İMZAYA İTİRAZ EDİLMESİ DURUMUNDA HMK’NIN 211. MADDESİNDE YER ALAN VE İMZA İNCELEMESİ KONUSUNDA GETİRİLEN BU SIRAYA UYULMASI ZORUNLUDUR

İMZAYA İTİRAZ EDİLMESİ DURUMUNDA HMK’NIN 211. MADDESİNDE YER ALAN VE İMZA İNCELEMESİ KONUSUNDA GETİRİLEN BU SIRAYA UYULMASI ZORUNLUDUR

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu         

2017/911 E. 

2020/736 K.

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

    1. Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Hatay 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
    2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

    I. YARGILAMA SÜRECİ
    Davacı İstemi:
    4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı tarafından icra takibine konu edilen senet bedellerini ödeyip ibraname aldığını belirterek davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı Cevabı:
    5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; iddia konusu ibranameyi imzalamadığını, belgede 37.600TL tahsil edildiğinin yazılı olduğunu ancak kendisinin 3.760TL tahsil ettiğine ilişkin başka bir belgeyi okumadan imzaladığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
    Mahkeme Kararı:
    6. Hatay 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.06.2013 tarihli ve 2009/414 E., 2013/310 K. sayılı kararı ile; İcra Hukuk Mahkemesince alınan raporda davacının dayandığı ibranamedeki imzanın davalının eli ürünü olduğunun ve belgeye eklenti yapılmadığının belirlendiğinin belirtildiği, davalının davacıya yemin teklif ettiği, davacının da davalıya 37.500TL ödeyip ibraname aldığına dair yemin ettiği gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının icra takibinden dolayı davalıya borçlu olmadığının tespitine, takibin iptaline karar verilmiştir.
    Özel Dairenin Bozma Kararı:
    7. Hatay 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
    8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince 15.01.2014 tarihli ve 2013/15795 E., 2014/1233 K. sayılı kararı ile; “…Davalı, kendisinin 3.760TL’lik ibraname verdiğini 37.600TL’lik bir ibraname imzalamadığını savunmuş ve bu savunma karşısında davaya konu ibraname altındaki imzanın kendisine ait olmaması gerektiğini, imzanın kendisine ait olduğunun kabulü halinde ise miktar hanesine “0” rakamının sonradan eklenerek 3760 rakamının 37.600TL haline getirildiğini belirtmiştir. Bu konuda icra hukuk mahkemesince Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınmış ise de belirtilen raporda imza incelemesi yapılmadığı gibi rakam hanesine sonradan ekleme yapılıp yapılmadığının da tespit edilemediği yönünde görüş bildirilmiştir. Bu durumda mahkemece, davalının savunmalarının değerlendirilmesi yönünden uyuşmazlık konusu ibraname altındaki imzanın davalının eli ürünü olup olmadığı ve ayrıca 37.600 rakamındaki son sıfırın sonradan eklenip eklenmediği yani ibranamenin miktarına ilişkin bu kısımda tahrifat yapılıp yapılmadığının konusunda uzman kişilerden oluşturulacak üç kişilik bilirkişi kuruluna incelettirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
    Direnme Kararı:
    9. Hatay 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.03.2015 tarihli ve 2014/1038 E., 2015/151 K. sayılı kararı ile; İcra Hukuk Mahkemesinin 2009/753 E. sayılı dosyasında aynı belge üzerinde üç defa Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi tarafından inceleme yapıldığı, dosya içerisine alınan bu raporlarda bozma kararında belirtilen hususların hepsinin incelendiği, ibraname üzerinde “3760” sayısına “0” eklenerek “37600”TL yapıldığına dair herhangi bir tahrifat yapılmadığı, belge üzerindeki “A.halim Gelin” yazısı ve imzasının “davalının el ürünü” olduğunun tespit edildiği, ibraname üzerinde bulunan yazılarda da herhangi bir tahrifat yapılmadığı, belgenin asıl olarak “37600”TL olarak tanzim edildiği bu nedenle belgenin davalının kendi el yazısı ile adını ve soyadını yazarak bizzat imzaladığının kabulünün zorunlu olduğu, eksik araştırma yapıldığına dair bozma gerekçesinin yerinde görülmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme Kararının Temyizi:
    10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

    II. UYUŞMAZLIK
    11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davaya konu ibranamenin miktar bölümünde tahrifat yapılıp yapılmadığı ve altındaki imzanın davacının elinin ürünü olup olmadığı noktalarında İcra Hukuk Mahkemesinin 2009/753 E. sayılı dosyasında Adli Tıp Kurumundan alınan raporların yeterli olup olmadığı buna göre aynı hususta konusunda uzman üç kişilik bilirkişi kuruluna yeniden inceleme yaptırılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

    III. GEREKÇE
    12. Uyuşmazlıkların çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramlar ile yasal mevzuatın irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.
    13. “Yargılama doğası gereği zamana yayılan bir süreci ifade eder. Zira hem tarafların iddia ve savunmaları ile delillerini ileri sürebilmeleri hem de hâkimin bunları değerlendirip karar vermesi zaman gerektirir. Esasen, iyi bir yargılama yapılabilmesi için taraflara uygun sürelerin tanınması da bir zorunluluktur. Ne var ki, kanunlarda öngörülen sürelerin ölçüsüz bir şekilde aşılması, hukukî himaye arayışında olan tarafların beklentilerini olumsuz etkilemekte, geciken adalet tatmin edici olmaktan uzaklaşmakta ve “geciken adalet, adalet değildir” özdeyişi haklılık kazanmaktadır.
    Bu bakımdan, yargılamanın makul (uygun) sürede gerçekleştirilmesi önem kazanmaktadır. Nitekim Anayasa m. 141, IV’de “davaların en az giderle ve mümkün olan sürede sonuçlandırılması, yargının görevidir” demektedir. Öte yandan 6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 30’da “usul ekonomisi” başlığı altında yargılamanın “makul süre” içinde yürütülmesi hâkime yüklenmiş bir ödevdir (Arslan, R./Yılmaz, E./Taşpınar Ayvaz, S./Hanağası, E.: Medenî Usul Hukuku, Ankara 2018, s.147 ).
    Türk hukuk öğretisinde dava ekonomisi olarak da anılan usul ekonomisi ilkesi, genel olarak boş yere dava açılmasını, yargılama sırasında gereksiz işlemlerin yapılmasını ve zor yöntemlerin seçilmesini önlemeye hizmet eder. Bunun yanı sıra, anılan ilke, yargılamada emekten, zamandan ve masraftan mümkün olduğu ölçüde tasarruf edilmesine yönelik bir işlevi de yerine getirir. Başka bir anlatımla, usul ekonomisi, ihlal edilen hukuk düzeninin en az giderle, en kısa sürede ve en az zorlukla gerçekleştirilmesini ve boş yere davalar açılmasının önüne geçilmesini sağlamaya yönelik bir yargılama hukuku ilkesidir (Hanağası, E.: Davada Menfaat, Ankara 2009, s. 32 )” (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 24.05.2019 tarihli ve 2017/8 E., 2019/3 K. sayılı kararı)
    14. Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukuki ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı (Kuru-El Kitabı), İstanbul 2006, s. 302).
    15. Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.
    16. Eş söyleyişle kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise, ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).
    17. Ayrıca, adi senette borçlu olarak gözüken kimse, senet altındaki imzanın kendisine ait olmadığının ve dolayısıyla, senet borçlusu konumunda bulunmadığının tespiti amacıyla, cebri icra tehdidi ile karşı karşıya ise, icra takibinin yapılmasından önce; süresi içinde ödeme emrine karşı imzaya itiraz yoluyla itirazda bulunmayı ihmal etmiş ve takip kesinleşmişse, takibe başlanılmasından sonraki evrede sahtelik davası açabilir, böyle bir sahtelik davası hukukî niteliği itibariyle 2004 sayılı İİK 72’de düzenlenmiş olan menfi tespit davasıdır (Tanrıver, S.: Medenî Usul Hukuku, C.1, Ankara 2016, s. 844-845).
    18. Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer; fakat, davacıya (borçluya) düştüğü hâller de vardır; davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukuki ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukuki ilişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukuki ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (6100 sayılı HMK m. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 6). Fakat, alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.322-323).
    19. Kambiyo senetlerine dayalı olarak başlatılan takiplerde imzaya itiraz konusuna değinmek gerekirse, bu husus 2004 sayılı İİK’nın 170. maddesinde düzenlenmiş, bu maddenin üçüncü fıkrasında aynen; “İcra mahkemesi, 68/a maddesinin dördüncü fıkrasına göre yapacağı inceleme sonunda, inkâr edilen imzanın borçluya ait olmadığına kanaat getirirse itirazın kabulüne karar verir. İtirazın kabulü kararı ile takip durur. Alacaklının genel hükümlere göre dava açma hakkı saklıdır. İnkar edilen imzanın borçluya ait olduğu anlaşılırsa ve itiraz ile birlikte takip ikinci fıkraya göre durdurulmuşsa, borçlu sözü edilen senede dayanan takip konusu alacağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere inkar tazminatına ve takip konusu alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkûm edilir ve itiraz reddedilir. Borçlu menfi tespit veya istirdat davası açarsa, hükmolunan tazminatın ve para cezasının tahsili dava sonuna kadar tehir olunur ve davanın borçlu lehine sonuçlanması halinde daha önce hükmedilmiş olan tazminat ve para cezası kalkar.” düzenlemesine yer verilmiş olup, bu hükümle icra mahkemesince incelemenin aynı Kanun’un 68/a maddesinin dördüncü fıkrasına göre yapılacağı açıklanmıştır.
    İİK’nın 68/a maddesinin 4. fıkrasında ise, “…imza tatbikinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun bilirkişiye ait hükümleri ile 309. maddesinin 2, 3 ve 4. fıkraları ve 310, 311 ve 312. maddeleri hükümleri uygulanır.” hükmü yer almaktadır.
    20. 6100 sayılı HMK’nın 447. maddesinin 2. fıkrası gereğince Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na yapılan yollamalar 6100 sayılı HMK’ya yapılmış sayılır. Bu hüküm uyarınca HMK’nın yürürlük tarihinden sonra icra mahkemesinde 6100 sayılı HMK’nın 208, 211 ve 217. maddelerine göre imza incelemesi yapılması gerekmektedir.
    21. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun;
    “Yazı veya imza inkârı” başlıklı 208. maddesi;
    “(1) Taraflardan biri, kendisi tarafından düzenlendiği iddia edilen bir belgedeki yazı veya imzayı inkâr etmek isterse, sahtelik iddiasında bulunmalıdır; aksi hâlde belge, aleyhine delil olarak kullanılır.
    (2) Bir belgenin sahteliği iddia edildiğinde, belgenin mahkemeye verildiği tarih yazılıp mühürlenerek, saklanması için mahkemece gerekli tedbirler alınır.
    (3) Bir belgenin sahteliğini iddia eden kimse, bunu aynı mahkemede ön sorun şeklinde ileri sürebileceği gibi, bu konuda ayrı bir dava da açabilir.
    (4) Resmî bir senetteki yazı veya imzayı inkâr eden tarafın bu iddiası, ancak ilgili evraka resmiyet kazandıran kişiyi de taraf göstererek açacağı ayrı bir davada incelenip karara bağlanabilir. Asıl davaya bakan hâkim, gerekirse bu konuda imza veya yazıyı inkâr eden tarafa, dava açması için iki haftalık kesin bir süre verir”;
    “Yazı veya imza inkârının sonucu” başlıklı 209. maddesi;
    “(1) Adi bir senetteki yazı veya imza inkâr edildiğinde, bu konuda bir karar verilinceye kadar, o senet herhangi bir işleme esas alınamaz.
    (2) Resmî senetlerdeki yazı veya imza inkâr edildiğinde, senetteki yazı veya imzanın sahteliği, ancak mahkeme kararıyla sabit olursa, bu senet herhangi bir işleme esas alınamaz.
    (3) Senede dayanılarak verilmiş olan ihtiyati tedbir, o senet hakkındaki sahtelik iddiasından etkilenmez ve gerektiğinde senet sahibi haklarının korunması için yeni tedbirler talep edebilir”
    “Sahtelik incelemesi” başlıklı 211. maddesi ise;
    “(1) Bir belgenin sahteliğinin iddia edilmesi durumunda, bu hususta karşı tarafın açıklamaları da dikkate alınarak, aşağıdaki sıra ile inceleme yapılarak öncelikle karar verilir:
    a) Hâkim, yazı veya imzayı inkâr eden tarafı isticvap ettikten sonra bir kanaat edinememişse, huzurda bu kişiye yazı yazdırıp imza attırmak suretiyle elde ettiği belge ve diğer delilleri değerlendirir. Hâkim, sahtelik konusunda başka bir incelemeye gerek duymadan karar verebilecek durumda ise gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle, senedin sahteliği hakkında bir karar verir. İsticvap için mahkemeye davet edilen taraf, belirtilen günde hazır bulunmadığı takdirde, inkâr etmiş olduğu belgedeki yazı veya imzayı ikrar etmiş sayılır; bu husus kendisine çıkartılacak davetiyede ayrıca ihtar edilir.
    b) (a) bendi hükmüne göre yaptığı incelemeye rağmen, hâkimde sahtelik konusunda kesin bir kanaat oluşmamışsa, bilirkişi incelemesine karar verir. Bilirkişi incelemesinden önce, mevcutsa, o tarafa ait olan karşılaştırma yapmaya elverişli yazı ve imzalar, ilgili yerlerden getirtilir. Bilirkişi, bu yazı ve imzalarla, o mahkemede elde edilen yazı ve imzaları esas alarak inceleme yapar. Bilirkişi, inceleme için gerekli görürse, kendi huzurunda tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir”. şeklinde düzenlemeler içermektedir.
    22. Buna göre, 6100 sayılı HMK’nın 211/a maddesine göre yapılan incelemeye rağmen hâkimde sahtelik konusunda kesin bir kanaat oluşmamış ise 6100 sayılı HMK’nın 266. ve devamı maddelerine göre çözümü özel veya teknik bilgi gerektirdiğinden bilirkişi incelemesine karar verilir. Aynı Kanun’un 211/b maddesine göre bilirkişi incelemesinden önce mevcutsa o tarafa ait karşılaştırma yapmaya elverişli yazı ve imzalar ilgili yerlerden getirilir. Bilirkişi o mahkemede elde edilen yazı ve imzalarla inceleme yapar. Bu husus maddenin gerekçesinde “…Bilirkişi incelemesinde, bu yazı ve imzalarla mahkemece elde edilen yazı ve imzalar esas alınır. Bilirkişi inceleme için gerekli görürse kendi huzurunda tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir…” şeklinde açıklanmıştır. Bu hükümden anlaşılacağı üzere takibe dayanak senedin sahteliğinin bilirkişi raporu ile ispatlanması gerekir. Bilirkişi incelemesinde kullanılacak belgeler mahkeme veya bilirkişi huzurunda alınan imza örnekleri ve mukayeseye esas belgelerdir.
    23. İmza incelemesinde öncelikle senedin düzenleme tarihinden öncesine ilişkin borçluya ait olduğu muhakkak olan karşılaştırmaya elverişli imzalarını taşıyan belgeler, keşide tarihine en yakın tarihli olanından başlayarak bilirkişi tarafından mukayeseye esas alınmalıdır. Yapılacak bilirkişi incelemesinin, konunun uzmanınca ve yeterli teknik donanıma sahip bir laboratuvar ortamında, optik aletler ve o incelemenin gerektirdiği diğer cihazlar kullanılarak, grafolojik ve grafometrik yöntemlerle yapılması, bu alet ve yöntemlerle gerek incelemeye konu ve gerekse karşılaştırmaya esas belgelerdeki imza veya yazının tersim, seyir, baskı derecesi, eğim, doğrultu gibi yönlerden taşıdığı özelliklerin tam ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenip karşılaştırılması; sonuçta, imza veya yazının atfedilen kişiye ait olup olmadığının, dayanakları gösterilmiş, tarafların, mahkemenin ve Yargıtay’ın denetimine elverişli bir raporla ortaya konulması, gerektiğinde karşılaştırılan imza veya yazının hangi nedenle farklı veya aynı kişinin eli ürünü olduklarının fotoğraf ya da diğer uygun görüntü teknikleriyle de desteklenmesi şarttır. Nitekim bu ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 08.10.2019 tarihli ve 2017/12-2692 E., 2019/1003 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
    24. 6100 sayılı HMK’nın 211. maddesinde yer alan ve imza incelemesi konusunda getirilen bu sıraya uyulması zorunludur. Buna göre hâkim imzayı inkâr eden tarafın isticvap edilmesine karar verdiği hâlde, bu davete icabet edilmemesi imzanın ikrar edilmiş sayılması sonucunu doğuracak ve bilirkişi incelemesi yapılmasına ihtiyaç kalmayacaktır. Aynı şekilde inkâr edilen imza ile karşılaştırılan imzanın birbirine benzemediğinin ilk bakışta tespit edilebildiği hâllerde bilirkişi incelemesi yapılmasına gerek yoktur ( Pekcanıtez, H./ Özekes, M./ Akkan, M./ Korkmaz, H.T.:Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, Cilt II, İstanbul 2017, s. 1795).
    25. Diğer taraftan adli bilimler disiplininin bir dalı olan kriminalistiğin özel bir sahası olan adli grafoloji ve belge sahteciliği dalı, el yazısı ve imzaların grafolojik açıdan kişinin samimi yazı ve imzalarının karakteristik yazım özelliklerinin tespitini ve belirlenen karakteristiklerin, araştırılan (incelemeye konu olan) yazı ve imzalarda da var olup olmadığının incelenmesini içerir. Bilirkişi inceleme sonucunda senette borçluya atfen atılı bulunan imzanın borçluya ait olup olmadığına ilişkin bir kanaate ulaşır. Mahkemece bilirkişi raporu yeterli görülür ise bu rapora göre, yeterli görülmez ise ek rapor alarak veya yeniden bilirkişi incelemesi yaptırarak sonucuna göre karar verilir.
    26. Tüm açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı alacaklının davacı borçlu hakkında kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla Hatay 1. İcra Müdürlüğünün 2009/2115 E. sayılı dosyasında başlattığı takibin 30.120TL asıl alacak, 6.114,91TL işlemiş faiz ile ihtiyati haciz harcı, vekalet ücreti ve masrafı ile birlikte toplamda 36.439,21 TL alacağa ilişkin olduğu, 19.720TL, 5.200TL ve 5.200TL bedelli olmak üzere üç adet bononun takibin dayanağını oluşturduğu anlaşılmaktadır. Davacı icra takibine konu edilen borcu ödediğini karşılığında ise ibraname aldığını savunmuş iken davalı kendisinin 3.700TL bedelli bir belge imzaladığını, 37.600TL miktarında bir ibraname imzalamadığını dolayısıyla davaya konu ibraname altındaki imzanın kendisine ait olmaması gerektiğini, imzanın kendisine ait olduğunun kabulü durumunda ise miktar hanesine “0” rakamının sonradan eklendiğini ileri sürerek sahtecilik iddiasında bulunmuştur.
    27. Hatay İcra Hukuk Mahkemesinin 2009/753 E. sayılı dosyasında davacı borçlu …, davalı alacaklı … tarafından başlatılan takibin itfa nedeniyle iptalini istemiştir. Mahkemece davalı tarafın tahrifat ve imza inkarı üzerine, dava konusu edilen ve dosyaya sunulan “Hatay 1. İcra Bulunan 2009/2115 Esas sayılı dosyasından dolayı 37.600TL teslim aldım, avukat ücreti dahil hiçbir alacağım kalmamıştır” yazılı ve A.halim Gelin imzası bulunan ibranamedeki 37.600,00TL meblağ bölümündeki son sıfır (0) rakamının sonradan eklenip eklenmediği, ibranamedeki yazıların ve imzanın Abdülhalim Gelin’in eli ürünü olup olmadığı, yazı ve rakamların aynı zaman diliminde yazılıp yazılmadığı, tahrifat yapılıp yapılmadığı hususlarının incelenmesi için dosyanın Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilmesi üzerine, Kurumun Fizik İhtisas Dairesince 04.07.2011, 06.06.2012, 11.12.2012 tarihli raporlar tanzim edilmiştir. 04.07.2011 tarihli raporda inceleme konusu belgedeki A. Halim Gelin adına atfen atılı bulunan imzanın …’in elinin ürünü olduğu, 06.06.2012 tarihli raporda, inceleme konusu belgede iddialar doğrultusunda tahrifat yapıldığını gösterir nitelikte bulgu saptanamadığı, “A. halim Gelin” isim yazısının …’in eli ürünü olduğu, 11.12.2012 tarihli raporda ise belgedeki “A.halim Gelin” yazısı dışında kalan tüm yazı ve rakamların …’in elinin ürünü olmadığı, mürekkeplerde yazı yaşı tayinine yarayan ve hâlen kullanılagelen bilimsel herhangi bir yöntem bulunmadığından, söz konusu belgedeki yazı ve rakamların aynı zamanda mı yoksa farklı zamanlarda mı yazıldıkları hususunda zaman birimleri açısından bir tespite gidilemediği bildirilmiştir.
    28. Belirtilmelidir ki Özel Daire bozma kararının aksine, icra hukuk mahkemesi tarafından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) kapsamındaki düzenlemeler uyarınca aldırılan bilirkişi raporlarında, dava konusu belge üzerinde imza incelemesi yapıldığı gibi, ibranamenin miktar bölümünde tahrifat yapılıp yapılmadığı hususu da ayrıntılı olarak incelenmiştir. Miktar hanesine “0” rakamının sonradan eklenip eklenmediği hususuna ilişkin olarak Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi, belgede tahrifat yapıldığını gösterir nitelikte bulgu saptanamadığı, yazı ve rakamların aynı zamanda mı yoksa farklı zamanlarda mı yazıldıkları hususunda ise mürekkeplerde yazı yaşı tayinine yarayan bilimsel herhangi bir yöntem bulunmadığından tespite gidilemediği bildirilmiştir. Nitekim mürekkeplerde yazı yaşı tespitinin mümkün olmadığı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.10.2018 tarihli ve 2017/13-665 E., 2018/1465 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır. Bu bağlamda Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinden alınan raporlarla uyuşmazlık konusunun irdelenerek sahtecilik iddiasının çözüme kavuşturulmuş olduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır.
    29. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, icra hukuk mahkemesince Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinden alınan üç rapor bulunmakta ise de raporların uyuşmazlık hakkında tek bir teknik görüşü içermediği, ayrıca verdiği kararlar kesin hüküm ve kesin delil oluşturmayan mahkemenin hükme esas aldığı raporun genel mahkemede yeniden rapor alınmaksızın hükme esas alınmasının olanaklı olmadığı belirtilerek açıklanan gerekçeyle bilirkişi kurulu raporu alınmak üzere hükmün bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
    30. Diğer taraftan gerekçeli karar başlığında, dava tarihi 14.12.2009 olduğu hâlde 29.12.2014 olarak gösterilmesine ilişkin yanlışlık, mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde bulunduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
    31. Hâl böyle olunca, Yerel Mahkemenin yeniden bilirkişi raporu alınmasına gerek olmadığını kabul eden direnme kararı yerindedir.
    32. Tüm bu nedenlerle yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
    IV. SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
    Aşağıda dökümü yazılı (409,86TL) harcın temyiz edenden alınmasına,
    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesine uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 07.10.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.