SAVCIYA SÖYLENE 'BİR İDDİANAME UYDURUP HAKSIZ DAVA AÇIYOR' SÖZÜ HAKARET SAYILIR MI?

SAVCIYA SÖYLENE 'BİR İDDİANAME UYDURUP HAKSIZ DAVA AÇIYOR' SÖZÜ HAKARET SAYILIR MI?

Savcıya söylene 'bir iddianame uydurup haksız dava açıyor' sözü hakaret değildir

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan katılana karşı söylenen "dosyaları karıştırıp iki önemli delili yok edip bir iddianame uydurup haksız dava açıyor" sözünün hakaret olmadığını belirtti.

Yerel mahkemenin "sanığın eyleminin iddia dokunulmazlığı ve ifade özgürlüğü kapsamında kalmadığı, suç teşkil ettiği kanaatine" varılarak verilen mahkumiyet kararını bozdu.

Genel Kurul Kararında şu hususlara vurgu yapıldı:

Kamu görevlilerinin, görevlerini yerine getirirken fonksiyonlarını etkilemeyi ve saygınlıklarına zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı saldırılara karşı korunmaları zorunlu olmakla birlikte, demokratik bir hukuk devletinde, kamu görevini üstlenenleri denetlemek, faaliyetlerini değerlendirmek ve eleştirmek de kaynağını Anayasa'dan alan düşünceyi açıklama özgürlüğünün sonucudur. Eleştirinin sert bir üslupla yapılması, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgu ise de eleştiri yapılırken görüş açıklama niteliğinde bulunmayan, küçültücü, aşağılayıcı ifadeler kullanılmamalı, düşünceyi açıklama sınırları içinde kalınmalıdır.

Sanığın katılana hakaret etme niyetinin olmadığına dair savunması ile itiraz dilekçesinin bütünlüğü ve yazılış amacı gözetildiğinde kullanılan ifadeler nezaket dışı, kaba, rahatsız edici ve ağır eleştiri niteliğinde ise de bu ifadelerin katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadı içermemesi ve sövme fiilini de oluşturmaması nedeniyle hakaret suçunun kanuni unsurlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir.

T.C.

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

2018/618 E.

2021/575 K.

18.11.2021 T.

ÖZET

Uyuşmazlık; sanığa atılı kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir. Sanığın katılana hakaret etme niyetinin olmadığına dair savunması ile itiraz dilekçesinin bütünlüğü ve yazılış amacı gözetildiğinde kullanılan ifadeler nezaket dışı, kaba, rahatsız edici ve ağır eleştiri niteliğinde ise de bu ifadelerin katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadı içermemesi ve sövme fiilini de oluşturmaması nedeniyle hakaret suçunun kanuni unsurlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir. Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, unsurları oluşmayan hakaret suçundan CMK'nın 223/2-a maddesi gereğince sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkümiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

Sanık ...'in kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan TCK'nın 125/1-3-a ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 7.300 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin ... (Kapatılan) 1. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 08.05.2012 tarihli ve 241-570 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 30.10.2014 tarih ve 39261-31181 sayı ile;

"Yargılamaya konu somut olayda; katılanın, ... Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı sırada, sanığın müşteki ve şüpheli sıfatıyla yer aldığı bir soruşturma sonunda, sanık hakkında iddianame düzenleyerek kamu davası açması ve yaptığı şikayetle ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar vermesi üzerine, sanığın itiraz merciine sunduğu dilekçede, katılan hakkında sarfettiği, 'dosyaları karıştırıp, iki önemli delili yok edip, bir iddianame uydurup haksız dava açıyor' biçimindeki suça konu ifadelerin, TCK'nın 128. maddesi kapsamında, iddia ve savunma dokunulmazlığı sınırları içinde kaldığı gözetilmeden, yasal olmayan ve yerinde görülmeyen gerekçeyle ceza verilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel Mahkemece 17.03.2015 tarih ve 4-248 sayı ile;

"Sanık ...'in 01.02.2010 tarihli dilekçe ile ... Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına başvuruda bulunduğu, başvuru dilekçesinde şikayet başvurusu ile soruşturma yapan Cumhuriyet savcısı müştekinin 'en önemli iki delili yok ettiğini, dosyaları karıştırıp iki önemli delili yok edip bir iddianame uydurduğunu' söyleyerek kamu görevlisi olan Cumhuriyet savcısını delilleri yok eden, iddianame uyduran bir kişi olarak göstermek suretiyle hakaret ettiği, sözlerinin iddia ve savunma sınırını aştığı, aşağılayıcı ve kişilik haklarına saldırı boyutuna ulaştığı, buna göre sanığın üzerine atılı suçun unsurlarıyla oluştuğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Yargıtay dava konusu sözlerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında olduğunu bildirmiş ise de bu görüş Mahkememiz tarafından yerinde bulunmamıştır.

TCK'nın 128/1. maddesinde düzenlenen iddia ve savunma dokunulmazlığının amacı, kişilerin hak arama özgürlükleri ile savunma haklarını cezalandırılma korkusu olmadan kullanabilmeleridir. Ancak maddede düzenlenen dokunulmazlık sınırsız değildir. Nitekim maddenin kendisinde, yargı mercileri nezdinde yapılacak sözlü veya yazılı başvurularda 'kişiler ile ilgili somut isnadların ya da olumsuz değerlendirmelerin' bulunması hali cezasız bırakılmıştır. Dava konusu olayda, soruşturma aşamasında müşteki olan sanığın dilekçesinde yazdığı hususların soruşturma ile ilgisi olmadığı gibi, soruşturmayı yapan Cumhuriyet savcısının kişiliğini hedef alarak iddia dile getirmesini gerektiren bir durum da yoktur. Nitekim TCK'nın 128/1. maddesi, söz konusu sözlerin cezasız kalabilmesi için 'gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerektiğini' hükme bağlamıştır.

Sanığın sarf ettiği sözler gerçek olmadığı gibi somut vakıalara da dayalı değildir. Soruşturmayı yapan Cumhuriyet savcısı ne 'iddianame uydurmuş' ne de 'delilleri yok etmiştir'. Bu sözler gerçek olmadığı gibi herhangi bir somu vakıaya dayalı da değildir. Nitekim, bu başvuruyu inceleyen ... 1. Ağır Ceza Mahkemesi başvuruyu reddetmiştir.

Birleşmiş Milletler tarafından benimsenen, 2006 yılında HSYK tarafından alınan karar ile iç mevzuatımıza giren Bangalor Yargı Etiği İlkeleri uyarınca, 'tarafsızlık' ve 'bağımsızlık' bir yargı mensubu için en temel değerlerdendir. Öyle ki, bu değerlere sahip olmayan bir kişinin yargı mensubu olarak görev yapması beklenemez.

Sanık sarf ettiği sözler ile Cumhuriyet savcısını iddianame uyduran, delil üreten bir kişi olarak göstermiştir. Buna göre, söz konusu soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısı kendisine güven duyulmaması gereken, tarafsız ve bağımsız olmayan bir kişidir. Bu tür ithamlar bir yargı mensubunun sahip olması gereken en temel değerlere sahip olmadığını söylemek anlamına gelir ki yargı mensupları için bundan daha ağır bir hakaret düşünülemez.

Kamu görevlilerinin kendilerine yönelik eleştiriler bakımından daha esnek olmaları gerektiği, hem Yargıtay hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları ile vurgulanmış ise de, yargı mensuplarına yönelik eleştiri ve suçlamalar karşısında ifade özgürlüğü daha az koruma görmüştür.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesinin 2. fıkrasında, ifade özgürlüğünün '... yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için...' sınırlanabileceği özellikle vurgulanmıştır.

AİHM bu konuda emsal olan De Haes ve Gijsels/Belçika (1997) kararında; yargı mensuplarının kamunun güvenine sahip olması gerektiğini ve dolayısıyla olgusal temelden yoksun yıkıcı saldırılardan korunmalarının gerekli olduğunu saptamıştır. Yargı mensuplarının mesleki olarak kamu önünde konuşmama gibi bir sorumlulukları olduğundan, kendilerine yöneltilen saldırılara, örneğin politikacılar gibi cevap veremediklerine özellikle işaret edilmiştir. Mahkeme söz konusu kararında, somut olayı irdelerken, yazılan yazıların bilimsel içerikte olduğunu, izah ettiği sorunu kapsamlı şekilde ele aldığını, ciddi bir araştırmaya dayandığını, bu nedenle ifade özgürlüğü kapsamında korunması gerektiğini kabul etmiştir.

Sanığın sözlerinde bilimsel bir yön olmadığı gibi, soruşturma konusu olan iddiasını ispata yarayacak nitelikte de değildir.

AİHM konuyu tartıştığı Lesnik/Slovakya (2003) kararında; bir savcıya yapılan hakaret üzerine verilen cezaya yönelik başvuruyu incelemiştir. Mahkeme yaptığı inceleme sonucunda; kamu görevlilerinin üstlendikleri görevi hakkı ile yerine getirebilmeleri için kamunun güvenine sahip olmaları gerektiğini, bu nedenle kamu görevlilerinin asılsız suçlamalara karşı korunması gerektiğini belirtmiştir. Savcıların adaletin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olduğunu vurgulayan Mahkeme, başvuru konusu olayda, savcının mesleki ve kişisel özellikleri konusunda kullanılan ifadelerin herhangi bir kanıta dayanmayan değer yargıları olduğunu, savcının kişisel özellikleri konusunda maddi desteği olmayan, hakaret boyutuna varan ifadeler olduğunu vurgulamış ve başvurucuya ceza verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal etmediğine karar vermiştir.

Açıklanan bu nedenlerle; sanığın eyleminin iddia dokunulmazlığı ve ifade özgürlüğü kapsamında kalmadığı, suç teşkil ettiği kanaatine varılmıştır...

" gerekçesiyle bozma kararına direnmiştir.

Direnme kararına konu bu hükmün de sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 12.06.2018 tarihli ve 173517 sayılı "Bozma" istekli tebliğnamesi ile dosya 6763 sayılı Kanun'un 36. maddesiyle değişik CMK'nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 4. Ceza Dairesince 15.11.2018 tarih ve 4247-19799 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

İddia, ... Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/3082 sayılı soruşturma dosyasının sureti, sanığın katılan tarafından verilen 06.01.2010 tarihli ve 3082 sayılı ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara ilişkin itirazlarını içeren 01.02.2010 havale tarihli dilekçesi, katılan ...'nun anlatımları, sanık savunması ve tüm dosya içeriğinden; ... Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2009/3082 sayılı soruşturmanın ardından Cumhuriyet savcısı olan katılan tarafından sanığın şikayetçi olduğu ... hakkında hayvanın tehlike yaratabilecek şekilde serbest bırakılması, iftira, kişilerin huzur ve sükünunu bozma ve hakaret suçlarından delil yetersizliği nedeniyle ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verdiği, aynı soruşturma kapsamında 06.01.2010 tarihli ve 11-6 sayılı iddianame ile sanık hakkında mala zarar verme ve hakaret suçlarından kamu davası açtığı ve sanığın ek kovuşturmaya yer olmadığına dair itiraz dilekçesinde "... C. Savcısı ... dosyaları karıştırıp iki önemli delili yok edip bir iddianame uydurup haksız dava açıyor" ifadelerine yer verdiği hususunda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Doğal haklardan kabul edilen ifade hürriyeti, çoğulcu demokrasilerde, vazgeçilemez ve devredilemez bir niteliğe sahiptir. Öğretide değişik tanımlara rastlanmakla birlikte, genel bir kabulle ifade/düşünce hürriyeti, insanın özgürce fikirler edinebilme, edindiği fikir ve kanaatlerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkan ve özgürlüğüdür. Demokrasinin "olmazsa olmaz şartı" olan ifade hürriyeti, birçok hak ve özgürlüğün temeli, kişisel ve toplumsal gelişmenin de kaynağıdır. İşte bu özelliğinden dolayı ifade hürriyeti, temel hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilerek, birçok uluslararası belgeye konu olmuş, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda da ayrıntılı düzenlemelere tabi tutulmuştur.

Bu bağlamda;

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 19. maddesinde;

"Herkesin görüş ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama, alma ve yayma özgürlüğünü içerir.",

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 10. maddesinin birinci fıkrasında;

"Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir." hükümlerine yer verilmiştir.

Anayasa'mıza bakıldığında;

25. maddede "Düşünce ve kanaat hürriyeti" başlığı altında;

"Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz."

26. maddede, AİHS'nin 10. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemeye benzer şekilde;

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir." hükümleri yer almıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise konuya ilişkin olarak; "İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen 'haber' ve 'düşünceler' için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeyler bir yana, bu alanda getirilen her 'formalite', 'koşul', 'yasak' ve 'ceza', izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır." şeklinde görüş belirtmiştir (Handyside/ Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 07.12.1976).

Görüldüğü gibi, Sözleşme'nin 10. maddesinin birinci fıkrası ile Anayasa'nın 25 ve 26. maddelerinde ifade (düşünce) hürriyeti en geniş anlamıyla güvence altına alınmıştır.

Günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, istisnalar dışında, geniş bir yelpazeyle düşünceyi açıklama korunmakta ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmek suretiyle özgürlüğün sağladığı haklardan en geniş şekilde yararlandırılmaktadır.

Ne var ki; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan ifadeler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle cezai yaptırımlara bağlanmaktadır.

Bu bağlamda TCK'nın "Hakaret" başlıklı 125. maddesi;

"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.

(3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,

b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,

c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,

İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz

(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.

(5) Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır." şeklinde düzenlenmiştir.

Bu düzenleme ile 765 sayılı TCK'dan farklı olarak hakaret ve sövme ayrımı kaldırılmış, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek, hakaret suçunu oluşturan seçimlik hareketler olarak belirlenmiştir. (Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, ..., 2013, s. 430).

Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir.

Eleştiri ise, herhangi bir kişiyi, eseri, olayı veya konuyu enine, boyuna, derinlemesine her yönüyle incelemek, belli kriterlere göre ölçmek, değerlendirmek, doğru ve yanlış yanlarını sergilemek amacıyla ortaya konulan görüş ve düşüncelerdir. Genelde beğenmemek, kusur bulmak olarak kabul görmekte ise de eleştirinin bir amacının da konuyu anlaşılır kılmak, sonuç çıkarmak ve toplumu yönlendirmek olduğunda kuşku yoktur.

Her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir.

Kamu görevlilerinin, görevlerini yerine getirirken fonksiyonlarını etkilemeyi ve saygınlıklarına zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı saldırılara karşı korunmaları zorunlu olmakla birlikte, demokratik bir hukuk devletinde, kamu görevini üstlenenleri denetlemek, faaliyetlerini değerlendirmek ve eleştirmek de kaynağını Anayasa'dan alan düşünceyi açıklama özgürlüğünün sonucudur. Eleştirinin sert bir üslupla yapılması, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgu ise de eleştiri yapılırken görüş açıklama niteliğinde bulunmayan, küçültücü, aşağılayıcı ifadeler kullanılmamalı, düşünceyi açıklama sınırları içinde kalınmalıdır.

AİHM'e göre öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler bir değer yargısı içermekte olup somut bir olgu isnadından bahsedilemiyorsa, değer yargılarını destekleyecek 'yeterli bir altyapı'nın mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulacaktır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan, hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı AİHM tarafından da ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir.

Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise, en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki, bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

. Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan katılanın inceleme dışı bir soruşturma nedeniyle sanık hakkında mala zarar verme ve hakaret suçlarından iddianame düzenlerken, sanığın şikayetçi olduğu katılan ... hakkında hayvanın tehlike yaratabilecek şekilde serbest bırakılması, iftira, kişilerin huzur ve sükünunu bozma ve hakaret suçlarından delil yetersizliği nedeniyle ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verdiği, bu karara itiraz eden sanığın, itiraz dilekçesinde katılana hitaben; ".... C. Savcısı ... dosyaları karıştırıp iki önemli delili yok edip bir iddianame uydurup haksız dava açıyor." şeklinde ifadeler kullandığı olayda;

Sanığın katılana hakaret etme niyetinin olmadığına dair savunması ile itiraz dilekçesinin bütünlüğü ve yazılış amacı gözetildiğinde kullanılan ifadeler nezaket dışı, kaba, rahatsız edici ve ağır eleştiri niteliğinde ise de bu ifadelerin katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadı içermemesi ve sövme fiilini de oluşturmaması nedeniyle hakaret suçunun kanuni unsurlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir.

Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, unsurları oluşmayan hakaret suçundan CMK'nın 223/2-a maddesi gereğince sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkümiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- ... 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 17.03.2015 tarihli ve 4-248 sayılı hükmündeki direnme gerekçesinin YERİNDE OLMADIĞINA,

2- ... 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 17.03.2015 tarihli ve 4-248 sayılı direnme kararına konu hükmünün, unsurları oluşmayan hakaret suçundan CMK'nın 223/2-a maddesi gereğince sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkümiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

3- Dosyanın mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 18.11.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.