakkında bildirim yapılması gerekmektedir (Erol Aydeğer, § 36).
  7. AİHM ayrıca, Sözleşme’nin 6. maddesinin (a) bendi ile hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak”hakkına yer verilen (b) bendinin birbiriyle bağlantılı olduğunu; suçlamanın nedeni ve niteliği hakkında bilgilendirilme hakkının, şüphelinin veya sanığın savunmasını hazırlama hakkı ışığında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], §§ 51-54).
  8. Savunmanın hazırlanması için gerekli zamana sahip olma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “meşru vasıta ve yollardan yararlanmak” kavramının kapsamındadır (AYM, E.1992/8, K.1992/39, K.T.16/6/1992). Bu hak gereğince sanığa ve müdafisine savunma için gerekli hazırlıkları yapabilecekleri zamanın verilmesi gerekmektedir.
  9. Somut olayda, hazırlanan iddianamede “1/4/2004, 1/4/2005, 1/4/2006, 1/4/2007, 1/4/2008” tarihlerinde işlenen suçlardan dolayı başvurucuların cezalandırılması talep edilmiştir (bkz. § 16). Mahkeme, bu suç tarihlerini esas alarak başvuruculara savunma hakkı tanımış ve mahkûmiyet hükmünü aynı tarihler üzerinden kaleme almıştır.
  10. Yargıtay 11. Ceza Dairesi, KDV beyannamelerinin matrahlı belirtilmesi nedeniyle suç tarihlerinin “31/12/2003, 31/12/2004, 31/12/2005, 31/12/2006, 31/12/2007” olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Yargıtay, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 102. ve 104. maddeleri uyarınca 2003 ve 2004 yılına ait suçlamaların zaman aşımı nedeniyle düşürülmesine hükmetmiştir. Başvurucuların, 2005 ve 2006 yıllarına ilişkin suçlamalardan mahkûmiyetleri ise onanmıştır.
  11. Başvurucuların, zaman aşımı ve benzeri yeni savunmalar ileri sürebilecekleri dikkate alındığında Yargıtay tarafından suç tarihlerinin değiştirilerek kabul edilmesi ve değişik kabule göre kararın onanması, başvurucuların savunma haklarının kısıtlanması sonucuna yol açmıştır (Oğuz Tatış ve diğerleri, B. No: 2013/4186, 15/10/2014, § 81). Başvurucular, karşı iddialarını sunmak suretiyle Yargıtayın suç tarihlerine ilişkin kabulünü çürütebilme ya da hukuki durumlarını ve savunmalarını, değişen suç tarihleri doğrultusunda güncelleme imkânından mahrum kalmışlardır.
  12. Somut başvurunun koşullarında suç tarihlerindeki değişikliğin önemsiz olduğu da ileri sürülemez. Nitekim 2005 yılına ait suç tarihinin 1/4/2005 olarak kabul edilmesi hâlinde 765 sayılı mülga Kanun uyarınca zaman aşımı nedeniyle düşme kararı verilmesi söz konusu olabilecektir.
  13. Başvurucuların, haklarında dava açılmayan 2003 yılına ait vergi döneminden suçlu bulunmaları konusunu temyiz gerekçesi yapmamaları (bkz. § 24) ve Yargıtayın da bu hususta düşme kararı vermesi nedeniyle başvurucuların şikâyetlerinin bu kısmına yönelik ayrı bir inceleme yapılmamıştır.
  14. Yukarıda açıklanan gerekçelerle, savunma haklarının kısıtlanması nedeniyle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  15. Makul Sürede Yargılanma Hakkı Yönünden
  16. Başvurucular, yargılandıkları ceza davasının makul bir sürede tamamlanamamasından ve hâlen devam etmesinden şikâyet etmişlerdir.
  17. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamı içerisinde yer almaktadır ve davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesinin de Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulmalıdır (GüherErgun ve diğerleri, §§ 38-39).
  18. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı incelenirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, §§ 35 ve 36).
  19. Bu çerçevede davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (GüherErgun ve diğerleri, §§ 41-45).
  20. Somut başvuru açısından yargılama süresinin başlangıcı, her ne kadar ifadeleri daha sonra alınmış olsa da başvurucuların adi ortak olduklarının kabul edildiği Şirkete yönelik gerçekleştirilen aramanın yapıldığı 6/1/2005 tarihidir (bkz. § 9). Ceza yargılamasının, Yargıtay tarafından bozulan suçlamalar yönünden hâlen İstanbul 30. Asliye Ceza Mahkemesi önünde sürdüğü, dosyanın itiraz incelemesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği anlaşılmaktadır.
  21. Yargılama 10 yıl 8 aylık bir süredir devam etmektedir. Bununla birlikte Yıldıray ve İsmail Özbey için yakalama emriyle arandıkları 3 ay 14 günlük, başvurucu Lokman Özbey için 11 aylık sürenin toplam yargılama süresinin hesabına dâhil edilmemesi gerekir (bkz. §§ 17, 18 ve 20).
  22. Bu itibarla, somut başvuruya konu ceza davasının makul sürede tamamlanıp tamamlanmadığı bakımından değerlendirilmesi gereken süre iki dereceli bir yargılamada geçen yaklaşık 10 yıl 5 ay (Yıldıray ve İsmail Özbey) ve 9 yıl 9 aylık (Lokman Özbey) zaman dilimleridir.
  23. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
  24. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde başvuruya konu ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi ölçütler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucuların tutum ve davranışlarıyla ve usule ilişkin haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep oldukları da söylenemez. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve hâlen devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
  25. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  26. Başvurucuların Diğer Şikâyetleri
  27. Gerekçeli karar hakkına uyulmaması ve savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle başvurucuların adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin yukarıda ulaşılan sonuçlar dikkate alınarak başvurucuların adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer şikâyetlerinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
  28. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
  29. Başvurucular, yeniden yargılama yapılmasına ve cezanın infazının durdurulmasına karar verilmesini ve her biri için 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
  30. Bakanlık görüş yazısında, başvurucuların haklarının ihlal edildiğinin kabul edilmesi hâlinde hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağı bildirilmiştir.
  31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

  1. Mevcut başvuruda, mahkeme kararlarının yeterince gerekçelendirilmediği ve başvurucuların savunma haklarının kısıtlanması nedeniyle kesinleşen mahkûmiyet kararları bakımından Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için kararın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
  2. Başvurucuların tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yargılama süresi nazara alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvuruculara müştereken net 8.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  3. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  4. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Başvurucuların;
  2. Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
  3. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  4. Gerekçeli karar hakkı, savunma hakları ve makul sürede yargılanma hakkı açısından Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  5. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin İstanbul 30. Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
  6. Başvuruculara müştereken net 8.000,00 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
  7. Başvurucular tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
  8. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

8/9/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---