MAĞDURDAN ÖZÜR DİLEMEYEN SANIĞA HAGB UYGULANMAZ

MAĞDURDAN ÖZÜR DİLEMEYEN SANIĞA HAGB UYGULANMAZ

T.C.

Yargıtay

Ceza Genel Kurulu         

2012/1264 E. 

2013/42 K.

  • HAKARET
  • SANIĞIN ÖZÜR DİLEMEMESİ DURUMUNDA HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINA KARAR VERİLMESİ
  • KASTEN YARALAMA
  • KİŞİLERİN HUZUR VE SÜKUNUNU BOZMA
  • CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 171
  • CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 231
  • TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 35
  • TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 52
  • TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 86
  • TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 125

Sanık F.. K..’nın hakaret suçundan 5237 sayılı TCK’nun 125/1-4 ve 52. maddeleri uyarınca 2.100 Lira, kasten yaralama suçundan TCK’nun 86/2, 35 ve 52. maddeleri uyarınca 1.800 Lira, kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan TCK’nun 123/1 ve 52. maddeleri uyarınca 1.800 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına, tehdit suçundan ise beraatına ilişkin, Aydın 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 30.06.2008 gün ve 317-540 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 22.02.2010 gün ve 3886-4978 ile;
“Sanık hakkında kasten yaralama ve kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan kurulan 30.06.2008 tarihli hükmün sanık tarafından temyizi üzerine 02.07.2008 tarihli ek karar ile temyiz isteğinin reddine karar verildiği belirlenerek, sanığın hakaret suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazları üzerine yapılan incelemede,
Katılanın bir tazminat istemi bulunmadığı gibi, dosyaya yansıyan bir zararın da belirlenemediği gözetilmeden, sanığın katılanın zararını ödemeyi kabul etmediği biçimindeki dosya içeriğine uygun olmayan gerekçe ile sanık hakkında 5271 sayılı CMK.nun 231/5. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 31.05.2010 gün ve 432-607 sayı ile;
“… Kişiler üzerinde manevi etki bırakan hakaret, huzur ve sükun bozma gibi eylemler maddi herhangi bir zarar doğurmaz dolayısıyla bu suçlar sonrasında mağdurun herhangi bir şekilde maddi olarak zarar giderimi beklenemez. Manevi etki bırakan eylemlerde doğal olarak manevi zarar oluşmaktadır. Dolayısıyla bunun giderimi de en azından özür dileme ya da pişmanlığını dile getirme gibi hareketlerle kendini belli eder. Olayımızda ise sanığa yapılan bu yöndeki uyarıyı sanık kabul etmediği gibi eylemi dahi kabul etmemiştir. Duruşmaların başından sonuna kadar eylemi kabul etmediği gibi müştekiden özür dahi dilememiştir. Hatta son duruşmaya kadar müştekiyi aramadığını ve görmediğini belirtmiştir. Bu durumda sanığın bu eylem nedeniyle müştekide oluşan manevi zararı gidermediği için CMK’nun 231/5. maddesinde gösterilen şartları yerine getirmiş sayılmaz…
CMK’nun 231/5. maddesinde doğrudan maddi zarar şeklinde bir ibare olmadığına göre uzlaşmaya tabi eylemlerde manevi zarar oluştuğunda özür dilemeyi zarar gidermek için gerekli olan hallerden biri olarak kabul etmek gerekir. Sanık katılandan özür dilemediği için hakkında CMK’nun 231/5. maddesi uygulanmamıştır” gerekçesiyle direnerek, önceki hüküm gibi karar vermiştir.
Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay C. Başsavcılığının 16.07.2012 gün ve 313737 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI
Tehdit suçundan kurulan hükmün temyiz edilmeksizin kesinleşmesi, kasten yaralama ile kişilerin huzur ve sükununu bozma suçlarından verilen hükümlerin ise kesin nitelikli adli para cezası olması nedeniyle, bu hükümlere yönelik temyiz istemlerinin reddine karar verilmesi karşısında inceleme, hakaret suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Suçun gerçekleşme şekli ve sübutu açısından uyuşmazlık bulunmayan ve sanığın hakaret suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yerel mahkemece hakaret suçundan oluşan manevi zararı sanığın özür dilemek suretiyle gidermediği gerekçesiyle sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesinin isabetli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
İncelenen dosya içeriğinden;
1979 doğumlu, evli, 2 çocuklu ve sabıkasız olan sanığın, 1970 doğumlu, bekâr ve polis merkezinde sivil memur olarak çalışan katılanı olaydan önceki günlerde sürekli takip ederek rahatsız ettiği, olay günü de “gel seni gideceğim yere götüreyim” diyerek huzurunu bozduğu, katılanın şikayet edeceğini ifade etmesi üzerine “sen bana hiçbir halt yapamazsın, seni s….” diyerek hakaret ettiği,
Katılanın aşamalarda uzlaşmayı kabul etmediği, sanığın soruşturma aşamasında uzlaşmak istediğini ifade etmesine rağmen yargılama aşamasında bu iradesinden dönerek uzlaşmak istemediğini belirttiği,
Yargılama sırasında sanığa zararı gidermek isteyip istemediği sorulduğunda ise; katılanın zararı bulunmadığından zararı gidermek istemediğini ifade ettiği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi için hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının ilkeleri ve uygulanma koşulları üzerinde durulması gerekmektedir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulaması, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 23. maddesi ile kabul edilmiş, 19.12.2006 günü yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanunun 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanunun 231. maddesine eklenen 5 ila 14. fıkralar ile büyükler için de uygulamaya koyulmuş, aynı Kanunun 40. maddesiyle de 5395 sayılı Kanunun 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılık hariç olmak kaydıyla, çocuk suçlular ile yetişkin suçlular hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı şartlara tabi kılınmıştır.
Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası için kabul edilen bu uygulama, 5728 sayılı Kanunla 5271 sayılı Kanunun 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasa’nın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlar istisna olmak üzere, hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezalarına ilişkin tüm suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
5560, 5728, 5739 ve 6008 sayılı Kanunlar ile 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesinde yapılan değişiklikler göz önüne alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;
a) Suça ilişkin olarak;
1- Yapılan yargılama sonucunda, sanık hakkında mahkûmiyet hükmü tesis edilmesi ve hükmolunan cezanın, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasından ibaret olması,
2- Suçun, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlardan olmaması,
b) Sanığa ilişkin olarak;
1- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
2- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi,
3- Mahkemece; sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,
4- Sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair beyanının olmaması,
Şartlarının gerçekleşmesi gerekmektedir.
Tüm bu şartların varlığı halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.
Görüldüğü gibi hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif şartlarından birisi de, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesidir. Burada uğranılan zarardan kast edilen maddi zarar olup, manevi zarar bu kapsamda değerlendirilmemelidir. Herhangi bir maddi zararın doğmadığı veya zarar doğurmaya elverişli olmayan suçlar yönünden ise bu şart aranmayacaktır. Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 gün ve 250-13 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararı da bu doğrultudadır.
Öte yandan uzlaşmaya tabi olan hakaret suçundan, sanığın yargılama aşamasında uzlaşmak istemediğini ifade etmesi karşısında sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin uygulanmayacağı ileri sürülebilir ise de, ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 27.03.2012 gün ve 413-121 sayılı kararında açıklandığı üzere; uzlaşma ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması ayrı kurumlar olup, birbirinden farklı uygulama koşulları olduğundan, öncelikle sanık lehine düzenleme olduğunda kuşku bulunmayan uzlaştırma işlemi yapılmalı, uzlaştırmanın sonuçsuz kalması halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma imkanı olup olmadığı ayrıca değerlendirilmelidir. Diğer bir anlatımla, sanığın uzlaşmayı kabul etmemesi ve bu nedenle uzlaştırmanın sağlanamaması durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmamalı, yargılama sonucunda şartlarının varlığı halinde CMK’nun 231/5. maddesinin uygulanabileceği kabul edilmelidir.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın işlemiş olduğu hakaret suçunu oluşturan eylem nedeniyle oluşmuş bir maddi zarardan bahsedilemeyeceğinden, 5271 sayılı CMK’nun 231. maddenin 6. fıkrasının (c) bendindeki şart aranmaksızın bu suçla ilgili yargılama sonucunda sabıkasız olan sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, yerel mahkemece sanığın özür dilememek suretiyle katılanın manevi zararını gidermediği gerekçe gösterilerek sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi yasal dayanaktan yoksun ve isabetsizdir.
Bu itibarla, isabetsiz olan yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul üyesi G.Yalvaç; “Sanık hakkında, şikayetçiyi bir süre takip edip, karşılaştığında eliyle saçını düzeltip, gülümseyerek rahatsız ettiği, yolunu bekleyip karşılaşmaya çalıştığı, karşılaştığında ‘gel seni benim gideceğim yere götüreyim’ demek suretiyle huzurunu kaçırdığı, şikayetçinin seni şikayet edeceğim demesi üzerine ‘sen bana hiçbir halt yapamazsın, sen benim kim olduğumu biliyormusun, seni s…., senin başına bela olurum’ şeklinde küfür ve tehditlerle yanından uzaklaşmaya çalıştığı, arkasından gelen müştekiye tekrar dönüp, edep dışı aynı sözü tekrarladıktan sonra elini kaldırıp vurmaya çalıştığı iddiasıyla açılan kamu davasında, yerel mahkemece, sanığın hakaret, yaralamaya teşebbüs, huzur ve sükunu bozma suçundan adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve sanık zarar ödemeyi kabul etmediğinden, hakkında CMK’nın 231. maddesinin uygulanmamasına karar verilmiş, sanık tarafından temyiz edilen hükümler, Özel Dairece, diğer iki hükmün kesin olduğu saptanarak, hakaret suçu yönünden yapılan değerlendirmede, katılanın tazminat istemi bulunmadığı, bir zararda belirlenemediği gözetilmeden, dosya kapsamına uymayan gerekçe ile CMK’nın 231. maddesinin uygulanmamasına karar verilmesi isabetsizliğinden hüküm bozulmuş, yerel mahkemece, nedamet duymayan, özür dilemeyen bir sanığın bu hükmün uygulanmasına müstehak olmadığı, onur ve saygınlığına yönelik suçlarda da bir zararın bulunduğu ancak bunun maddi olarak gideriminin beklenemeyeceği, bunun özür veya pişmanlık yoluyla giderilmesi gerektiği gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Özel Daire bozması Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarına ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 gün ve 11-250/13 sayılı kararına uygundur. Ancak karardaki ilke bu müesseselerden beklenen amaca hizmet etmekte midir, ya da karardaki ifade mutlak mıdır, şeklen doğru olsa bile bu anlayış adalet duygusuna ne kadar hitap etmektedir? Tüm bu hususların yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu nedenle öncelikle anılan karardaki ilkeyi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve diğer benzer müesseselerin ihdas amacı doğrultusunda yorumlamak suretiyle somut uyuşmazlıkla ilgili görüşlerimi ifade edeceğim.
Anılan kararın ilgili paragrafı aynen şu şekildedir; ‘Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarından birisi de suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesidir. Burada, uğranılan zararlardan kast edilen maddi zararlar olup, manevi zararlar bu kapsamda değerlendirilmemelidir.
Maddi zararın bizzat sanık tarafından yerine getirilmesi gerekmeyip, sanık adına onun bilgisi ve rızası tahtında üçüncü kişiler tarafından da tazmin, aynen iade veya eski hale getirme suretiyle giderilmesi de olanaklıdır. Ancak, herhangi bir zararın doğmadığı veya zarar doğurmaya elverişli bulunmayan suçlar yönünden bu koşul aranmayacaktır. Örneğin, 6136 sayılı Yasanın 13. maddesine aykırılık halinde, herhangi bir zarar bulunmadığından zararın giderimi koşulu aranmaz.
Zararın belirlenmesinde hâkim, ceza yargılamasında şahsi hak davasına yer verilmediği gerçeğini de gözönünde bulundurmak koşuluyla, kanaat verici basit bir araştırma yapmalı, hukuk hakimi gibi gerçek zararı tam anlamıyla saptamaya çalışmamalıdır. Zira, 5271 sayılı Yasanın 231. maddesindeki düzenleme, kişinin ileride hukuk mahkemesinde şahsi hak davası açmasına ve giderilmediğini düşündüğü gerçek zararının saptanarak kalan kısmına da hükmedilmesini isteme yönünden bir engel oluşturmamaktadır’
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca, şahsi hak davasının kalkmış olması, maddi zarar doğurmayan suçlarda maddi bir belirlemenin zorluğu ve en önemlisi de, kişilerin manevi değerlerine parasal bir değer biçmenin mümkün olmayacağı düşüncesiyle, hakimin araştıracağı ve göz önünde tutacağı zararın maddi zarar olduğuna karar vermiştir. Bu kararda hâkimin araştırmakla yükümlü olduğu zarar belirtilmektir. Yoksa, kararla manevi zararların tazmininin engellemesi amaçlanmış değildir. Ancak uygulamada bu husus manevi zararların tazminine gerek bulunmadığı şeklinde algılanmış, bu algı, uzlaşma, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, C.savcısının kamu davası açmada takdir yetkisi, zararın ödenmesi şartıyla erteleme ve tazmin suretiyle giderme tedbirine hükmetme gibi müesseseleri de konuluş amacından uzaklaştırıp, içini boşaltarak, işlevsiz kurumlar haline getirmiştir.
Ayrıntısına girmeden ifade etmek isterim ki, yukarıda tüm müesseselerin ortak amacı öncelikle mağdurun mağduriyetinin giderilmesi suretiyle toplumsal barışın sağlanması, bu şekilde şüpheli veya sanığın topluma kazandırılmasıdır. Tüm bu müesseseler esasen bir kısmı geçmişte de bulunan ancak yeni CMK’da mağdur haklarını da güvence altına alan onarıcı adalet kurumlarıdır. Bu nedenle anılan hükümler uygulanırken bu denge ve düşünceye uygun bir bakış açısı geliştirilmelidir. Bugüne kadarki uygulama maalesef anılan müesseseleri işlevsiz içi boş birer kurum haline getirmiş, bırakın uyuşmazlıkları çözmeyi, kendileri uyuşmazlıkların konusu olmuşlardır.
Şöyle ki, Cumhuriyet savcısının delil değerlendirmesi yetkisi bulunmadığı şeklindeki önceki uygulamalardan kaynaklanan hatalı düşüncenin etkisi, şikâyet edilme ve Adalet müfettişlerince eleştirilme endişesiyle 5271 sayılı CMK’nın 171. maddesindeki ‘kamu davasını açmada takdir yetkisi’ kurumu işletilememiş, soruşturma aşamasında sonlanması gereken uyuşmazlıklar kovuşturma aşamasına taşınmıştır. Hemen olaydan sonra, çoğu zaman da yasak savma kabilinden, ‘uzlaşmak isteyip istemedikleri’ sorulmak suretiyle, uzlaşma kurumu işlevsiz bırakılmıştır. Bir an düşünelim, tehdit veya hakarete maruz kalmışız veya bir trafik kazasında kolumuz, bacağımız kırılmış, bu atmosferde bizlere sanıkla uzlaşmak isteyip istemediğimiz sorulsa bu soruya vereceğimiz cevabın olumlu olma ihtimali var mıdır? Diğer müesseseler için de manzara pek farklı değildir. CMK’nın 231. maddesinin değerlendirilmesi için yapılan bozma üzerine, mahkemece taraflar çağrılır, bozmaya karşı diyecekleri sorulur, daha sonra zarar giderilmediği şeklindeki bir gerekçe ile ‘sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına’ karar verilir, acaba bu şekilde bozma gereği yerine getirilmiş midir? Yine dosyaların esasına girilmeden üzerine şablon 231 bozmalarının eklenerek gönderilmesi yargılamayı uzatmaktan ve yargının iş yükünü arttırmaktan başka bir işe yaramamıştır. 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren Yargıtay bir dosyayı en az üç kez incelemekte ancak bal yapmayan arı misali boşa emek ve mesai sarfetmekte, toplumda hiç de haketmediği halde çalışmadığı şeklinde bir algıyla karşılaşmaktadır.
Uzlaşmaya tabi bir suçta, uzlaşmayan bir sanık hakkında verilen bir kararı hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun değerlendirilmesi yönünden bozmak, ne müessesenin amacına ne de adalete hizmet etmektedir. Bu kurumlar, hakları ve yükümlülükleri birlikte öngören kurumlardır. Meselelere yalnızca hak, hatta kazanılmış hak gibi yaklaşıp, yükümlülükleri bertaraf eden bir anlayış, ne adalete ne de toplumsal barışa hizmet eder. Bu nedenle benzer müesseseler aynı yaklaşımla uygulanmalı taktir yetkisi kapsamında kalan uygulamalar açık hukuka aykırılık taşımadığı sürece bozma konusu yapılmamalı, herhangi bir sonuç doğurmayacak bozmalardan kaçınılmalıdır.
Uyuşmazlık konusuna gelince, sanık üç suçtan yargılanmış ve her üç suçtan da biri nitelik değiştirmek suretiyle mahkûm edilmiştir. İki suçtan verilen hükmün kesin olması nedeniyle hakaret suçundan yapılan inceleme sonucunda hüküm, hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesinin yasal olmayan gerekçe ile reddedilmesi nedeniyle bozulmuştur, bu bozma, yerel mahkemece gösterilen gerekçenin yasal olmaması nedeniyle, Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarına ve biçimsel gerçeğe uygundur, ancak inceleme konusu incelendiğinde, işlediği suçlardan nedamet duymayan, suçların olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmaya yönelik bir çabası bulunmayan bu nedenle hakkında uzlaşma hükümleri de uygulanmayan bir sanıkla karşı karşıyayız. Şüphesiz ki, inceleme konusu suçun hakaret olması nedeniyle maddi bir zararın bulunduğu söylenemeyeceği gibi kişilerin onur ve saygınlığına parasal bir değer biçmek de mümkün değildir. Ancak, mağdur, bu suçtan zarar görmemiş midir? Hiç kimse mağdurun bu suçtan zarar görmediğini söyleyemez. O halde bu zararın giderilmesi, mağdurun mağduriyetinin giderilmesi gerekmez mi, nitekim yerel mahkemece de, direnme kararında tüm bu hususları değerlendirmek suretiyle, sanığın bu haktan yararlanamayacağını belirtmiştir.
Yerel mahkemece bu bozma üzerine, hiçbir koşulu yerine getirmeyen sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi, mağduru ikinci kez mağdur etmekten başka bir amaca hizmet etmeyecek, mahkemenin, sübjektif koşulları değerlendirerek sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar vermesi halinde ise bozma kararı etkisiz hale gelecektir” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Genel Kurul üyesi de; benzer düşüncelerle karşıoy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Aydın 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 31.05.2010 gün ve 432-607 sayılı direnme hükmünün yasal olmayan gerekçeyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.02.2013 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.